Devlet
Bahçeli TBMM MHP Grubunda Konuştu
22
Nisan 2014 Salı 11:02
Değerli
Milletvekilleri,
Muhterem
Misafirler,
Sayın
Basın Mensupları,
Haftalık olağan Meclis Grup
toplantımızda yapacağım değerlendirmelere geçmeden önce hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Üyesi
olduğumuz, çatısı altında gururla görev yaptığımız ve millet iradesinin en
yüksek temsil mekânı olan TBMM’nin 94’ncü kuruluş yıldönümü yarın kutlayacağız.
23
Nisan 1920, varlığımıza, birliğimize, tarihsel sürekliliğimize diş bileyen
kanlı hesaplara karşı Türk milletinin şeref ve namus mücadelesidir.
TBMM’nin
açılmasıyla milletimiz inisiyatifi ele almış, kendi kaderine sahip çıkacak
kararlılığı ve yüksek karakteri göstermiştir.
Bu
tarihi hamle ve heyecanla, egemenlik şahısların, zümrelerin, sınıfların elinden
çıkarak tümüyle millete geçmiş, millete mal olmuştur.
Ve pek
tabii olarak, TBMM’nin açılması Cumhuriyet’in ilanı ile sonuçlanacak zaferler
halkasının habercisi, hazırlayıcısı, hızlandırıcısı olarak tarihe geçmiştir.
Milletimizin
kurtuluşu için Samsun’da başlayıp Amasya’da Tamime dökülen, Erzurum’da yapılan
Kongre’yle umutları canlandıran, Sivas’ta toplanan Kongre’yle anlam ve derinlik
kazanan milli mücadele ruhu Ankara’da son düğümünü atmıştır.
Herkes
bilmelidir ki;
İlk
Meclis gönülleri ve güçleri birleştirmiştir.
İlk
Meclis geçmişi ve geleceği buluşturmuştur.
İlk
Meclis aklı ve duyguyu kavuşturmuştur.
İlk
Meclis farklı farklı dünya görüşüne sahip muhterem azalarını aynı iradenin,
aynı mübarek amacın, aynı kutsal yolun bir parçası olarak yoğurmuş ve teşvik
etmiştir.
Milletimizin
tertemiz sinesinden çıkıp gelen saygıdeğer mebuslar ayrımcılığa prim vermeden,
yapay bölünmelere şans tanımadan ortak ülkülerde, ortak duygularda, ortak bir
gelecekte söz kesmiş, ant içmiştir.
Devrin
olumsuz ve ağır şartlarını düşündüğümüzde Büyük Millet Meclisi’nin tarihi bir
görevi omuzladığını isabetle söyleyebiliriz.
Şu da
bir gerçektir ki, Meclisin açılması istiklal mücadelemizin haklılığına
meşruiyet, anlam, boyut, kuvvet ve demokratik içerik kazandırmıştır.
O
tarihlerde örneğine pek az rastlanan bu önemli nitelikler TBMM’nin asaletini
göstermesi ve ispat etmesi bakımından gurur verici bir kazanımdır.
Milli
mücadeleyi yürüten kahramanlarımız topraklarımıza üşüşen düşman unsurlarına
sadece topla, tüfekle karşı koymamışlardır.
Çete
savaşlarından medet ummamışlar, küçük olsun benim olsun diyerek pazarlıklarla
vatanın bir bölümünden vazgeçmemişlerdir.
Cephelerden
arşa ulaşan bağımsızlık tutkusuna, ölüm kalım mücadelesine eşzamanlı olarak
sürdürülen hukuk, demokrasi ve diplomasi alanındaki çabalar da eşlik etmiş,
hatta yön vermiştir.
Düşman
imha edilirken dünya kamuoyu haklı davamızda ikna edilmiş, dahası mazlum
milletlere örnek olunmuştur.
Düşünebiliyor
musunuz, düşman toplarının sesi Ulus’tan işitilmiştir.
Düşman
Polatlı’ya kadar gelmiş, adeta Ankara’yı muhasaraya almıştır.
Bu
nedenle ilk Meclis’te ateşli toplantılar yapılmıştır.
Hatta
bazı mebuslar Meclis’in taşınmasını dahi teklif etmişlerdir.
Dikkat
ediniz, Büyük Millet Meclisi bu karanlık tabloya rağmen açık kalmış,
umutsuzluğun koyu sisine teslim olmamıştır.
Müzakereler,
görüşmeler, münakaşalar, fikir paylaşımları inançla, imanla ve şevkle devam
ettirilmiştir.
Korku,
Meclis’in duvarlarından sızamamıştır.
Aman
dilenmek, el etek öpmek, boyun bükmek, diz çökmek, buraya kadarmış diyerek
tutsaklığa rıza göstermek ilk Meclis’in muhteşem iradesinde hiç görülmemiştir.
Ya
istiklal ya ölüm felsefesi 23 Nisan’dan itibaren milletimizin gücüne güç
katmıştır.
Şehitlerimizin
ve kutlu ceddimizin muazzez emaneti olan aziz vatanımız canla, başla, coşkuyla
savunulmuştur.
TBMM;
milliyetçiliğin sembolü, demokrasinin simgesi, mertliğin karargâhı ve
milliyetçi kahramanların yegâne güvencesi olarak emperyalistlerin oyununu
bozmuştur.
Gerçek
istiklalimizin ana merkezi burasıdır.
Hepsinden
önemlisi TBMM, Türkiye Cumhuriyeti’nin müjdesidir.
Bu
müjde geçmişle eklemlenerek eskinin içinden yeni bir devleti doğurmuştur.
Türk
milleti yeniyi 94 yıl önce bulmuş, yenide 94 yıl önce mutabık kalmıştır.
Artık
bizim yeniye değil, yeninin üzerini gölgeleyenlerden, yeniyle ezelden beri
ihtilaf içinde bulunanlardan kurtuluşa ihtiyacımız vardır.
Dün
kadim bir medeniyetten yeni bir doğruluş vardı, bugün ise olgunluk çağına
gelmiş, rüştünü ispatlamış bir devletimiz bulunmaktadır.
Sorun
ise bunu göremeyen, yeni diye geçmişi silip atma vefasızlığına tevessül eden
yeni bir Mondros’çu ve Sevr’çi akım ve aktörlerin varlığıdır.
Değerli
Milletvekilleri,
Şunu
bilmek lazımdır ki, yeni Türkiye hezeyanları ilk Meclis’in aziz hatırlarını
inkârdır.
Yeni
Türkiye çekilen çileleri yok saymak, şehidin, şühedanın kemiklerini sızlatmak,
ruhlarını incitmektir.
Yeni
Türkiye, bir yanda Kuva-yi Milliye’yi hakir gören, diğer yanda Kuva-yi
İnzibatiye’yi referans alan içimizdeki yabancı beslemelerinin icadıdır.
Yeni
Türkiye lafları; Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da başı ezilen, İzmir’de
denize süpürülen düşman emellerinin son kez dirilişi, son şanslarını
kullanışıdır.
Yeni
Türkiye musibeti, numaralı Cumhuriyetçilerin içinde saklandığı ihanet
projesidir.
Bir
devleti yenilemek, reforma tabi tutmak, eksik ve gediğini gidermek bir şey,
yeni bir devlet tantanasını ayarı bozuk düdük gibi öttürmek başka bir şeydir.
Başbakan’ın
Yeni Türkiye’si, 23 Nisan 1920’nin iflası, hiçe sayılmasıdır.
Başbakan’ın
Yeni Türkiye’si, 29 Ekim 1923’ü azgın ve alçaklardan kurulu idam mangasının
önüne çıkarmaktır.
Ve
Başbakan’ın Yeni Türkiye’si Türkiye Cumhuriyeti’ne ölüm fermanı hazırlama
ahlaksızlığıdır.
Şimdi
Başbakan kalkacak ve ilk Meclis’ten örnekler vererek, bazı sözleri kullanarak
bölücü niyetlerine kapak arayacak, Yeni Türkiye masalına devam edecektir.
94 yıl
önce açılan bu millet eserinden gayri meşru ve gayri milli politikaları için
kendine uygun malzeme toplamaya çalışacaktır.
Bu şunu
dedi, şu bunu dedi diyerek ilk Meclisimizin saygınlığıyla oynayacak, bazı
ifadeleri, dönemin şartları gereği açıklanmış bazı düşünceleri çarpıtarak kendi
sinsi planlarına paravan yapacaktır.
Başbakan
Erdoğan ve zihniyeti TBMM’de görev yapsa da, talihsiz bir şekilde hükümet
görevini ifa etse de, ilk Meclis’e bakınca bambaşka şeyler görmekte, bambaşka
sonuçlar çıkarmaktadır.
Hemen
belirtmeliyim ki, 23 Nisan 1920 Başbakan Erdoğan ve çevresinin anti tezidir.
İlk
Meclis’te elbette görüşler, elbette fikirler farklıdır.
Fakat
yine de fes takan, kalpak ve sarık giyen yan yanadır.
Milletimizin
tüm güzellikleri ilk Meclis’in sıralarındadır.
Şeyhi
oradadır, tarikat ehli oradadır, sanatçısı oradadır, edebiyatçısı oradadır,
askeri oradadır, âlimi oradadır, memuru, işçisi, çiftçisi, esnafı, eşrafı,
hocası hepsi bir aradadır.
Liberali,
toprak ağası, Bolşevik meraklısı, muhafazakârı, milliyetçisi hep birlikte
Türkiye’nin bekası için çırpınmıştır.
İlk
Meclis’te hazır bulunan saygıdeğer mebusların sosyal, ekonomik, ideolojik ve
sınıfsal özellikleri ne olursa olsun, hepsi vatanseverdir ve kurtuluşa inanmış
faziletli isimlerdir.
Bunların
vatan mevzuunda çıkardıkları ses tektir.
Milet
konusundaki üslupları aynıdır.
Milli
ve manevi değerlerle ilgili yaklaşımları hemen hemen örtüşmektedir.
Diyebiliriz
ki, ilk Meclis Türk milliyetçiliğinin Cumhuriyet’ten önceki en önemli
başarısıdır.
İlk
Meclis’in saygın yapısında bölücülük için bahane arayan Başbakan önce millet
nedir, milliyet ne anlama gelir, vatan, bayrak ve bağımsızlık neyi gerektirir
sorularına cevap aramalıdır.
Devlet
kuran, vatan kurtaran iradeye saygı duymadan Türkiye Cumhuriyeti’nin esaslarına
ve ilkelerine nankörlük yapmak birinci dereceden suç ve ihanettir.
Başbakan
Erdoğan yeni bir şey arıyorsa, yeni düşü kuruyorsa önce eskimiş, pörsümüş,
tavsamış, kararmış, suyu çıkmış vicdanını ve anlayışını gözden geçirmelidir.
Bizim
eski diyerek vazgeçeceğimiz bir şey yoktur.
Bizim
yeni diye maceraya atılıp geçmişin üzerine sünger çekecek halimiz, düşüncemiz
ve vaktimiz de yoktur.
Türkiye
Cumhuriyeti hem yenidir, hem de tarih kadar eskidir.
Türkiye
Cumhuriyet’i hem körpedir, hem de nesiller arasındaki en sağlam köprüdür.
Hunlar’dan
Selçuklulara kadar bir cevher gibi asırları süsleyen, bir yıldız gibi insanlığa
ışık saçan Türk-İslam devletleri bizim şanlı sayfalarımızın yüz aklarıdır.
Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e kadar tüm yaşanmışlıklar bize aittir ve bizi yansıtmaktadır.
Üç
Hilal ve Ay Yıldızlı Al Bayrak tamir edilemez bir tezadın değil aynı kader
yolculuğunun birbirini takip eden iki şeref ve bağımsızlık sembolüdür.
Erdoğan
bilmelidir ki, ne dünümüzden taviz veririz, ne bugünümüze yeni kavramının içine
tuzaklanmış parçalanma ve yok oluş tezgahına aldanarak sırt döneriz.
Ne
Ötüken’i bırakırız, ne Ahlat’tan vazgeçeriz, ne Malazgirt’i unuturuz, ne
Söğüt’ü kenara iteriz, ne de Ankara’ya yüz çeviririz.
Biz
insanlığa zafer nasıl kazanılır, hükümran nasıl olunur öğretmiş bir milletiz.
Biz
yeryüzüne adalet ve iyi yönetim getirmiş bir kudretiz.
Biz
yenilgilerin külünden Anka Kuşu gibi doğan, Recep Tayyip Erdoğan gibilerini
elinin tersiyle itmeyi başarmış, başarmaya azmetmiş büyük Türk milletiyiz.
Mazisini
tersleyerek, yeni sakızı çiğneyerek, dileklerinden ve derinlere tutunmuş kültürünü
kötüleyerek var olmuş bir milleti bize kimse gösteremeyecektir.
Yeni
Türkiye diyenler önce kendi kirlerini temizlemelidir.
Türkiye
Cumhuriyet’i, Osmanlı’dan bir kopuş veya makas değişikliği değil, bilakis dünü
tamamlayan, zorunluluktan mecra değiştirmiş, yeniliği asla geçmeyecek, hukukun
üstünlüğüne göre teşkilatlanmış milli ve üniter bir devlet modelidir.
İstiklal
mücadelesi veriyorum, Yeni Türkiye’yi kuruyorum sözleri hem tarihe, hem
millete, hem de geleceğimize en acımasız saldırı ve hazımsızlıktır.
Buna da
bizim izin vermemiz mümkün değildir.
Milletin
istiklali karşısında en vahim engel, en ciddi duvar kendi ikballerinin peşi
sıra gidenlerdir.
Türk
milleti bunları görmektedir.
Milliyetçi
Hareket Partisi bunları adım adım izlemekte ve emellerini boşa çıkarmak için
sabırsızlık çekmektedir.
23
Nisan münasebetiyle şu hatırlatmayı da yapmak istiyorum ki, yarınların sahibi
sevgili çocuklarımızı mutlu etmek, vatanını ve milletini seven birer fert
olarak yetiştirmek Gazi Meclis’in sırrına erenlerin en önemli vazifeleri
arasındadır.
Biz
parti olarak bir başımıza kalsak da, yeni Türkiye gazeli okuyan ve harabeye
dönmüş bir kafa yapısına sahip bedbahtlara fırsat vermeyeceğiz.
Milletimize,
devletimize, tarihimize, ecdadımıza, milli emanetlere ve TBMM’ne sonuna kadar
sahip çıkacağız.
Her
asırda karşımıza dikilen hıyanet teşebbüslerinin bir yenisini alt edecek,
mağlubiyetin en kesiniyle tanıştıracak irademiz var olduğu sürece Türkiye
selametle, çocuklarımız da emniyet içinde geleceğe yürüyecektir.
Bu ilk
Meclis’in muazzam seslenişine duyduğumuz saygının, asırlar içinde kemale eren
milletimize beslediğimiz büyük aşkın neticesidir.
Bu
düşüncelerle, TBMM’nin 94’ncü yıldönümü kutluyor, bütün zorluklara,
antidemokratik uygulamalara, despotik tavırlara karşı bu çatının baki
kalacağına yürekten inanıyorum.
Başta
Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ilk Meclis’in tüm üyelerini şükranla
anıyor, hepsine Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
23
Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle aziz milletimizin ve sevgili
çocuklarımızın bayramını kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Muhterem
Arkadaşlarım,
Ülkemiz
yine tehlikeli tartışmalarla kilitlenmiştir.
Çok
cepheli sürdürülen itiş-kakışlar, artık bunaldığımız çekişmeler değer ve anlam
kayıplarına yol açmaktadır.
Konuşmamın
bu aşamasında diyebilirim ki, Türkiye’miz iyi yolda, iyi durumda, velhasıl iyi
halde değildir.
Sanki
el birliği yapılmışçasına, sanki söz birliği sağlanmışçasına, sanki ittifak
edilmişçesine dirliğimiz hedef alınmakta, birliğimiz yaralanmaktadır.
Akıl,
izan, insaf ve sağduyudan yoksun kuru bir kalabalık milletimizin huzurundan
çalmaktadır.
Hakikaten
de istikrar mumla aranmaktadır.
Ne
tarafa baksak sorun yumağıdır.
Ne yöne
dönsek anlaşmazlıklar diz boyudur.
Türkiye
samimiyet fukarası, ahlak yoksunu, milli mefkûre yabancısı bir iktidarın
tahakkümü, tacizi ve taarruzu altındadır.
Bu
gidişat hayra alamet değildir.
Bugünkü
ülke manzarası iç açıcı olmadığı gibi, yakın vadede de birçok sıkıntı ve
açmazın belireceğini göstermektedir.
Şu
günlerde gündemi rekor düzeyde meşgul eden, tüm gelişmelerin istikametini
çizen, herkesin fikir ileri sürdüğü hiç şüphesiz ki Cumhurbaşkanı Seçimi’dir.
Anlaşılan
önümüzdeki yaz mevsimi gerek iklim şartlarından gerekse de siyasi olaylardan
dolayı oldukça sıcak ve yoğun geçecektir.
Yüksek
Seçim Kurulu’nun Kararına göre Cumhurbaşkanı Seçimi’nin ilk turu 10 Ağustos
2014 Pazar, ikincisi ise 24 Ağustos 2014 Pazar günü yapılacaktır.
Şu an
itibariyle Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Sayın Abdullah Gül’ün görev süresi
de 28 Ağustos 2014 günü dolacaktır.
Yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızın bulundukları ülkede oy kullanma tarihleri
ise, ilki 31 Temmuz - 3 Ağustos 2014, seçimin ikinci oylayamaya kalması
durumunda ise, ikincisi 17 - 20 Ağustos 2014 tarihlerinde olması kararlaştırılmıştır.
Anayasa’nın
102’nci maddesinde ifade edilen amir hükme göre; Cumhurbaşkanı seçimi,
Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde
tamamlanmış olması gerekmektedir.
Buna
göre Cumhurbaşkanı Seçim takvimi Haziran ayı sonundan itibaren işlemeye
başlayacaktır.
Teessüfle
takip ediyoruz ki, Türkiye’de sanki Cumhurbaşkanı değil AKP’ye genel başkan
seçilecektir.
Zannedersiniz
ki, önümüzdeki 10 Ağustos’ta AKP’nin kurultayı toplanacak, delegeler ismi
önceden belli olan zatı seçecektir.
Şu işe
bakınız ki, Cumhurbaşkanı Seçimi’ne 110 gün kala sandıklar kurulmuş, oylar
sayılmış, karar verilmiş, netice belli olmuştur.
Yani
110 gün sonra bir formalite yerine getirilecek, yasal bir zorunluluğun icabı
istenmese de yapılacaktır.
Demokratik
kültürün, demokratik kuralların, demokratik teamüllerin, demokratik usullerin
hilafına ne varsa Türkiye’de dolaşıma girmiştir.
Yine
görüyoruz ki AKP, Cumhurbaşkanlığını tekeline almış, üzerine kapaklanmış,
mızmızlanarak neredeyse kimseye yar etmem demeye getirmiştir.
Önce
şunu ifade etmek zorundayım ki, demokrasilerde hiçbir seçimin sonucu baştan
belli değildir.
Sandıktan
kimin çıkıp çıkmayacağını, kimin seçilip seçilmeyeceğini kestirmek, kesin
yargıya varmak bir defa demokrasinin ruhuna aykırıdır.
Cumhurbaşkanı’na
AKP’nin karanlık odaları değil, Türk milleti karar verecektir.
12’nci
Cumhurbaşkanı’nın kim olduğuna dair son sözü; AKP’nin Başkanlık Divanı, MYK’sı,
milletvekilleri veya bir başka organı değil, aziz milletimiz söyleyecektir.
Siyasi
kâhinlik, siyasi dalkavukluk ve saray soytarılığı yapanların milli iradeye
saygısız davrandıklarını bilmeleri lazımdır.
Cumhurbaşkanlığını
çantada keklik gören ahmakların mahcubiyetten insan içine çıkamayacakları
günler de inşallah yakındır.
Değerli
Milletvekilleri,
30 Mart’ı
takip eden günden itibaren AKP kanadından paylaşılan ve kamuoyuna servis edilen
fikir yığını aslında doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan izinli ve icazetlidir.
Önce
Gül mü, Erdoğan mı tartışmaları gündemi aşırı derecede oyalamıştır.
Kimi
zaman bu ikili arasında becayiş öngörülmüş, kimi zaman mevcut yerlerini
muhafaza edecekleri ileri sürülmüş, kimi zaman daha farklı formüller AKP’nin
izbe odalarında kurgulanmış ve tedavüle sokulmuştur.
Yerel
Seçimlerden sonra, Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süreciyle ilgili
belirsizlikleri, “otururuz konuşuruz” sözüyle giderme gayesi Başbakan’da
yankı bulmuş ve paylaşılmıştır.
Sayın
Gül’ün bu ayın ilk günlerinde, “Başbakan’a sürpriz yapmam, o da bana
yapmaz, gelişmeleri manşetlerden öğrenmem” sözleri ise tam olarak yerini
bulmamıştır.
Zira şu
sıralar Sayın Gül sürpriz üzerine sürpriz yaşamaktadır ve itiraf etmese de
aldatılmışın sızısına katlanmaktadır.
Günlerdir
“görüşeceğiz, konuşacağız” diyen ikili, bir türlü buluşup da karara
varamamıştır.
Anlaşıldığı
kadarıyla Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı adaylığına çok istekli ve
heveslidir.
Bunun
için parti içi mekanizmaları çalıştırarak adaylık sürecine sağlam gerekçeler
üretmektedir.
Ne var
ki kardeşim dediği, kader ortaklığı yaptığı, beraber parti kurduğu Sayın Gül’ü
de havuz medyası, tetikçi sözcüleri ve yandaş kalemler marifetiyle alttan alta
rencide etmeye ve karalamaya başlamıştır.
Sayın
Gül’e AKP kaynaklı etkili bir blokaj yapıldığı görülmektedir.
Parti
genel başkanlığına ve Başbakanlık görevine oturmasına istekli ve itiraz
edenlerin değişik zeminlerde seslerini yükselttikleri de bir gerçektir.
Ayrıca “borcumuzu
ödedik, aradan çekilsin, Erdoğan isterse Cumhurbaşkanı olur, Gül de buna saygı
duyar” beyanları açık bir şekilde Başbakan Erdoğan’ın lehine kulis
faaliyeti yürütenlerin algı operasyonudur.
Görülüyor
ki, Başbakan Erdoğan kararını çoktan vermiştir.
Sadece
prosedür gereği etrafına ve partisinin yetkili kurullarına danışmaktadır.
Sayın
Gül’ün karşısına çıkmadan tüm taşların yerine oturmasını ve elinin güçlü
olmasını arzulamaktadır.
Başbakan
kardeşine oyun oynamakta, ayağına çelme takmakta, önüne takoz koymakta, kenara
çekmek ve minderde tuş etmek için son kozlarını gözden geçirmektedir.
Hele
ki, Başbakan’ın; terleyen, koşan aktif bir Cumhurbaşkanı’ndan bahsetmesi, seçilmesi
halinde ise yetkilerini tam olarak kullanacağını ve halkın Cumhurbaşkanı
olacağını iddia etmesi Sayın Gül’ü rencide eden ve başarısızlığını rumuzlu
sözlerle yüzüne vuran nezaketsiz bir tavırdır.
Demek
ki, son yedi yıldır Çankaya’da pasif duran, koşmayan ve terlemeyen bir
Cumhurbaşkanı vardır.
Demek
ki, son yedi yıldır, yetkilerini tam olarak kullanmaktan bihaber ve halkın
Cumhurbaşkanı olmak gibi bir kaygısı bulunmayan bir kişi Çankaya’da
oturmaktadır.
Başbakan
Erdoğan’ın maksatlı sözlerinden anlaşılan ve çıkan sonuç budur.
Başbakan
kişiliğinin alametleri arasında fazlaca yer eden Brütüslüğü dört ayaklı koltuk
uğruna kadim arkadaşına da reva görmüştür.
Sayın
Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı için “kimse cebimde demesin” diyerek
ikazda bulunsa da, Başbakan Cumhurbaşkanlığı havasına çoktan girmiştir.
Başbakan
kararını vermiştir vermesine ama, AKP’nin başına kimin geleceğini, üç dönem
kuralının ne olacağını, dahası Başbakanlığa hangi ismin layık olduğunu henüz
netleştirememiştir.
Başbakanlık
için farklı farklı isimler geçmektedir.
Medyaya
yansıdığı kadarıyla bu konuda parti içinde bir uyum ve görüş birliği henüz
sağlanamamıştır.
Kuşku
yok ki, bunların hepsi, yapılan polemiklerin alayı şimdilik varsayımdan
ibarettir.
Az
evvel de vurguladığım gibi, Cumhurbaşkanı’nı aziz Türk milleti seçecektir.
AKP’nin
ne olacağını, iktidar ibresinin hangi partiyi göstereceğini yine aynı şekilde
milletimiz tayin edecektir.
Bunun
dışındaki her söz ve mülahaza havanda su dövmek, boşa kürek çekmektir.
Başbakan
çok erken davranmakta, planladığı yurt dışı seyahatleriyle Cumhurbaşkanlığına
namzet olduğunun işaretlerini peşinen vermeye hazırlanmaktadır.
Sayın
Gül’ün geçtiğimiz hafta Kütahya’dan yaptığı; “bugünkü şartlar çerçevesinde
gelecekle ilgili siyaset planım olmadığını paylaşmak isterim” sözleri ise
bir yönüyle gönlünden Cumhurbaşkanlığı geçtiğini, siyasete dönme konusunda
iştahlı olmadığını göstermektedir.
Fakat
Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına sımsıkı sarılması ve “bu defa ben
olacağım, kimseye yedirmem” imalı göndermeleri Sayın Gül’ün durumunu
sancılı bir duruma sokmuştur.
Başbakan
Erdoğan karşısındaki bütün engelleri, muhtemel yol kazalarını bertaraf etme
telaşındadır.
Ancak
Başbakan boş yere hayal kurmakta, kendisini boşu boşuna meşgul etmektedir.
Zira
12’nci Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmayacaktır.
Değerli
Arkadaşlarım,
Cumhurbaşkanı’nın
görev ve yetkileri Anayasa’nın 104’ncü maddesinde yazılıdır.
Bu
madde kapsamında; Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Peki; devleti yıllardır
zehirlemiş, kurum ve kurallarını örselemiş birisinden Cumhurbaşkanı nasıl
olacaktır?
Cumhurbaşkanı
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir. Peki;
TC’ye ve Türk milletinin birliğine nefret duyan, tahammülsüzlük sergileyen
hastalıklı bir ruhtan Cumhurbaşkanı nasıl çıkacaktır?
Cumhurbaşkanı
Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
gözetmektedir. Peki; kanundan kaçan, 12 yıldır Anayasa suçu işleyen, devlet
organlarını çatıştıran haset ve hakaret ehli birisinden Cumhurbaşkanı olması
nasıl beklenecektir?
İktidarı
kanunsuzluğun zirve yaptığı bir Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde
yargıyla ilgili yetki ve görevleri adaletli ve vicdanlara uygun şekilde yerine
getirmesi nasıl mümkün olacaktır?
Demokrasiyi
rafa kaldırmış, çoğulculuğu yanlış yorumlamış, Meclis grubunu el kaldır-indir
parantezine almış bir Başbakan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde yasamayla ilgili
yetki ve görevleri ifa etmesine hangi mantıkla inanılacaktır?
Kuvvetler
ayrımı bağlamındaki yürütmede sınıfta kalmış bir Başbakan, farz edelim
Cumhurbaşkanı oldu, o zaman bu alandaki yetki ve görevlerini layıkıyla yapması
nasıl iddia edilecektir?
Başbakan
Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, ki bize göre imkânsızdır, sadece ve sadece bir
yetkisini adam gibi kullanacaktır:
Bu da;
sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını
hafifletmek veya kaldırmaktır.
Burada
gizli amaç PKK ve KCK’lıları teker teker serbest bırakmak ve hatta işi İmralı
canisine kadar götürmektir.
Bizim
üzerinde durduğumuz bir diğer mesele de Cumhurbaşkanı’nın görevine başlarken
Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde edeceği yemindir.
Bu
yemin Anayasa’nın 103’ncü maddesinde düzenlenmiştir.
12’nci
Cumhurbaşkanı özetle;
√
Devletin varlığı ve bağımsızlığı üzerine,
√
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü
üzerine,
√
Anayasa ve hukukun üstünlüğü üzerine,
√
Atatürk ilke ve inkılaplarıyla, laik
Cumhuriyet’e bağlı kalacağı üzerine,
√
Herkesin insan haklarından ve temel
hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmama üzerine,
√
Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini
korumak, yüceltmek üzerine,
√
Görevini tarafsızlıkla yerine getirmek
için bütün gücüyle çalışacağına büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namus ve
şeref üzerine ant içecektir.
Şimdi
herkes elini vicdanına koysun ve söylesin.
Objektif
bir şekilde herkes kalbinin ve aklının sesini dinleyerek itiraf etsin.
Recep
Tayyip Erdoğan’a bu yemin yakışmakta mıdır?
Hadi
yakıştı diyelim, hadi bu yemini de etti kabul edelim; pekâlâ bu yemine sadık
kalacağını yandaş ve yağcılar dışında kim söyleyecek, kimler garanti edecektir?
Başbakan
hangi yeminini tutmuştur da yenisine uyması beklenecektir?
Yalancının
yemini, Kilise’de namaza durduğunu söyleyen akıl ve iman fukarası bir
sahtekârın hezeyanlarından farksızdır.
Başbakan
yeminleri bozarak, ilkelerini çiğneyerek 12 yılı adımlamıştır.
Cumhurbaşkanı
olacak kişi önce Türk milletini zihnen ve ahlaken kabullenecektir.
Cumhurbaşkanı
olacak kişi temsil etmekle mükellef olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne saygı duymalı
ve riayet etmelidir.
Çankaya
köşkünde milletin birliği konusunda herhangi bir muammalı fikri olmayan,
geçmişinde akçeli işlere bulaşmamış tertemiz bir kişi bulunmalıdır.
Türk
milleti topyekûn bakınca “işte benim Cumhurbaşkanım” diyebilecek
birisini bu yüksek göreve seçecektir.
Rüşvete
elini kaptırmış birisi Çankaya’nın yollarını çıkamaz.
Fitne
ve fesattan örümceklenmiş yüreklerle Çankaya yokuşu aşılamaz.
Mustafa
Kemal’e ayyaş diyen, katliamcı yaftası vurma teşebbüsünde bulunan birisinden
Gazi’nin emanetine liyakat istense de görülemez.
Cumhuriyet’e
şaşı bakarak Yeni Türkiye aylaklığına çivilenen bir aymazdan, eski diyerek
değersizleştirdiği 29 Ekim 1923’ün 12’nci temsilciliğine talipkar olması bir
anlam ifade etmez.
Ezcümle,
Recep Tayyip Erdoğan’dan eşbaşkan olur ve olmuştur, belediye başkanı olur ve
olmuştur, maalesef ki Başbakan da olur ve olmuştur; ne var ki Cumhurbaşkanı
olmaz, olmamalıdır.
Türk
milleti kendisini ancak Başbakanlığa kadar taşımış, ancak bu kadarına rıza
göstermiştir.
Bundan
sonrası kendisi adına karanlıktır.
Bundan
sonra gideceği ve oturacağı tek yer ise Yüce Divan’daki sanık sandalyesidir.
Gün
gelecek, bugünlerde saygı duymadıklarının, kararlarını milli bulmadıklarının
vereceği hükme boyun eğecektir.
Şunu da
söylemeden geçmek istemiyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi günü ve saati
geldiğinde Cumhurbaşkanlığı’na yakışacak, bu makamın ağırlığını taşıyacak Türk
milletinin güzide bir evladını mutlaka milletimize takdim edecektir.
Ve
12’nci Cumhurbaşkanlığına pırıl pırıl bir isim, vatan ve millet konularında en
küçük şaibesi olmayan, herkesin “aradığım buydu” diyebileceği değerli bir
arkadaşımız aday olacaktır.
Muhterem
Milletvekilleri,
Başbakan
Erdoğan tüm hesaplarını Başkan olmaya göre yapmıştır.
Geçtiğimiz
günlerdeki bir konuşmasında Türk milletinin başkanını seçeceğini söyleyerek
dilinin altındaki bildik baklayı çıkarmıştır.
Bunun
için muhtemel bir anayasa değişikliğiyle emeline ulaşmayı hedefine koymuştur.
Başbakan
kafasında Cumhurbaşkanlığına giden yol haritasını çoktan belirlemiştir.
Bu
kapsamda Sayın Abdullah Gül devre dışı bırakılmış, tufaya gelerek kardeş kazığı
yemiş ve meşgule alınmıştır.
Başbakan
Erdoğan kendisine mani olacak her ihtimali ortadan kaldırmak için kavga ve
iftira seferine koyulmuştur.
Aklınca,
Anayasa engeline takılmamak amacıyla, en geç bu yılın Haziran ayının ilk
haftasına kadar seçim sistemini değiştirerek önümüzdeki Genel Seçimlerde AKP’yi
avantajlı bir duruma getirmeyi planlamaktadır.
Daha
sonra partiyi emanetçi ve emin olacağı birisine teslim etmeyi, arkasından da
BDP-PKK desteğiyle Çankaya’ya çıkmayı ümit etmektedir.
Başbakan’ın
hal ve tavırları bu yöndedir.
Nihayetinde
AKP’nin 25’nci Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri’nden alacağı sonuçlara
göre ya Başkanlık vizesi alacak, ya partili Cumhurbaşkanlığı sistemini kuracak
ya da avucunu yalayacaktır.
Başbakan
Erdoğan’ın Dar Bölge Seçim Sistemi’ni Meclis gündemine getireceklerini
söylemesi aslında gelecekteki diktatörlük özlemini bugünden açık etmesine
vesile olmuştur.
Hatırlanırsa,
Başbakan Erdoğan, 30 Eylül 2013 tarihinde ilan ettiği ve PKK’nın umutlarını
yeşerten demokratikleşme paketinde seçim sistemleriyle ilgili seçenekleri de
sıralamıştır.
Kendisi
o tarihte aynen şunları söylemiştir:
“Mevcut
sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz. Barajı yüzde 5’e çekip,
5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemini uygulayabiliriz. Ülke
barajını tamamen kaldırarak, Dar Bölge Seçim Sistemini getirebiliriz.”
Başbakan’ın
siyasal şartları dikkate almadan, temsilde adalet ve yönetimde istikrarı
umursamandan her şeyi nalıncı keseri gibi kendine yontması kabul edilemez bir
çapsızlıktır.
Biz
henüz ham halde bulunan seçim sistemi tartışmasına ayrıntılı şekilde girmek
istemiyor, bu konudaki değerlendirmelerimizi sonraya bırakıyoruz.
Ancak
şunun bilinmesini isterim ki, hangi seçim sistemi olursa olsun Milliyetçi
Hareket Partisi mücadelesini inanmışlıkla sürdürecek, hiçbir ayak oyunundan
çekinmeyecek ve iktidar yolundan hiçbir tertip çeviremeyecektir.
Değerli
Arkadaşlarım,
Malumunuz
17 ve 25 Aralık 2013’de yakın zamanın en büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu
yapılmıştır.
Bu
çerçevede İranlı avantacının ve rüşvet simsarının pislikleri de bir bir
dökülmüştür.
Bakanları
rüşvet kümesine alan bu kişidir.
Başbakan
ve hükümetini kafesleyen ve şu ibretlik duruma bakınız ki kendisini hayırsever
olarak kabullendiren bu sözde işadamıdır.
Hanedan
mensuplarını menfaat karşılığında haram Dolar ve Euroya boğan, bakan
çocuklarını kara para esiri yapan bu kaçakçıdır.
Şu
günlerde yandaş medya mezkur hortumcuyu şişirme ve parlatma görevini üzerine
almıştır.
İsmi
Sabah olan gece gibi karanlık bir medya organı sabıkalı rüşvetçiyle mülakat
yapmış, görüşlerini kamuoyuna hiç utanmadan, hiç mahcubiyet duymadan
aktarmıştır.
Kimlerin
namına çalıştığı belli olan ve yandaş sirkine dönen bir televizyon kanalı da
Türk bayraklı bir ortamda ekranlarını söz konusu kara paracıya açmıştır.
Meğer
bu İranlı anaforcu iyi bir yere dükkan açmış ve tam bir gayretle Türkiye’ye ne
hizmetler yapmıştır da biz kadrini kıymetini bilememişiz.
Cari
açığın yüzde 15’ni tek başına kapattığını, ülkemize döviz kazandırdığını,
hiçbir yanlış ve alengirli işinin olmadığını söyleyen bu kişi aynı zamanda 17
Aralığı darbe olarak yaftalamıştır.
Merak
ediyoruz, İranlı şarlatan gazete ve ekrana çıkmadan önce Kısıklı’da Başbakan
nezaretinde bir prova yapmış, sonra da birlikte selfie pozu vermişler midir?
Ya da
önüne koyulan metni mahdumlardan kurulu kankaları yardımıyla sabah akşam
ezberlemiş midir?
Bize
göre cari açığın yüzde 15’ni tek başına kapatan birisini Başbakan ya dışarından
Ekonomi Bakanı olarak atamalı, ya da Hazine Müsteşarlığı’na, değilse bile
Merkez Bankası’nın başına getirmelidir.
Bunlar
kesmiyorsa doğrudan doğruya maliyeyi bu rüşvet ustasına bağlamalı, hatta AKP’ye
eşbaşkan olmasına yüreklice karar vermelidir.
Veya
AKP’nin önüne anıtını dikmeli, paralara resmini koymalı, pullara ismini
yazdırmalıdır.
Nasılsa
Başbakan çuvallamış, yolsuzluğun turnikesine ve yolgeçen hanına dönmüştür.
Nasılsa
her şeyin ayarı bozulmuş, hukukun tadı tuzu kaçmıştır.
AKP’nin
kara düzenine tamı tamına uyan bu olacaktır.
Twitter’in
buzlanmasından sonra yolsuzluğun ve rüşvetin küllenmesi adına her şeyi mubah
görenler için İranlı madrabazın cilalanıp gün yüzüne çıkarılması son derece
doğaldır.
Ekonomik
parametrelere göre konuşacak olursak baştan ayağa yanlış ve yalan bilgi veren
bu İranlı’nın milletimizin huzuruna çıkarılması tam anlamıyla felakettir.
74
günde cezaevinden çıkartılan, Başbakan ve hükümetini “yakarım sizi” diyerek
tehdit ettiği anlaşılan bu fırıldak, neredeyse yunmuş Yusuf olmuştur.
Bir gün
Türkiye’de hâkimlerin olduğunu herkes görecektir.
Bir gün
adaletin kazanacağına herkes şahitlik edecektir.
Bir gün
17-25 rakamlarını kabus gibi gören Başbakan ve şürekası yargı önüne Allah’ın
izniyle çıkacaktır.
Ve
Başbakan tarihe Onyedi Yirmişbeş Recep Tayyip Erdoğan olarak geçecek, hafızalara
bu sıfatla kazınacaktır.
Bu
duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve
saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ
olun, var olun.