Ülkücü Şehit Selçuk Duracık’ın annesi
Birsen Duracık’ı kaybettik. 16 Temmuz 2013 Salı Günü Turgutlu Merkez Pazar
Camiinde kılınan öğle namazına müteakip Turgutlu Mezarlığında defnedildi.
Karanlık 12 Eylül Günlerinin
Kurbanlarından Ülkücü Şehit Selçuk Duracık'ın annesi Birsen Duracık geçtiğimiz
Pazartesi akşamı saat 23.00'de Hakkın Rahmetine Kavuştu...
Geçtiğimiz
günlerde ağırlaşarak Turgutlu Devlet Hastanesi Yoğun bakım ünitesine kaldırılan,
Birsen Duracık, Selçuk Duracık'ın hasretine daha fazla dayanamadı.
Tüm
ülkücülerin Birsen annesinin vefatı ülkücü camiayı üzdü...
Birsen Duracık annemizin cenazesi 16 Temmuz 2013 Salı günü Manisa'nın Turgutlu ilçesi Pazar Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra Turgutlu Mezarlığında yakınları ve şehit Selçuk Duracık’ın kader arkadaşları tarafından defnedildi. Ülkücüler Birsen annelerini kaybetmişlerdi ve çok üzgündüler.
Birsen Duracık annemizin cenazesi 16 Temmuz 2013 Salı günü Manisa'nın Turgutlu ilçesi Pazar Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra Turgutlu Mezarlığında yakınları ve şehit Selçuk Duracık’ın kader arkadaşları tarafından defnedildi. Ülkücüler Birsen annelerini kaybetmişlerdi ve çok üzgündüler.
Ülkücü Şehit Selçuk Duracık’ın annesi Birsen Duracık’ın cenaze
törenine; Ülkü Ocakları Genel Başkanı Olcay Kılavuz , Milliyetçi Hareket
Partisi Manisa Milletvekili Erkan Akçay,
Manisa Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı Tamer Akkal, Manisa
Belediye Başkanı Cengiz Ergün, 23.Dönem M.H.P Manisa Milletvekilleri Mustafa
Enöz ve Ahmet Orhan, Manisa Ülkü
Ocakları Başkanı Onur Papuşçuoğlu Urganlı Belediye Başkanı Halil Daşkan, Turgutlu
Ülkü Ocakları Başkanı Abdullah Ceylan, Turgutlu M.H.P ilçe Başkanı Şaban Derin,
Ahmetli M.H.P İlçe Başkanı Orhan
Karabina, Ahmetli Ülkü Ocakları Başkanı Burak Bozdemir, çevre İl ve İlçe Ocak
Başkanları, MHP ve Ülkü Ocaklarına gönül vermiş yüzlerce dava adamları ile çok
sayıda Turgutlulu vatandaş katıldı.
Merhumeye Allah’tan Rahmet Diliyor, Mekanı cennet ruhu şad olsun Diyoruz!
Selçuk Duracık Kimdir?
Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu
olup 22 yaşındaydı. Ailece, Manisa'nın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar
satıcılık yapıyordu. Polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden
giderek emniyete teslim olmuş fakat, yargılandığı 12 Eylül adaleti dağıtan
İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 5
Haziran 1983'de Buca Kapalı Cezaevi'nde sabaha karşı asılarak şehit edildi.
İDAM EDİLMEDEN ÖNCE
YAZDIĞI MEKTUP
Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve Rahim olan Alllah'ın adıyla...
Devamlı
var olan, O'ndan O'nunla varlıkta duran, varlığın başlangıcı olmayan...
Zatında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri olmayan, yaratılmışların hiçbirine benzemeyen, Diri, Bilici, İşitici, Görücü , Gücü Yetici, Söyletici, Yaratıcı olmak, sıfatlarına sahip olan Allah u Teala'ya yarattıklarının sayısı kadar hamd-ü senalar olsun, "inşallah".
Zatında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri olmayan, yaratılmışların hiçbirine benzemeyen, Diri, Bilici, İşitici, Görücü , Gücü Yetici, Söyletici, Yaratıcı olmak, sıfatlarına sahip olan Allah u Teala'ya yarattıklarının sayısı kadar hamd-ü senalar olsun, "inşallah".
Bütün
dualar ve iyilikler, O'nun Peygamberi ve en sevdiği kulu, velisi, insanların
her bakımdan her güzeli, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz'e, yıldızlar
kadar parlak olan sevgili aline ve ashabına bunları sevenlere, izlerinde
gidenlere, İslamiyet'in muzafferiyeti için şehit düşenlere olsun, inşallah.
"Es-Selamü Aleyküm" Pek muhterem babacığım ve anneciğim.
Gönül dolusu sevgi; hürmet ve hasretle kucaklaşır, muhabbetlerimle her iki ellerinizden öperim.
"Es-Selamü Aleyküm" Pek muhterem babacığım ve anneciğim.
Gönül dolusu sevgi; hürmet ve hasretle kucaklaşır, muhabbetlerimle her iki ellerinizden öperim.
Ayrıca
Hüseyin abime, Yüksel ve Gülsen kardeşlerime, muhterem dedeme, anneanneme,
teyzeme, dayılarıma, yengelerime ve halalarıma ayrı ayrı selam eder, sevgi ve
hürmet ile büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Cümle Ümmet'i
Muhammed ile birlikte sizlerinde sağlık, sıhhat, saadet ve metanet üzere
olmanızı Rahman ve Rahim olan Rabb'imden can-ı gönülden niyaz ederim.
Muhterem babacığım ve anneciğim, bu mektubu son ebedi yolculuğumuz olan Allah'ın huzuruna çıkmadan önce yazmış bulunuyorum. Yüce Mevla'm sizlere sabır ve dayanma gücü versin. Benim ve sizlerin başına gelen her ne ise, Cenab-ı Mevla'mızdan gelmiştir. Onun için sabır edin, şükredin ki, geçmiş ve gelecek günahlarımız, Mevla'mın vermiş olduğu musibetlerle temizlensin.
Aksi halde sabır etmezsek, Mevla'mızın daha çok musibet belaları üzerimize gelir. Onun için hiç üzülmeyin. Çünkü Yüce Mevla'mız bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurmaktadır: "Kullarımdan birisine bedeninde veya malında veya evladında bir musibet yönelttiğim zaman, sonra da o da güzel bir sabır ile karşılarsa, kıyamet günü onun için mizam kurmak veya onun için defter açmaktan haya ederim." Durum böyle olunca bizlere güzel bir sabır ve şükretmek düşüyor.
Muhterem babacığım ve anneciğim, bu mektubu son ebedi yolculuğumuz olan Allah'ın huzuruna çıkmadan önce yazmış bulunuyorum. Yüce Mevla'm sizlere sabır ve dayanma gücü versin. Benim ve sizlerin başına gelen her ne ise, Cenab-ı Mevla'mızdan gelmiştir. Onun için sabır edin, şükredin ki, geçmiş ve gelecek günahlarımız, Mevla'mın vermiş olduğu musibetlerle temizlensin.
Aksi halde sabır etmezsek, Mevla'mızın daha çok musibet belaları üzerimize gelir. Onun için hiç üzülmeyin. Çünkü Yüce Mevla'mız bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurmaktadır: "Kullarımdan birisine bedeninde veya malında veya evladında bir musibet yönelttiğim zaman, sonra da o da güzel bir sabır ile karşılarsa, kıyamet günü onun için mizam kurmak veya onun için defter açmaktan haya ederim." Durum böyle olunca bizlere güzel bir sabır ve şükretmek düşüyor.
Yine
Yüce Rabbimiz "Ben musibetleri sevdiğim kullarıma veririm"
buyurmaktadır. Böyle olmasaydı Yüce Peygamberimiz musibetleri vermezdi. Hatta
Yüce Peygamberimize (S.A.V.) Efendimiz duasında şöyle diyor: Ya Rabb bana yakın
ver ki, musibetler bana kolay ve hafif gelsin.
"Rivayet
ediliyor ki, Süleyman (Aleyhisselamın) oğlu vefat etti, Süleyman (A.S.) bundan
dolayı çok üzüldü. Bunun üzerine iki melek kendisine geldi. Birisi dedi ki:
"Ben tohum ektim, biçecek zaman geldiğinde buradan bir adam geçti,
ziraatımı mahvetti" Bunun üzerine Süleyman (A.S.) diğerine sordu:
"Sen ne diyorsun?"
O
da dedi ki: "Ben caddeden yürüyordum, ziraatin üzerine geldim. Sağa ve
sola baktım ki, yol ziraatın önünden geçiyor." Süleyman (A.S.) ziraatin
sahibine: "Neden yola ektin, bilmez misin, millet için yol
gereklidir." Ziraat sahibine de: "Sen niye çocuğa üzülüyorsun, bilmez
misin ki ölüm ahiret yoludur?" dedi Süleyman (A.S.) gafletini anladı,
Rabbine tövbe etti.
İşte
babacığım ve anneciğim, sizlerde sakın üzülmeyiniz. Yüce Mevla'mıza sabır ve
şükrediniz. Bizim için böylesi daha hayırlıdır belki, bunu bilemeyiz. Mevla'mız
günahlarımızı affeylesin inşallah.
Peygamberlerden bir tanesi Rabbine şikayette bulunarak dedi ki; "Ya Rab... Mümin kulun sana itaat ediyor. Günahlardan uzaklaşıyor, sen ondan dünyayı alıyor, ona bela veriyorsun. Kafir kulun günahkar oluyor. Sen ondan belayı uzaklaştırıyorsun. Dünyayı onun için yayıyorsun. Bu nasıl olur?.. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, o peygambere vahy göndererek, buyurdu: "Kullar benim. Bela da benimdir. Her birisi benim hamdimde tesbih eder. Mümin kulumun üzerinde günahlar olur. Ben dünyayı ondan alır, belayı veririm.
Bela
o kulun günahlarının kefareti olur. Ta ki, benim huzuruma gelinceye kadar.
Huzuruma geldiğinde de sevaplarının mükafatını ona veri-rim. Kafirin de sevabı
olur. Onun rızkını genişletirim. Belayı ondan uzaklaştırırım. Sevaplarının
mükafatını dünya ile ona veririm. Ta ki, benim huzuruma gelinceye kadar. O
zaman da günahları ile cezalandırırım."
İşte
böyle babacığım ve anneciğim. Sizler ne kadar çok sabrederseniz, ben de ebedi
istirahat hanemde huzurlu ve rahat olurum, inşallah. Bir Hadis-i Kutsi'de şöyle
buyrulmaktadır: "Ey insanoğlu! belama sabreden benden razı olmuş olur.
Sabretmeyen, nimetlerime kanaat getirmeyen kendine başka "Rabb"
arasın. Ey insanoğlu! Belama sabreden benden razı olur."
Sizlerin
sabredeceğini biliyorum. Eğer beni biraz seviyorsanız sakın ağlamayınız,
üzülmeyiniz, Çünkü Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:
"Ölümü üzerine yas tutulan kimse, kıyamet gününde bu yüzden azaba
uğratılır."
Sizler de benim azap, görmemi istemiyorsanız sakın ağlamayın ve yas utmayın, beni ebedi istirahat hanemde rahatsız etmeyin. Dualarınızla beni rahatlatın. Sizler ne kadar sabrederseniz beni o kadar sevindirmiş olursunuz. Dualarınız için şimdiden Allah (c.c.) sizden razı olsun, "inşallah". Muhterem babacığım ve anneciğim.. Yüce Mevla'mız nasip et ki, sizleri son olarak görmeyi biz aciz ve garip kullarından esirgemedi. Sizlere ziyaretle söylemek nasip olmayan helalleşmemizi artık burada yazmak istiyorum.
Sizler de benim azap, görmemi istemiyorsanız sakın ağlamayın ve yas utmayın, beni ebedi istirahat hanemde rahatsız etmeyin. Dualarınızla beni rahatlatın. Sizler ne kadar sabrederseniz beni o kadar sevindirmiş olursunuz. Dualarınız için şimdiden Allah (c.c.) sizden razı olsun, "inşallah". Muhterem babacığım ve anneciğim.. Yüce Mevla'mız nasip et ki, sizleri son olarak görmeyi biz aciz ve garip kullarından esirgemedi. Sizlere ziyaretle söylemek nasip olmayan helalleşmemizi artık burada yazmak istiyorum.
Canım
babacığım ve anneciğim, biliyorsunuz ki, babanın ve annenin hakkı evlatlar
üzerinde çok büyüktür. Ben oğlunuzu bu yükten kurtarın ve hakkınızı helal ediniz
ki, bizler de Mevla'mızın huzurunda perişan olmayalım. Ayrıca dedem, anneannem,
teyzem, dayılarım, yengelerim, halalarım, Hüseyin abim, kardeşlerim Yüksel ve
Gülsen de üzerimde olan haklarını helal etsinler. Beni soran, seven akraba ve
Müslüman kardeşlerimizle de benim için helallesin. Beni bu büyük yükten
kurtarın. Benim hakkım varsa hepinize helal olsun.
Muhterem
babacığım ve anneciğim, Cenab-ı Mevla'mız sırasıyla hepimizi huzuruna alacak.
Sizler sabr ve şükrederseniz, orada inşallah beraber olacağız. Yüce Rabbimiz
cümle ümmeti Muhammed ile birlikte bizleri de dergahına kabul, rızasına mazhar,
Yüce Peygamberimiz (S.A.V.) şefaatine nasip edip, ebedi saadete ulaşmak nasip
eylesin inşallah.
Muhterem
babacığım ve anneciğim, burada aciz satırlarıma ve mektubuma son verirken
Cenab-ı Allah (c.c.)'m rahmeti, mağfireti, af, feyz ve bereketi, Yüce
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin şefaati sizlerin ve
cümle ümmetinin üzerine olsun, inşallah. Allah (c.c.)'a emanet olunuz.
Ölüler için yapılan dualar, nurdan yapılmış tabakalarla onlara takdim edilir. (Hadis-i Şerif)
Ölümü üzerine yas tutulan kimse, kıyamet günü bu yüzden azaba uğratılır. (Hadis-i Şerif)
Ölüye, kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle, kabirde azap olunur. (Hadis-i Şerif)
Yüce Rabbimize kavuşuyoruz. Onun için bizler üzülmüyoruz. Sizler de üzülmeyin.
Aciz ve garip oğlunuz
Ölüler için yapılan dualar, nurdan yapılmış tabakalarla onlara takdim edilir. (Hadis-i Şerif)
Ölümü üzerine yas tutulan kimse, kıyamet günü bu yüzden azaba uğratılır. (Hadis-i Şerif)
Ölüye, kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle, kabirde azap olunur. (Hadis-i Şerif)
Yüce Rabbimize kavuşuyoruz. Onun için bizler üzülmüyoruz. Sizler de üzülmeyin.
Aciz ve garip oğlunuz
SELÇUK DURACIK
Haziran 1983
Kefen Parası Olmayan
Şehitler...
1983
yılının mayıs ayıydı. Konya Askeri Cezaevinden alınarak başka bir mahkemem için
İzmir Buca Cezaevine getirildim.Yol boyunca tam bir ölüm mahkumu muamelesi
görmüş, dünyaya bir veda psikolojisi ile bakmıştım... İçimde bir his "bu
güneşi, bu ağaçları, bu dünyayı bir daha göremeyeceksin" diyordu...
Bu
duygularla bir şafak vakti, Buca Cezaevine teslim edildim. Beni en çok
sevindiren, aylar sonra Buca Cezaevinde bulunan arkadaşlara kavuşmam olmuştu.
İhtilalden üç yıl sonra da, onlarla ilk defa görüşecek, ilk kez de kucaklaşma
imkanı bulacaktım. Ama beni asıl sevindirecek olan, bir kaç hafta önce idam
cezasına çarptırılan Halil Esendağ'la Selçuk Duracık'ı görmem olacaktı.
Bundan dolayı müthiş heyecanlanıyordum.
İdam
alan ve aylarda beri ölüm hücresinde infazı bekleyen arkadaşların halet-i
ruhuyilerini, ölüm cezasını nasıl karşıladıklarını merak ediyordum. Mahkeme
saati yaklaştıkça yavaş yavaş koğuşlardan çıkarılan tutuklular da kapıda
görünmeye başladılar. Gelenler içinden tanıdıklar çıkınca kucaklaşıyor, derin
bir hasretle birbirimize sarılıyor duygulu anlar yaşıyorduk.
Merak
içindeydim, üç yıl görmediğim Halil acaba ne durumdaydı? Neredeyse kesinleşen
cezasını nasıl karşılamıştı? Kafam bu sorularla meşgulken, Halil Esendağ
mütebessim bir yüzle çıka geldi. Yüzü çektiği çilelerle temizlenmiş,
parlatılmış gibiydi. Asırlardır birbirimizi görmemiş insanlar gibi hasretle
kucaklaştık. Sanki kalplerimizden birbirimize tatlı, ılık bir şeyler akıyordu.
Kısa bir hal-hatır fırsatı bile bulamadan gardiyanlar çağırdı, ikişer ikişer
kelepçelenerek ring araçlarına bindirildik. İsteğim üzerine benim elim Halil'in
eli ile kelepçelenmiş; böylece mahkemeye gelinceye kadar yolda bir kaç kelime
konuşma imkanımız olmuştu ...
O
konuşurken bütün dikkatim satır aralarına gizlenmiş gerçek düşüncelerindeydi.
Acaba korkuyor muydu? Acaba herhangi bir irade zaafı geçirmiş miydi? Vakit
ilerledikçe Halil'in tek kelime ile; onu yendiğini ve ona çoktan hazır olduğunu
görecektim. Ölümden bahsederken gülüyor, " Allah (c.c)'tan ne gelirse
baş üstüne" diyordu.
Mahkemeye
gelirken zaman zaman öteki arkadaşların sorularına cevap veriyor, böylece
önceki mahkemeye giderken de olup bitenden haberdar oluyordu...
Bir arkadaş "gönderdiğimiz GELİNLİKLERİ aldınız mı?" diye sorunca "aldık" demiş, "nasıl oldu" deyince de "biraz uzun oldu" deyivermişti.
Sonraları mahkemem İzmir'de kalmama karar verince, bende soruyu soran arkadaşlarla aynı koğuşa konulmuş, o zaman bu gelinlik meselesini sormuştum.
"Nedir bu gelinlik? Ben bir şey anlayamadım." deyince anlattılar.
Geçen mahkeme Halil bizden iki kefen istedi. Devletin idam esnasında giydirdiği kefenin torba gibi bir şey olduğu, o kefenleri giymeleri halinde ellerinin, kollarının içerde kalacağını, rahat can çekişemeyeceklerini söyledi.
Bir arkadaş "gönderdiğimiz GELİNLİKLERİ aldınız mı?" diye sorunca "aldık" demiş, "nasıl oldu" deyince de "biraz uzun oldu" deyivermişti.
Sonraları mahkemem İzmir'de kalmama karar verince, bende soruyu soran arkadaşlarla aynı koğuşa konulmuş, o zaman bu gelinlik meselesini sormuştum.
"Nedir bu gelinlik? Ben bir şey anlayamadım." deyince anlattılar.
Geçen mahkeme Halil bizden iki kefen istedi. Devletin idam esnasında giydirdiği kefenin torba gibi bir şey olduğu, o kefenleri giymeleri halinde ellerinin, kollarının içerde kalacağını, rahat can çekişemeyeceklerini söyledi.
Bizde
koğuşa dönünce, elimizdeki avucumuzdaki parayı bir araya getirdik, iki kefen
alacak parayı bulamadık. Koğuşta 23 kişiyiz, üzerimizden iki kefen parası
çıkmadı. Sonunda bir arkadaşımızın ailesinin getirdiği iki beyaz nevresimi
cezaevi terzisine diktirerek onlara gönderdik. Gelinlik dediğimiz onlara
gönderdiğimiz kefenlerdi...
Çok sonradan anlamıştım "gelinliklerimiz uzun geldi" derlerken kefenleri giydiklerini.. Kim bilir kaç gece Azrail(a.s)'i beklerken öylece sabahlamışlardı...!
Şu satırları yazdığım sırada düşünmeden edemiyorum, 23 ülkücü iki kefen alacak parayı bulamıyordu. Ama halbuki tam o sırada Türkiye'de, Avrupa'da paralar toplanıyor ama nedense bir türlü cezaevine ulaşamıyordu...
Çok sonradan anlamıştım "gelinliklerimiz uzun geldi" derlerken kefenleri giydiklerini.. Kim bilir kaç gece Azrail(a.s)'i beklerken öylece sabahlamışlardı...!
Şu satırları yazdığım sırada düşünmeden edemiyorum, 23 ülkücü iki kefen alacak parayı bulamıyordu. Ama halbuki tam o sırada Türkiye'de, Avrupa'da paralar toplanıyor ama nedense bir türlü cezaevine ulaşamıyordu...
Bu
hareketin kefen soyuculuktan zengin olan nice haini şimdi itibarlı adam rolünde
geziyor; ama kim kimden hesap soracak?
Mahkeme
salonunda duruşma saatini beklerken artık ölümü yendiğine emin olduğum Halil'e
sormuştum." Nasıl bir gecede asılmak istersin?" Halil biraz düşünmüş
daha sonra cevap vermişti...
" Yağmurun hafif
çiselediği bir gecede..."
Duruşmadan
sonra mahkeme benim İzmir'de kalmama karar vermiş, arkadaşlarla birlikte Buca
Cezaevine dönmüştüm. Kapı altında Halil aramızdan alınmış, başka bir aleme
götürülür gibi götürülmüştü. Bunun onu son görüşüm olduğunu biliyordum.
Cezaevinde
gazeteler her sabah bir sergi üzerinde koğuş kapılarına getirilir, tutuklular
mazgal deliğinden uygun gördüklerini alırlardı. Gazetelerimiz bir kaç defa
gelmemiş, sonra da bunun manasını anlamıştık. İdam cezalarının infaz edildiği
günlerde veya mahkumlarla ilgili yeni düzenlemelerin gündeme geldiği günlerde
gazeteler gelmez, böylece tutukluların olay çıkarması engellenmiş olurdu.
4 Haziran'ı , 5 Haziran'a bağlayan baharın bütün tazeliği ile kendini gösterdiği böyle günlerden biriydi. O yıllar bize bahar gelmez, şairin :"Bahar gelmiş, çiçek açmış neyleyim" mısraları dilimizden eksik olmazdı. Sabah günlük haberleri herkesten önce okumak için gazetelerin gelmesini bekliyorduk. Bir saat, iki saat derken vakit öğleyi bulmuştu ama gazeteler gelmemişti. Hepimizin içine kurt düşmüştü. Acaba kim? Bugün kimi asacaklar? Çok beklemeden sorumuzun cevabını almıştık. Bir fırsatını bulan cezaevi terzisi kapıya gelerek mazgalı açmış ve o korkunç haberi vermişti
"Bahçede sehpa kuruluyor, bu gece Halil'le Selçuk'u asacaklar !..."
4 Haziran'ı , 5 Haziran'a bağlayan baharın bütün tazeliği ile kendini gösterdiği böyle günlerden biriydi. O yıllar bize bahar gelmez, şairin :"Bahar gelmiş, çiçek açmış neyleyim" mısraları dilimizden eksik olmazdı. Sabah günlük haberleri herkesten önce okumak için gazetelerin gelmesini bekliyorduk. Bir saat, iki saat derken vakit öğleyi bulmuştu ama gazeteler gelmemişti. Hepimizin içine kurt düşmüştü. Acaba kim? Bugün kimi asacaklar? Çok beklemeden sorumuzun cevabını almıştık. Bir fırsatını bulan cezaevi terzisi kapıya gelerek mazgalı açmış ve o korkunç haberi vermişti
"Bahçede sehpa kuruluyor, bu gece Halil'le Selçuk'u asacaklar !..."
Koca
bir koğuş bir anda depreme uğramış gibi sarsılmıştı. Önce ürkütücü bir
sessizlik ve şok hali
yaşamış, sonra çaresizlik içinde ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette sağa sola
koşturmuştuk. Bu koşuşturma ölüm korkusunun veya panik halinin bir neticesi değil,
çaresizliğin, onlara ulaşamamanın bu zor saatlerde onları teselli edememenin
bir neticesiydi. Acaba kararı radyodan duyunca ne demişlerdi? Genç yüreklerine
korkunun hançeri batmış mıydı? Bütün bir koğuş tek bir kalp olmuş onları
düşünüyor onlarla ölümü paylaşıyorduk.
Haberi
aldıktan bir kaç dakika sonra, mahkumları toplayarak kısa bir konuşma yaptım.
Kur-an bilenlere cüzleri dağıtarak gün boyu sabaha kadar Kur-an okumalarını
söyledim. Yapacağımız tek şey vardı; dua ve Kur-an'la onlara ulaşmak...
Gece
saat 24:00'e kadar iki hatim indirdik. Akşam olunca saat 21:00'den itibaren her
yarım saatte bir koğuş penceresine çıkarak, sela okumaya, Peygamber
Efendimiz(s.a.v)'e salat-ü selam getirmeye başladım. Koğuş penceresinden
yükselen sesin, onların ölümle dolmuş hücrelerine kadar girdiğine inanıyor,
salat-ü selamları o duygularla okuyordum...
Cezaevinde
idamların infazı 01:00'de olurdu. Son defa sela okumak üzere pencereye çıktım.
Halil'in mahkeme salonunda iken söylediği sözler aklıma geldi...
"Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterdim."
"Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterdim."
Elimi
koğuş parmaklıklarından dışarı uzattım, avucumu göğe doğru açtığımda aman
Allah'ım bir yağmur Halil'in duasına icabet edercesine çiseliyordu. Kendi
kendime "Ah Halil'im! O gün Rabbimizden güneşleri yağdırmasını isteseydin,
Rabbim o güneşleri bile yağdırırdı" diye mırıldandım.
Bir koğuş göklerle
birlikte Halil ve Selçuk'a ağlıyordu.
Yorgun
bir geceden sonra gardiyanların, "müdür çağırıyor" çağrısıyla
uyandım. Cezaevi müdürü üç kişiyi odasına çağırmıştı. Halil'in asılmadan önce
her birine ayrı ayrı yazarak bıraktığı hediye ve emanetleri bize takdim
ediyordu. Eşyalarını alarak koğuşa geldik. Halil'in son anda yazdığı yazıları
bizi rahatlatmış, ölüme metanetli gittikleri konusundaki kanaatlerimizi
pekiştirmişlerdi.
Nitekim
koğuşa geldikten sonra bazı gardiyanlar idamı anlatarak: "Bu gece Buca'ya
rahmet yağdı" demişlerdi. Önce Selçuk, sonra Halil idam edilmişlerdi.
İkisi de sehpaya metanetle gelmiş, Kelime-i Şahadet getirdikten sonra
altlarındaki sehpa çekilmişti. İpte bir müddet sallandıktan sonra sanki ilahi
bir el uzanarak ikisini de kıbleye çevirmişti. Bir gardiyan: "Halil'i
indirdiğimizde başındaki takke yana düşmüş, hafif yatmıştı. Biz böyle bir şey
görmedik." diyordu.
Sonra infazda bulunan Buca Muradiye İmamı
şöyle diyordu. "Bana hiç evliya gördün mü diyenlere; evet... Halil ile
Selçuk'u gördüm diyeceğim..."
Halil'in
bize emanet ettiği eşyalar koğuş başkanı olduğum için bana takdim edildi.
Hepsini tek tek inceledim. Özel eşyalarını ayırdım. Notlarını okudum, notlar
daha çok kılınan kaza namazları ile tutulan oruçların listesiydi. Ölümle ilgili
ayet ve hadisler bir sürü ilmihal bilgisi ile ilgili notlar.
Eşyalar
arasında gazete kağıdına sarılmış küçük bir paket dikkatimi çekti. Çorap ve iç
çamaşırı olacağını sanmıştım. Açtım ve baktım ki " Etrafı oyalı yeşil bir
baş örtüsü " o an nasıl duygulandığımı, nasıl bir gözyaşı anaforuna
tutulduğumu anlatamam. Bütün koğuş ağlıyordu.
Rahmetli
Halil tutuklanmadan kısa bir zaman önce evlenmiş, murad alamadan hapishane köşelerine
düşmüştü. İhtimal ki; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde eşinin baş örtüsü
onun dert ortağı olmuştu.
Dağıtabilir
eşyaları dağıttıktan sonra, kalanları postayla babasına gönderdik. Halil'in
babası çok dindar, çok mütevekkil bir adamdı. Annesi de öyle. Çok sonraları
tahliyeden sonra evlerini ziyaret ettiğimde bu aileden böyle bir yiğidin nasıl
çıktığını anlamıştım. Eşyaları gönderdikten takriben iki hafta sonra Halil'in
babasından hepimizi ürperten bir mektup geldi. Şöyle diyordu:
Halil'in annesi; oğlum şehit oldu mu?
Olmadı mı? diye çok
üzülüyordu. Bir gece rüyasında kendini cennette görüyor. Bütün sahabeler
toplanmış Hz. Peygamber(s.a.v.)'i bekliyorlar. Halil'in annesi hanım
sahabilerden birine yaklaşıp soruyor: Bugün burada ne var ki böyle toplanmış
bekliyorsunuz!
Hanım sahabi cevap veriyor: Bilmiyor musun, bugün burada şehit Halil Esendağ'ın düğünü var. Nikahını Hz. Peygamber(s.a.v.) kıyacak onun için bekliyoruz.
Hanım sahabi cevap veriyor: Bilmiyor musun, bugün burada şehit Halil Esendağ'ın düğünü var. Nikahını Hz. Peygamber(s.a.v.) kıyacak onun için bekliyoruz.
Bu
rüyayı kime anlattıysak gözyaşlarını tutamamış mescide kapanıp ağlamıştı.
ŞEHADET 5 HAZİRAN 1983
ŞEHADET 5 HAZİRAN 1983
Kaynak : "Eylül'de gel" dediler. Kitabı.
Hikaye : Yusuf Soylu , Nizamettin Coşkun
Özeltip Bandırma Cezaevi 8.9.1999 / Bandırma
İDAM SEHPALARINDAN HAKK'A YÜRÜDÜLER...
İzmir’de
Şadırvanaltı Camii’nde müezzinlik yapan Kazım Hoca, düşünce ve duygularımın
örtüştüğü bir ağabeyimdi. Bir gün kendisini ziyarete gittim. Kazım Hoca müezzin
odasında bulunanlarla sohbet ediyordu. Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca da
oradaymış. Kazım Hoca orada bulunanlara beni tanıştırırken, Ülkücü olduğumu,
cezaevinde yattığımı söyleyince, Abdullah Hoca da Halil ile Selçuk’un infazında
imam olarak bulunduğunu söyledi. Bu ne güzel bir rastlantıydı Yarabbi...
Bir
müddet sonra, Abdullah Hoca bana, “Ne mutlu onlara. Allah’ın izniyle onlar
şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine
şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şahadet çekerek, ölüme yürüdüler...”
dedi. Bir müddet nefeslendikten sonra, olayı başından itibaren anlatmaya
başladı:
“Daha önce de din görevlisi olarak idam edilen solcu gençlerin infazında bulunmuştum. Onlar infaz sırasında
“Daha önce de din görevlisi olarak idam edilen solcu gençlerin infazında bulunmuştum. Onlar infaz sırasında
-Allah’a
ve dine inanmıyoruz, deyip, telkinde bulunmamı kabul etmemişlerdi. Son arzuları
sorulduğunda, kimi kahve, kimi sigara istemişti. Sehpaya giderken de slogan
atmışlardı. Onlarda bizim insanlarımızdı. İnancı düşüncesi ne olursa olsun,
cezayı hak etsin veya etmesin, gencecik insanların ölümünü seyretmek beni
üzüyordu. Solcular, ahiret hayatına inanmıyorlardı ama inandıkları fikirler
uğuruna hayatlarını feda ediyorlardı. Bu sebeple fikirlerini benimsemesem de,
idealistliklerini taktir ediyordum. Onlar infaz edilirken
-Bunların yerinde imanlı bir insan olsa,
acaba nasıl davranır?, diye içimden geçirmiştim...
Yine bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip,
Yine bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip,
-Hocam,
bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin?, dediler. Otomobillerine binip,
Buca Cezaevi’nin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin
kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu
salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri
oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir
kısmı da üzüntülüydü.
Bir
müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler.
Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında
beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı.
-Selamün
Aleyküm, diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok
eskiden beri tanıyordum...
Orada
bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları Vasiyet
Mektuplarını İnfaz Savcılığı’na teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor,
-Sağlık şikayetiniz var mı?, diye
sorduğunda ikisi de,
-Elhamdülillah taş gibiyiz. Hiç bir
şikayetimiz yok, demişti. Son arzuları sorulduğunda, ikisi de cenazelerinin
ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken
bana çok saygılı davrandılar. Kendilerine,
-Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı
bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahret hayatına
açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara,
dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu.
-Az sonra Allah’a kavuşacaksınız, dedim.
-Az sonra Allah’a kavuşacaksınız, dedim.
-Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza
söyleyin, ölümümüze üzülmesinler, demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar.
Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o
kadar nurlanmıştı ki...
Az
sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle
aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan
parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları
değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda,
dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum...
Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda
korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı
gerektirirdi...
İnfaza önce Selçuk’tan başlandı. Selçuk’un
yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik.
-Allah’a
gidiyorsun Selçuk!, demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu.
Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk
Cellat’a bir şeyler söyleyince Cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli
Kelime-i şahadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı
olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde
ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de
yardımıyla, Selçuk’un boynundan urganı çıkardı... Selçuk’u bir masaya
yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin
okudum... Daha sonra Halil’i getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı. Ona
da,
-Halil, Allah’a gidiyorsun, dedim. O da, tebessümle
başını sallayarak,
-Biliyorum Hocam!, diyerek karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da, Cellat’a bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şahadet getirirken Cellat, tabureyi ayağının altından çekti. Halil de, Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde, ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu… Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum.
Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir müminin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, Cellat’a ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan Cellat’ın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda,
-Biliyorum Hocam!, diyerek karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da, Cellat’a bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şahadet getirirken Cellat, tabureyi ayağının altından çekti. Halil de, Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde, ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu… Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum.
Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir müminin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, Cellat’a ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan Cellat’ın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda,
-Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar
ise,
-Hakkını helal et, dediler... diyerek,
içini çekiyordu…”
Mehmet Karanfil
Kaynak: http://www.yerelgundem.com/haberler/593945/ulkucu_sehit_selcuk_duracikin_annesi_birsen_duracik_vefat_etti.html