SİYASET / 2013-05-07 15:35:11
MHP
Lideri Devlet Bahçeli, "PKK'lı teröristlerin sınır ötesine çekilme
işlemine, yürürlükteki hukuk kaidelerinin neresinde cevaz vardır?" dedi.
Bahçeli Erdoğan'a "Sen kime bağlısın İmralı'ya mı bağlısın, Kandile mi
bağımlısın" diye sordu.
MHP
Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ana yüreğinin, ana kalbinin ve ana vicdanının
teröristlerle pazarlıklara yol yapılmasının bir şeref ve ahlak meselesi
olduğunu belirterek, "Analar ağlamasın sözünü PKK'yla yapılan müzakereleri
masumlaştırmak için saptıranlara sesleniyorum ki, sizlere yazıklar olsun.
Analarımızın hıçkırıklarını, iç çekişlerini ve hüzünlü bakışlarını bölücü
örgütün çıkarlarına yönlendiren eşbaşkanlara, terör düşkünlerine, yeni
mandacılara, zalimlerin paryalarına haykırıyorum ki, hepinize yazıklar olsun, Cenab-ı
Allah sizleri bildiği gibi yapsın" dedi.
ERDOĞAN YAPTIKLARININ BEDELİNİ BİR BİR
ÖDEYECEK
Partisinin
grup toplantısında konuşan Bahçeli, ''Milliyetçi Hareket Partisi'ne dil uzatmak
ve yalanlarla karalamaya çalışmak Başbakan'ı kurtaramayacaktır'' dedi. Bahçeli,
''Beşşar Esad'a 'bebek katili, cani ve katil' diyerek yüklenen, ama bir adım
ötesinde bu sıfatların Türk milleti tarafından verildiği teröristbaşıyla
pazarlıklar yapan Başbakan Erdoğan yaptıklarının bedelini bir bir ödeyecektir.
Çünkü süreç ihanetinin seli hem kendisini hem de bölücü yandaşlarını önüne
katıp sürükleye sürükleye adaletin karşısına çıkaracaktır'' açıklaması yaptı.
YÜCE DİNİMİZ NE ÇEKTİYSE BUNLARDAN ÇEKTİ
Milli
mücadele kahramanları aleyhine fetvalar veren din bezirgânlarıyla, milli ruhu
kırmaya çalışan BOP'çuların ve 63'lüklerin arasında asla bir fark bulunmadığını
kaydeden Bahçeli, "Bunlar şirke kayacak ve firavunlara taş çıkartacak
kadar milli ve manevi değerlere arkalarını dönmüşlerdir. Türklüğe hasımlık
bunların ortak anlayışı, ortak paydasıdır. Vatana kin, bayrağa öfke, millete
karşıtlık bunların müşterek özelliğidir. Yüce dinimiz ne çektiyse bunların
elinden çekmiştir. Sayın Başbakan, 63'lükleri ille de benzeteceğin birileri
varsa, o da milli tarihimize 150'likler olarak geçen sabıkalı hainlerden
başkası olmayacaktır, olmamalıdır." diye konuştu.
PAZARLIK BAŞKA BİR ŞEYDİR, SORGULAMA, BAŞKA
BİRŞEYDİR
Başbakan
Erdoğan'ın MHP'nin iktidar ortağı olduğu dönemde de İmralı canisiyle görüşmeler
yapıldığı iddialarına da cevap veren Bahçeli; "Sayın Başbakan bilmelisin
ki, İmralı canisi sadece ve sadece bağımsız yargı marifetince sorgulanmış,
kendisinden işlediği cinayetlerin hesabı sorulmuştur. Pazarlık başka bir
şeydir, sorgulama, ifade alma, soruşturma ve kovuşturma başka bir şeydir. Nasıl
bir yalana batmışsın ki, sorgulamayla pazarlığı birbirine göz göre göre
karıştırıyor, bundan da çıkar umuyorsun? Sen AKP'ye oy vermiş vatandaşlarımı,
vatansever AKP'li milletvekili arkadaşlarımı saf, bir şey bilmez, bir şeyden de
anlamaz mı sanıyorsun?" diye sordu.
SAYIN BAŞBAKAN SEN KİME BAĞLISIN?
MHP
lideri Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın MHP iktidar ortağı olduğu dönemde kime
bağlıydı sorusuna da şu cevabı verdi: "Bizim kime bağlı olduğumuzu cümle
alem bilmektedir ve bu da büyük Türk milletinden başkası değildir. Sayın
Başbakan asıl sen kime bağlısın? İmralı'ya mı bağlısın, Kandil'e mi bağımlısın?
İcazeti
kimden aldın, kimler tarafından yetkilendirildin, bu hallere nasıl düştün?
Sen
Türkiye Cumhuriyet'i Başbakanı mısın? Yoksa BOP'un kıdemli Eşbaşkanı mısın?
Uyguladığın politikaların fikir babası kim ya da kimlerdir?"
TÜRKLÜĞE HASIMLIK BUNLARIN ORTAK ANLAYIŞI
"Bugün
başlayacağı iddia edilen PKK'lı teröristlerin sınır ötesine çekilme işlemine,
yürürlükteki hukuk kaidelerinin neresinde cevaz vardır?" diye soran
Bahçeli, "Şunlardan herkes emin olsun ki; Hiç kimse İmralı canisinin
affını göremeyecektir. Hiç kimse Kürt kökenli kardeşlerimi PKK'ya kuyruk
yapamayacak, temsilcisi gibi gösteremeyecektir. Hiç kimse PKK'nın Türkiye'yi
rehin almasına şahit olamayacaktır. Hiç kimse aziz şehitlerimizin, kutlu
ceddimizin kemiklerini sızlatamayacak, büyük Türk milletini mahcup
edemeyecektir. Bunun güvencesi milliyetçi - ülkücü vatansever kardeşlerim,
bunun güvencesi "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözlerini bayraklaştırmış
milli iradedir ve bunun teminatı Milliyetçi Hareket Partisi'nin her şeyi göze
alan mücadele kararlılığıdır" dedi.
MHP
Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Milli mücadele kahramanları aleyhine
fetvalar veren din bezirganlarıyla milli ruhu kırmaya çalışan BOP'çuların ve
63'lüklerin arasında asla bir fark yoktur" dedi.
Bahçeli,
partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, gündemdeki konuları
değerlendirdi. Uluslararası Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası'nın 3-11 Mayıs
arasında kutlandığını anımsatan Bahçeli, "Bugünkü ortamda, ihtiyacımız
olan sevgi ve hoşgörüyü Yunus'un mesajlarına nüfuz ederek bulabileceğimizi
biliyor ve inanıyorum" diye konuştu.
''HÜKÜMET İHANETİ MASUMLAŞTIRMAK AMACIYLA
HER PİS TEZGAHTAN İSTİFADE ETMEKTEDİR''
Çözüm
sürecinde Başbakan Erdoğan ve hükümetin en sık başvurduğu konunun ise annelerin
gözyaşları olduğunu ifade eden Bahçeli, şunları söyledi:
''Türkiye,
yaklaşık 10,5 yıldır, karanlık bir dönemin ve fetret devrini aratmayacak
gelişmelerin tasallutu ve tahripkâr sonuçları altında kalmıştır.
AKP'yle
geçen bu sürede, milletimizin aleyhine, devletimizin zararına olacak ne varsa
harekete geçirilmiş, gün yüzüne çıkarılmıştır.
Türkiye
korkularla, kuşkularla ve karmaşık ilişki ağlarıyla bezenmiş ağır bir ortama
mahkûm edilmiş; güven, nezaket, iyi niyet, dayanışma, kardeşlik ve yardımlaşma
yıpranmış ve yere çakılmıştır.
Türkiye'nin son 10,5 yıllık zaman
diliminde;
*Doğruluk gerilemiş, yalan ilerlemiştir.
* Dürüstlük irtifa kaybetmiş, aldatma ve kandırma itibar elde
etmiştir.
* Milli kimlik zayıflamış, Türkiyelilik saçmalığı zafere
yaklaşmıştır.
* Türkçe inmiş, anadil talepleri irileşmiştir.
* Milli ve üniter devlet sistemi kayıplar vermiş, özerklik,
federasyon ve konfederasyon talepleri adım adım mevzi kazanmıştır.
* Milli tez ve iddialar kötülenmiş, bölücü ve terörist emeller
kibirlenmiş, iyice kinlenmiş ve keskinleşmiştir.
AKP'yle
birlikte milli ve manevi değerler anlamsızlığa ve boşluğa bırakılmıştır.
Dört
bir koldan yürütülen istismar kampanyaları, koordinasyon halinde sürdürülen
psikolojik harekâtlar; akıl almaz dedikodulara ve vicdanların kabullenmediği
şaibelere neden olmaktadır.
Hükümet ihaneti masumlaştırmak amacıyla her
pis tezgahtan istifade etmektedir.
Başbakan
Erdoğan, bölünmüş, parçalanmış ve dağılmış bir Türkiye'ye ulaşmak için her yolu
mubah görmektedir.
Bu
nedenle kavramlar asıl anlamlarından soyutlanmakta, manevi kıymetler gerçek
manalarından koparılmaktadır.
Başbakan
ve partisinin bölücülükle uzlaşma çabaları, teröristlerle barışma ve kucaklaşma
arayışları hiçbir şekilde izah edilemeyecek anormalliklere meydan açmakta, ivme
vermektedir.
Bu
uğurda kullanılmadık, malzeme yapılmadık ve aşındırılmadık bir şey de
kalmamıştır.
Ancak
ve ancak bir münafığın, bir gıybet ehlisinin, günahkar bir ruhun
başvurabileceği tüm çirkinlikler pişkince sergilenmekte, kaba şekilde
sahnelenmektedir.
Başbakan
ve hükümetinin en sık müracaat ettiği konu ise analarımızın akan gözyaşlarıdır.
Analar
ağlamasın sözü PKK'yla yapılan pazarlıkların adeta paratoneri olmuş,
hainliklerin gizlendiği adeta bir sığınak olarak görülmüştür.
1
Ağustos 2009 tarihinde başlatılan ve sürekli isim değiştirerek en sonunda milli
birlik ve kardeşlik projesi olarak kararlaştırılan PKK açılımının ilanından
buyana, hükümetin başlıca ezberi analarımızın gözyaşları olmuştur.
Ne
var ki, AKP açıldıkça, yıkıma yol açacak açılımlarla Türk milletinin her
tarafını açtıkça analar ağlamış, gözyaşları sele dönüşmüştür.
Başbakan
Erdoğan'ın PKK'yla kurduğu yakınlık, teröre karşı gösterdiği tolerans,
saldırıları artırarak analarımızın yavrularını toprağa gömmüş ve şehitlerimizin
yası son yurdumuzu baştanbaşa kaplamıştır.
''HİÇBİR ANNE ACI ÇEKMEMELİDİR''
İmralı
canisine ilik nakli yapan, terör örgütüne heyecan veren Başbakan, analarımızı
perişan etmiş, ağıtlar yakmalarına yol açmıştır.
Annelik
elbette yüce bir duygudur.
Annelerimiz elbette her türlü hürmet ve
vefaya layıktır.
Hiçbir anne acı çekmemelidir.
Fani
hayatta hiçbir anne evlat acısıyla imtihan edilmemelidir.
Annelerimizin mübarek gözyaşları mezar
taşlarının başında dökülmemeli, kınalı elleri evlatlarının sere serpe yattığı
kara toprağa değmemelidir.
Anne
feryadı dayanılmazdır.
Anne
çığlığı katlanılamazdır.
Biliyoruz
ki, ateş düştüğü yeri yakmaktadır.
Biliyoruz
ki, şehit evlatlarının sızısını en çok analar, babalar, eşler ve yavrular
çekmektedir.
Bu
itibarla Başbakan ve hükümetinin annelerimizin gözyaşlarını istismar etmeleri
tarifi ve tanımı olmayan bir çarpıklıktır.
Hafta
sonu idrak edeceğimiz Anneler Günü öncesinde herkesin bir kez daha konumunu,
beyanlarını ve niyetlerini gözden geçirmesi şarttır.
Ana
yüreğinin, ana kalbinin ve ana vicdanının kanatılmaması, teröristlerle
pazarlıklara yol yapılmaması bir şeref ve ahlak meselesidir.
Biz
annelerimizin beklentilerini biliyoruz.
Biz
annelerimizin özlemlerinin farkındayız.
Ve
biz gencecik evlatlarını kaybeden tüm annelerimizin acısını da paylaşıyoruz.
Annelerimizin
yaşlı gözleri, üzgün yüzleri bölücülerin geçim kapısı değildir.
Analar
ağlamasın sözünü PKK'yla yapılan müzakereleri masumlaştırmak için saptıranlara
sesleniyorum ki, sizlere yazıklar olsun.
Analarımızın
gözyaşlarını teröristlerin ölüm saçan niyetleriyle eşitlemeye kalkan
pazarlıkçılara açıklıyorum ki, sizlere yazıklar olsun.
''TÜRK MİLLETİNİN İÇİNDEN ÇIKAN HER
KAHRAMANI BİR ANNE YETİŞTİRMİŞTİR''
Analarımızın
hıçkırıklarını, iç çekişlerini ve hüzünlü bakışlarını bölücü örgütün
çıkarlarına yönlendiren eşbaşkanlara, terör düşkünlerine, yeni mandacılara,
zalimlerin paryalarına haykırıyorum ki, hepinize yazıklar olsun, Cenab-ı Allah
sizleri bildiği gibi yapsın.
Annelerimizin
yetişmemizdeki payı ve emekleri paha biçilemezdir.
Bizi
dünyaya getirip büyüten, yemeyen yediren, içmeyen içiren, giymeyen giydiren,
sabırla üzerimize titreyen annelerimiz güzelliğin, merhametin, inceliğin ve
sevginin eşsiz yüzleridir.
Yüce
Dinimiz İslam, Cennetin annelerin ayağının altında olduğunu müjdelemiş, anneye
verdiği önem ve değeri bu şekilde göstermiştir.
Türk milletinin içinden çıkan her kahramanı
bir anne yetiştirmiştir.
Bu
coğrafyayı bize vatan yapan ecdadımızın beşiklerini de anneler sallamıştır.
Belki
annelerimiz kavrulmuştur, belki üzülmüştür, belki de figanlarla bağırlarını
dövmüştür; ama evlatlarının fedakârlıklarıyla, üzerinde yaşayacağımız bir
vatan, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz bir millet, sonsuza kadar sahipleneceğimiz
bir Türk ismini miras olarak bırakmışlardır.
Merhum
şairimiz Mithat Cemal Kuntay'ın ifade ettiği gibi; bayrakları bayrak yapan
üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
Hamd
olsun, Türk vatanı kendisini feda etmekten kaçınmayan evlatları konusunda
talihlidir.
Türk
milleti varlığını koruyan hayır dualı isimler açısından şanslısıdır.
Vatan
ve milletimiz, canından olan aziz şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine asırladır
hür ve müstakil şekilde yaşamaktadır.
Bunun
arkasındaki yegâne güç de elleri öpülesi analarımızdan başkası değildir.
Ve
hiçbir şehit anası da, teröristlerin, kanlı ellerin yakınlarıyla aynı
kategoriye sokulamayacak, bir ve aynı görülemeyecektir.
Şehit
analarımız bizlere emanettir.
Şehit
analarımız bizlerin haysiyetidir.
Evlatları
boşa mücadele etmemiştir.
Kınalı
kuzuları boş yere canından olmamıştır.
Aksini
düşünenlere fırsat tanımayacağız, Allah'ın izniyle ağızlarının payını da her
ortamda vereceğiz.
İnanıyorum
ki, analar ağlamasın temennisiyle kirli niyetlerine mazeretler arayanlara en
kalıcı ders ve istismarlarına en etkili karşılık da bizzat annelerimiz
tarafından verilecektir.
Bu
vesileyle, tüm şehitlerimize ve hayatlarını kaybeden elleri öpülesi
annelerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum.
Aramızda
bulunan annelerimiz başta olmak üzere, bütün annelerin Anneler Günü'nü şimdiden
tebrik ediyor, hepsine saygılarımı sunuyor, mutlu ve huzurlu bir Türkiye'nin
temellerini birlikte atacağımıza içtenlikle inanıyorum.
''İSTANBUL'DAKİ MANZARALAR, TERÖRİSTLERİN
DAĞDAN ŞEHRE İNDİĞİNİN EN AÇIK KANITI OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİDİR''
Geçtiğimiz
hafta İstanbul'daki 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarının sancılı ve
sarsıcı olaylara neden olması hepimiz için üzüntü verici olmuştur.
Taksim
inatlaşması yüzünden sokaklar savaş alanına dönmüş, saldırı ve mütecaviz
eğilimler tehlikeli şekilde tırmandırılmıştır.
En
başta hükümet, muhtemel hadiselerin seyrini okuyamamış, gerekli tedbirleri
alamamış, işçilere ve sendikalara yalnızca "Taksim'e gelmeyin" demekle
iktifa etmiştir.
Gerilimin
yönünü göremeyen veya görmek istemeyen hükümet, 1 Mayıs kutlamalarına
katılanlara orantısız güç kullanarak Türkiye'yi tıpkı bir üçüncü dünya
ülkesinin seviyesine indirmiştir.
Hedef
ayrımı yapılmaksızın gerçekleştirilen kontrolsüz ve ölçüsüz müdahaleler 1
Mayıs'ı kana, gaza ve tazyikli suya bulamıştır.
Bu
ortamı fırsat bilen marjinal ve aşırı uç örgüt militanları sahneye çıkmışlar,
bir kez daha şiddet ve saldırılardan nasıl geçindiklerini canice
göstermişlerdir.
Kalabalıkların
arasına sızan bölücü ve yıkıcı unsurlar, sapanlarla, demir misketlerle,
kaldırım taşlarıyla ve molotoflarla zehir saçmışlardır.
Şehir
eşkıyaları arabaları yakmışlar, camları kırmışlar ve etrafa her türlü zararı
vermişlerdir.
Bu
arada yasadışı bir örgüt üyesi olarak gösterilen 17 yaşındaki bir kız çocuğunun
başına da gaz bombası isabet etmiş, 1 Mayıs'ın anlam ve özelliği tamamen
gölgelenmiştir.
Günlerdir
bu kız çocuğunun elinde taşıdığı şişenin sirke mi, molotof mu olduğu yazılmış,
çizilmiş ve tartışmaların odak noktasına yerleştirilmiştir.
Diğer
provokatörlerin, saldırganların ve azmettiricilerin üzerine gidilmesi
gerekirken, meselenin magazinleştirilmesi, söz düellolarına boğulması elbette
kabul edilemeyecektir.
Bizim
en çok dikkatimizi çeken husus ise, sözde çözüm ve barış sözlerinin ulu orta
seslendirildiği bir dönemde, huzurdan bahsedildiği bir tarih aralığında, bu
esef verici olayların zuhur etmiş olmasıdır.
Görülmektedir
ki, sınır ötesine çıkma hazırlığı yaptığı ileri sürülen teröristlerin
uzantıları şehirleri mesken tutmuşlar; resmen 1 Mayıs'ı kundaklamışlar ve
terörize etmişlerdir.
İstanbul'daki
manzaralar, teröristlerin dağdan şehre indiğinin en açık kanıtı olarak
değerlendirilmelidir.
Süreç
ihaneti bu canilere fayda etmemiş, bayramlaşma ve helalleşme zırvaları da bir
sonuç doğurmamıştır.
Bizim
açımızdan önemli bir başka konu ise, işçi sendikalarının göz göre göre yangına
körükle gitmeleridir.
Bilindiği
üzere, bu sendikalardan bazılarının genel başkanları sözde Akil İnsanlar Heyeti
içinde yer almıştır.
Anlaşılan
bunların aklı kendilerine bile yetmemiş, çözüm ve barış şakşakçılığına
soyunmaları bir işe yaramamıştır.
Hükümetle
DİSK ve diğer bazı sendikalar arasındaki itiş kalkış emeğin ve dayanışmanın
gününü sabote etmiş, sulandırmış ve ileri demokrasi iddialarının aslında ilkel
bir demokrasiden başka bir şey olmadığını ortaya koymuştur.
Taksim
inatlaşması Türkiye'yi germiş, İstanbulluların huzurunu kaçırmıştır.
Temennim
odur ki, 1 Mayıs günü, İstanbul'da şahit olunan çirkin tablodan başta AKP
hükümeti olmak üzere herkes gereken dersleri çıkarmalıdır.
Burada,
bazı münferit aşırılıklar ve sert tutumlar dışında, talimatları uygulayan
emniyet güçlerimizi topyekûn suçlamak ve töhmet altında bırakmak da bize göre
doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Sorgulamak
lazımdır ki, toplumsal güvenliği temin etmekten bile aciz, asayiş ve düzeni
sağlamaktan dahi bihaber olan iktidar anlayışıyla daha nereye kadar gidilecek,
bu yeteneksiz kadrolara ne kadar tahammül edilecektir?
Başbakan
ve hükümeti başarısızlığın markası haline geldiklerini anlamalıdırlar.
Yetersizliğin,
tahammülsüzlüğün ve öngörüsüzlüğün içine battıklarını daha fazla kırıp
dökmeden, daha da küçülmeden fark etmelidirler.
''TARİHİN HER DEVRİNDE TÜRK MİLLETİNE DÖNÜK
AYAK OYUNLARI, KUMPASLAR, AÇIK VEYA GİZLİ OPERASYONLAR HİÇ BİTMEMİŞTİR''
Bir devletin üç kurucu unsuru vardır. Bunlar; ülke, millet ve
egemenlikten oluşmaktadır.
Bu
üç unsur birbiriyle yakından ilgili ve ilişkili olup, birbirini
tamamlamaktadır.
Devletin
oluşması, saygın bir yere ulaşması ve meşru bir mevkie gelmesi bu üçlü yapının
varlığıyla mümkündür.
Adalet
ise kurucu unsurlar arasındaki dengeyi ve devamlılığı sağlayan en önemli
bağlayıcı ve düzenleyici faktör olarak varlığını göstermektedir.
Aziz
ecdadımızın kurduğu tüm devletlerde bu esaslar hayati nitelik taşımıştır.
Bunlardan
birisinden verilecek tavizin nerede duracağı, nereye kadar uzanacağı ve hangi
neticelere ortam açacağı az çok bellidir.
Bu
yüzden Türk devlet sisteminde beka meselesi, bütünlük kaygısı her zaman önemli,
her zaman öncelikli ve her zaman ilk sıradadır.
Türk
devlet geleneğinde tesadüflere yer yoktur.
Kurucu
unsurlar arasında hiyerarşi, derecelendirme ve sıralama yapılmamış ve hatta
yapılmasına da gerek duyulmamıştır.
Ülkemiz
son derece stratejik bir coğrafyanın içinde, küresel enerji ve ulaştırma
yollarının güzergahında bulunduğundan dolayı üzerindeki hesaplar hiç eksik
olmamış ve düşmanca tavırlar hiç azalmamıştır.
Tarihin
her devrinde Türk milletine dönük ayak oyunları, kumpaslar, açık veya gizli
operasyonlar hiç bitmemiştir.
Son
yurdumuzdaki hayat haklarımız, birlik ve devamlılığımız birilerini sürekli
rahatsız etmiş, farklı arayışlara yöneltmiştir.
Bazen
doğrudan, bazen dolaylı olsa da, zalim amaçlar, emperyal hedefler
zayıflamamızı, birbirimize düşmemizi ve iç karışıklığa sapmamızı temin etmek
için tetikte beklemişler, bundan da hiç yorulmamışlardır.
Bu
çevrelerin gayeleri, Türk milletinin birliğini kırmak ve ateşe atmak noktasında
toplanmıştır.
Bu
çevrelerin gayeleri, Türklüğün bitirilmesi, bin yıllık hukukun bozulması ve
bağımsızlığımızın kaybedilmesi konusunda düğümlenmiştir.
Bunun
için de her komplonun içine, her karanlık ilişkinin ortasına hevesle
girmişlerdir.
Son
vatanımızdaki varlık ve birlik haklarımıza kem gözle bakan küresel şarlatanlar,
içimizdeki işbirlikçi kolları, bunların silahtarlığını yapan cinayet
şebekeleri, ekonomik tetikçiler, özgürlük ve demokrasi dalkavukları, besiye
çekilen bazı sözde aydınlar esaretin lobisi olarak yan yana dizilmişlerdir.
Bunlar
tarihin her devrinde iştahlı şekilde intikamlarını bilemişler, türlü
yöntemlerle önümüze kuyu kazmışlar, kurucu unsurları yok etmeyi ve çatısını
uçurmayı amaçlamışlardır.
Milletçe
kaybettiğimiz her toprağımızın, geride bıraktığımız her insanımızın ve her
hayal kırıklığımızın merkezinde bu insan suretinde dolaşan vahşiler,
fırsatçılar ve ruhunu satmışlar vardır.
Bunlar
ki, Balkan yenilgisinden dolayı coşmuşlar, adeta bayram ilan etmişlerdir.
Bunlar
ki, kutsal topraklardan geri çekilmemize kınalar yakmışlardır.
Bunlar
ki, Birinci Dünya Savaşı'ndan boynumuz bükük çıkmamıza methiyeler düzmüşlerdir.
Bunlar
ki, Paris Barış Konferansı'ndaki aşağılamalara, Sevr Barış Anlaşmasıyla
dayatılan ölüm metnine mersiyeler yazmışlar, övgüler yağdırmışlardır.
Hatta
ve hatta, son yurdumuzun paramparça olma ihtimalini, dış dünyaya ve denizlere
bağı büyük oranda kopmuş bir avuç toprağın bahşedilmesini alkışlamışlar ve
tasdik etmişlerdir.
Ne
de olsa barış sağlanmış, ne de olsa kan durmuş, ne de olsa savaş bitmiştir.
Artık
silahlar konuşmayacak, ölümler yaşanmayacak, düşman bayrağı asılınca her şey
tozpembe olacaktır.
''YİNE KÖKSÜZ, SOYSUZ VE ALENGİRLİ ÇÖZÜM
DİYEREK YAYGARA KOPARANLAR MEYDANA ÇIKMIŞTIR''
Bölücüler,
milleti bilmeyen ilkel beyinler, işgalcilere şirin görünerek koltuklarında
kalacaklarını zanneden iktidar sahipleri, köleliği benimsemiş nankörler, manevi
değerlerimizi istilacıların menfaatine koşan vicdansızlar bu kötülüğe hizmet
etmişler ve teşvik etmişlerdir.
Çok
şükür Türk milletiyle ters düşmüş lekeli güruhun evdeki hesabı milli mücadele
ruhuna uymamış, alevlenen bağımsızlık ülküsü Türk vatanını hainlerden,
sömürgecilerden ve yabancıları dost bilen gafillerden kazımıştır.
Ancak
bugün benzeri bir tehlike ve tehditlerle tekraren yüze yüze kaldığımız
kesinlikle inkâr edilemeyecektir.
Yine
ne olduğu belirsiz barış isteyenler başını kaldırmıştır.
Yine
köksüz, soysuz ve alengirli çözüm diyerek yaygara koparanlar meydana çıkmıştır.
Yine
işbirlikçi kafile küresel hesapların peşine düşmüştür.
Yine
teröristler, maneviyat işportacıları süreç diyerek bir araya gelmişlerdir.
Zorbalar
ittifak halindedir.
Milliyetçilikten
korkan, milletin birliğinden ürken izansızlar ayaktadır.
Türk
milletini bölünmeye ikna etmek, PKK'yı meşrulaştırmak için tüm imkanlar
seferber edilmektedir.
Başbakan
Erdoğan ve İmralı canisi ortaklığının güdümüne girenler Türkiye'ye etnik nifak
ihraç etmek, hüsran ve hezimet nakil etmek için ellerinden geleni yapmaktadır.
63'lükler
yurdumuzun her köşesinde bölücülüğün propagandasıyla meşguldür.
Başbakan
Erdoğan'ın maşa olarak kullandığı ve vaatlerle Anadolu'nun bereketli bağrına
gönderdiği 63 aklını yemiş bir ayı aşkındır faaliyet halindedir.
Başbakan
şimdi de bunları milli mücadele yıllarında teşekkül ettirilen 'İrşad Heyeti'ne
benzetmiş ve akıllara durgunluk veren bir cahilliğin içine batmıştır.
Bir
defa, bırakınız 63'lükleri İrşad Heyeti'yle bir görmeyi, bu ikisi arasında
benzerlikler ya da paralellikler kurmak dahi kimsenin harcı değildir.
Eğer
kast ettiği sonu t ile biten irşat kelimesinin "çirkin ve suratsız"
olan bir diğer anlamı ise diyeceğimiz bir şey yoktur.
''TÜRK MİLLETİ YANLIŞ YOLDA MIDIR Kİ
BİRİLERİ İRŞADLA VAZİFELENDİRİLMİŞTİR?''
Biliniz
ki, 63'lükler PKK'nın elinden tutmuş, bölücü hedeflerin mihmandarı olmuş ve
bölünmeyi vaaz etmiştir; İrşad Heyeti ise Türk milletinin birliğini ve
bağımsızlığını savunacak yüksek ahlakla gönüllere girmiş, saygıyı hak etmiştir.
63'lükler,
Öcalan canisine bebek katili denmesin diyerek taraflarını belli etmiştir; İrşad
Heyeti de Anadolu'daki isyan ve işgal konusunda milletimizi aydınlatmış, milli
mücadeleye çağırmış ve milliyetçiliğin yanında durmuştur.
Hele
hele sormak lazımdır ki, bu 63 kişi Başbakan'a göre kimleri irşad, yani doğru
yola getirmekle görevlendirilmiştir?
Türk milleti yanlış yolda mıdır ki birileri
irşadla vazifelendirilmiştir?
Türk
milleti terbiye edilmesi ve hizaya getirilmesi gereken kuru bir kalabalık mıdır
ki irşad edilmektedir?
Aziz
milletimiz bunları duymalıdır.
AKP'ye
oy veren muhterem kardeşlerim Başbakan'ın gerçek yüzünü tanımalıdır.
Başbakan'a
göre bunlar irşad heyetiyse, mürşid kimdir, kimlerden oluşmaktadır?
Bu
durum karşısında, Başbakan kendisini nerede görmektedir?
Bu
zihniyet ilginç şekilde 63'lüklere tepki gösterenlerin toplamda 4 bin 980 kişi
olduğunu ifade etmiştir.
Sayın
Başbakan; ya sen dört işlemi bilmiyorsun, yeniden abaküs başına oturman
lazımdır; ya da birileri seni ciddi şekilde yanıltmaktadır.
Doğrudur,
merhum Mehmet Akif Ersoy'da İrşad Heyeti'nin içinde bulunmuştur.
Başbakan
ve 63 akilli bilmiyorsa hatırlatırım ki;
Merhum
vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 19 Kasım 1920 günü Kastamonu Nasrullah
Camii'nde yaptığı heyecan düzeyi yüksek konuşmasının bir bölümünde aynen
şunları ifade etmiştir:
"Milletler
topla, tüfekle, zırhlı ordularla, tayyarelerle yıkılmıyor ve yıkılmaz.
Milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek herkes kendi başının derdine,
kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır.
Atalarımızın "Kale içinden alınır" sözü kadar büyük bir söz
söylenmemiştir, evet, dünyada bu kadar sağlam, bu kadar şaşmaz bir düstur
yoktur."
Ülkemizin
bugünkü hal ve gidişatına baktığımızda, 93 yıl önce dile gelen bu sözlerin ne
kadar doğru ve isabetli olduğu muhakkak ki anlaşılabilecektir.
Bugün
kalemiz içten tahrip edilmektedir.
''BAŞBAKAN ERDOĞAN MİLLETE OMUZ SİLKERKEN,
BÖLÜNMÜŞLÜĞE OMUZ VERMEKTEDİR''
Başbakan
ve 63'lükler bu amaçla yekpare ve yekvücut olmuş asil milletimizi yanlışa ortak
etmek ve PKK'nın tezlerini onaylatmak için her kılığa girmektedirler.
Kaba
ve üstünkörü bir siyaset metoduyla gayri milli, gayri insani ve gayri ahlaki
tüm yollara tevessül etmektedirler.
Başbakan
Erdoğan millete omuz silkerken, bölünmüşlüğe omuz vermektedir.
63'lükler
bölücülüğe göz kırparken, milletimizi yalanlarla, asılsız bilgilerle oyalarken,
milli değerlerimizi dağlamaktadırlar.
Bunlar
tezatların ve tereddütlerin bağrına çöreklenirken, Türk milletinin vakarından,
milli şuurun uyanmasından ürkmekte, korkmakta ve tepkileri değersizleştirmeye
yeltenmektedir.
Bu
63'lükler, manevi emanetlerimizi, mübarek mirasımızı ve kutsi inançlarımızı
ikbal arayışlarına, kinle pekişmiş istikbal kaygılarına telaş ve panikle
seferber etmekten dolayı yüzleri kızarmamaktadır.
Şundan
emin olun ki, milli mücadele kahramanları aleyhine fetvalar veren din
bezirgânlarıyla, milli ruhu kırmaya çalışan BOP'çuların ve 63'lüklerin arasında
asla bir fark yoktur.
''YÜCE DİNİMİZ NE ÇEKTİYSE BUNLARIN ELİNDEN
ÇEKMİŞTİR''
İşgalcilerin
menfaatini gözeten, emperyalizmin uşaklığından terfi uman şahsiyetsizlerle;
bölücü terörün aklanması, canilerin itibar ve saygınlık kazanması için uğraşan
dışı İslam, içi küresel proje olan sefalet yuvaları yakın akrabadır ve birinci
dereceden de hısımlardır.
Geçmişten
bugüne bunların çizgileri hiç değişmemiştir.
Bunlar
şirke kayacak ve firavunlara taş çıkartacak kadar milli ve manevi değerlere
arkalarını dönmüşlerdir.
Tarih
boyunca Türk milleti bu bozguncularla ve bu düşmanca bakışlarla sürekli muhatap
kalmıştır.
Bunların
kökü hiç kurumamış, bunların nesli hiç tükenmemiş ve bunların arkası hiç
kesilmemiştir.
Türklüğe
hasımlık bunların ortak anlayışı, ortak paydasıdır.
Vatana
kin, bayrağa öfke, millete karşıtlık bunların müşterek özelliğidir.
Yüce
dinimiz ne çektiyse bunların elinden çekmiştir.
İslam'ın
sancaktarı, İslam'ın yüz akı, İslam'ın kınına girmeyen kılıcı büyük Türk
milleti, değişik zamanlarda bunların her şekle ve her kalıba giren oyunlarıyla
karşılaşmıştır.
İsimler
değişmiş, sıfatlar başkalaşmış, mekânlar farklılaşmış, ama niyetler hiç
değişmemiştir.
Çağlar
nehir gibi akmış, zaman rüzgâr gibi geçmiş; küfrün, şirkin ve cahilliğin
boyutları hiç azalmamıştır.
Güzelliğin
çirkinlikle, doğruluğun yalanla, rahmani tutumun iblisle ezelden başlayan
müsabakası hiç dinmemiş ve dinmeyecektir.
Bu
aşamada son olarak diyeceğim odur ki, Sayın Başbakan, 63'lükleri ille de
benzeteceğin birileri varsa, o da milli tarihimize 150'likler olarak geçen
sabıkalı hainlerden başkası olmayacaktır, olmamalıdır.
''PAZARLIK EDİLEN TÜRK MİLLETİDİR''
Başbakan
Erdoğan, bölücülüğün ikinci el piyasasında, İmralı canisi ve terör örgütüyle
inanılmaz bir pazarlığa tutuşmuştur.
Pazarlık
edilen Türk milletidir.
Pazarlık
edilen Türk vatanıdır.
Pazarlık
edilen başkanlık sistemiyle birlikte özerklik, federasyon ve konfederasyondur.
Başbakan
Erdoğan İmralı'da pazarlıkçı, Kandil'de barışçı, Ankara'da çözümcü, haftaya
gideceği Vashington'da BOP'çu, Erbil'de peşmergeci, Brüksel'de AB'ci, Erivan'da
Taşnak'çı, geçmişte milli görüşçü, şimdilerde hamuduyla götürücü ve iftiracı
olarak oldukça farklı özellikleri üzerine almıştır.
Bizim
hükümet olduğumuz yılları ağzına dolayan Başbakan, kendisini rehabilite ve
teskin etmek amacıyla, iktidar yıllarımızda İmralı canisiyle görüşüldüğünü
ileri sürmüştür.
İmralı'da
yatan canibaşı 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanmıştır.
Bir
gün sonra Türkiye'ye getirilmiş ve doğruca İmralı cezaevine gönderilmiştir.
Bunlar
oluyorken Milliyetçi Hareket Partisi henüz TBMM'de değildir ve 56'ıncı hükümet
işbaşındadır.
Terösitbaşının
yargılanmasına 31 Mayıs 1999 tarihinde başlanılmıştır.
Sayın
Başbakan bilmelisin ki, İmralı canisi sadece ve sadece bağımsız yargı
marifetince sorgulanmış, kendisinden işlediği cinayetlerin hesabı sorulmuştur.
Pazarlık
başka bir şeydir, sorgulama, ifade alma, soruşturma ve kovuşturma başka bir
şeydir.
Nasıl
bir yalana batmışsın ki, sorgulamayla pazarlığı birbirine göz göre göre
karıştırıyor, bundan da çıkar umuyorsun?
Sen
AKP'ye oy vermiş vatandaşlarımı, vatansever AKP'li milletvekili arkadaşlarımı
saf, bir şey bilmez, bir şeyden de anlamaz mı sanıyorsun?
Başbakan
ayrıca bize 1999 yılında, "Genelkurmay mı size bağlıydı, yoksa
hükümetiniz mi Genelkurmay'a bağlıydı? MİT mi size bağlıydı, siz mi MİT'e
bağlıydınız? Jandarma mı size bağlıydı, yoksa siz mi Jandarma'ya bağlıydınız?
Adalet Bakanlığı mı size bağlıydı, yoksa siz mi Adalet Bakanlığı'na
bağlıydınız?" türünden zincirleme sorular yöneltmiştir.
Sayın
Başbakan acaba vereceğim cevapları idrak edebileceğin ve özümseyebileceğin bir
algılama kabiliyetin var mı, doğrusunu istersen merak ediyorum.
Bizim
kime bağlı olduğumuzu cümle alem bilmektedir ve bu da büyük Türk milletinden
başkası değildir.
Bizim
Türk milletinden başkasına yüz sürmemiz, vesayetini kabul etmemiz ve telkini
altına girmemiz ne duyulmuş, ne de görülmüş bir şeydir.
''SEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANI MISIN?
YOKSA BOP'UN KIDEMLİ EŞBAŞKANI MISIN?''
Pazarlık
yapa yapa senin gözün hiçbir şey görmemekte, kafan bir şeyi almamaktadır.
Milliyetçi
Hareket Partisi'nin direncini kırmak, itibarını zedelemek Başbakan'ın çapını ve
zihin çerçevesini aşacak ve komik durumlara düşürecektir.
Sayın
Başbakan asıl sen kime bağlısın?
İmralı'ya
mı bağlısın, Kandil'e mi bağımlısın?
İcazeti
kimden aldın, kimler tarafından yetkilendirildin, bu hallere nasıl düştün?
Sen
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı mısın? Yoksa BOP'un kıdemli Eşbaşkanı mısın?
Uyguladığın
politikaların fikir babası kim ya da kimlerdir?
Başbakan
Erdoğan tarih olmaktansa tarih yaptıklarını iddia etmiştir.
Başbakan'ın
yaptıklarını söylediği tarih milletimizin yararına olmadığına göre, kimlerin
lehinedir?
Başbakan
Erdoğan hangi tarihten bahsetmektedir?
Söylemeye
çalıştığı, İmralı canisiyle yürüttüğü pazarlıklar tarihi midir?
PKK'yla
birlikte başrol oynadığı tarih yeni Anayasayı da kapsamına almakta mıdır?
Altı
adımda teröristler nasıl aklanırın ya da üç aşamada Türkiye nasıl bölünürün
tarihi mi yazılmaktadır?
Başbakan
Erdoğan 57'nci koalisyon hükümetiyle uğraşmayı bir kenara bırakarak bu
soruların cevabını vermelidir.
Bugün
herkesin kalitesi, hedefi ve niyeti ortadadır.
Milliyetçi
Hareket Partisi'ne dil uzatmak ve yalanlarla karalamaya çalışmak Başbakan'ı
kurtaramayacaktır.
Beşşar
Esad'a bebek katili, cani ve katil diyerek yüklenen, ama bir adım ötesinde bu
sıfatların Türk milleti tarafından verildiği teröristbaşıyla pazarlıklar yapan
Başbakan Erdoğan yaptıklarının bedelini bir bir ödeyecektir.
Çünkü
süreç ihanetinin seli hem kendisini hem de bölücü yandaşlarını önüne katıp
sürükleye sürükleye adaletin karşısına çıkaracaktır.
Bu
arada, Başbakan'ın hatırına birden bire merhum Başbakanlarımızdan Necmettin
Erbakan Hocamız gelmiştir.
Yaşarken
sırtından vurduğu merhum Erbakan'ı bugünlerde anması, gecikmeyle de olsa yediği
hakkının karşılığını vermeye çabalaması kendisi adına bir gelişmedir.
Başbakan
Erdoğan'ın 1993 yılı Kasım ayında yaptığı bir konuşmasında; "benim
memurum işini bilir demek suretiyle rüşveti, yolsuzluğu, suiistimali
meşrulaştırmakla" suçladığı merhum Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut
Özal'ı takdir ve şükranla idrak etmesi de bir o kadar manidardır.
Başbakan
Erdoğan çözüm ve barış sözleriyle milletimizi kandırmaya bu iki değerli devlet
adamını kullanarak ulaşacağını zannediyorsa yanıldığını kesinlikle görecektir.
Bu
siyaset anlayışının, yaşarken vefa göstermediklerini, ebediyete göçtükten sonra
hatırlaması geçtir, istismardır ve tıpa tıp şark kurnazlığıdır.
''SÜREÇ, BİR AYRIŞMA VE İKİYE BÖLÜNME İLE
BİLE SINIRLI KALAMAYACAK...''
Gerek
bugüne kadar yaptığımız bütün uyarılar, gerekse hükümetin sözde çözüm sürecine
verdiğimiz tepkiler tutarlı, samimi ve milli gerçeklere dayanmaktadır.
Hükümetin
İmralı canisiyle birlikte düğmeye bastığı süreç hıyaneti, küresel güç
tarafından bölgemizin yeniden tanzimine yönelik olarak sütre gerisinden
tekemmül ettirilen parçalanma ve dağılma projesidir.
Başbakanın
eşbaşkanlığını yaptığı ve özellikle İslam dünyasının yıkımı ile sonuçlanacak
olan Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir ayağıdır.
Bunun
yanı sıra, hükümetin terörle demokrasi arasında kurmaya çalıştığı yanlış
ilişkiler ağı ve bu konulardaki şaşı bakışı özellikle Avrupa Birliği
dayatmalarının eseridir.
Terör
sona erecek, analar ağlamayacak, huzur gelecek, ekonomi büyüyecek, sorunlar
bitecek gibi kavramlarla ilerletilen çözüm süreci, bu kıvam ve dozda giderse
çok büyük siyasal, sosyal sorunlar doğuracak ve Türk milleti etnik temelli
bölücüler tarafından tahrip edilecektir.
Önüne
gelenin yaptığı "ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük" vurgularına
ve hatta yeminlerine rağmen süreç Türk milletini yok oluşa sürükleyecektir.
AKP
zihniyeti, "Türk milleti" kavramından duyduğu anlaşılmaz
rahatsızlığın sonucu olarak, sosyo-kültürel bir zenginlik olan millet mefhumunu
baştan beri ırk ve kavim körlüğü içinde değerlendirmiştir.
Bu
mantık kapsamında, etnik ve kültürel farklılıkların anayasal zemin bulması
halinde iki milletli, iki devletli bir yeni yapı mukadder hale gelecektir ki,
önümüzdeki yeni anayasa hazırlığı böylesi bir riski taşımaktadır.
Anayasa'nın
kırmızı çizgileri, kurulan ittifaklar tarafından sorgulanacak, aşındırılacak ve
bir noktadan sonra fırsat bulunursa üzeri çizilecektir.
Bilhassa
yüksek yargı yöneticilerinden gelen eleştirisel ve son derece düşündürücü
çıkışlar bunun bir göstergesi olarak ele alınmalıdır.
PKK'nın
elinde silahla anayasa dayatması ve AKP'nin de buna meyyal ve müsait olması
büyük sorunların önümüzde durduğuna işarettir.
Süreç,
bir ayrışma ve ikiye bölünme ile bile sınırlı kalamayacak, Türklük kendi vatanında etnik unsur
seviyesine indirgenecek, ilerleyen yıllarda yavaş yavaş silinip gidecektir.
Türkçe
dışındaki dilleri kamusal alana taşıyacak gelişmeler hem devlet yapısını, hem
millet bütünlüğünü ortadan kaldırma tehlikesi taşıdığından dikkatle izlenmeli
ve milletimiz tüm olan bitenleri bilmelidir.
Sözde
çözüm süreci, İmralı canisini yeniden örgüt lideri haline getirerek diriltmiş,
hükümetle muhatap hale yükseltmiştir.
Süreç
bu şekilde ilerlerse, bin yılda yoğrulmuş milli kimlik geri dönüş gösterecek,
yaşanacak sosyolojik kırılmanın telafisi asla mümkün olamayacaktır.
Devletin
üç kurucu unsuru için büyük badireler ihtiva eden sürecin devamı halinde, milli
devlet ve üniter yapı çözülecek ve çökecektir.
Milli
kimliğin, bu kimliği oluşturan maddi ve manevi alt yapının, tarihi, sosyal ve
kültürel kaynakların adım adım imhası gündeme gelecektir.
AKP;
BDP, PKK ve gözdağlarıyla rehin alınırsa bir de CHP, anayasa yoluyla Türkiye
Cumhuriyeti'ni yıkacaklar, yerine ismi değişmiş, milleti tükenmiş, küresel
emellere kurban verilmiş derme çatma bir yapıyı hayata geçireceklerdir.
Eğer
bu olmazsa, Başbakan Erdoğan referandum kartını devreye sokarak anayasa
değişikliği için harekete geçecektir.
Bu
muhtemel referandum bir plebisite, yani Türk milletinin varlığını oyladığı bir
ortama davetiye çıkaracaktır.
Yakın
gelecek bu kadar tehlikeli, bu kadar vahim gelişmelere gebedir.
Unutulmasın
ki, süreç ihaneti çerçevesinde atılan ve atılması planlanan bütün adımlar
Anayasal suç niteliği taşımaktadır.
Hangi
devlet kurum ve kurullarının arkasına saklanılırsa saklanılsın hükümet
iradesinin devleti dönüştürmeye ve değiştirmeye yetkisi bulunmamaktadır.
Böylesi
bir hak Türk milleti tarafından kimseye verilmemiştir ve verilemeyecektir.
''PKK'LI TERÖRİSTLERİN SINIR ÖTESİNE
ÇEKİLME İŞLEMİNE, YÜRÜRLÜKTEKİ HUKUK KAİDELERİNİN NERESİNDE CEVAZ VARDIR?''
Bu
yüzden, PKK'lıların beşerli gruplarla sınır ötesine gidişini seyretmek, termal
kameralarda maç izler gibi tepkisiz takip etmek suçtur ve uyarmak isterim ki,
bu sorumluluktan başta hükümet olmak üzere hiç kimse muaf olamayacaktır.
Bir
kez daha sormak isterim ki, yarın başlayacağı iddia edilen PKK'lı
teröristlerin sınır ötesine çekilme işlemine, yürürlükteki hukuk kaidelerinin
neresinde cevaz vardır?
Bile
bile, göre göre terör örgütü mensuplarının çıkıp gitmesine sırt dönmek,
sınırlarımızda cirit atan suçlulara mealen güle güle gidin demek hangi kurumun,
hangi faninin altında kalkabileceği bir teslimiyet ve kendini bilmezliktir?
Ve
Bu gelişmelerin hiçbir noktasında Milliyetçi Hareket yer almayacak, destek
olmayacak ve hepsinden önemlisi de asla sessiz kalmayacaktır.
Sonuna
kadar güvendiğimiz milletin iradesi, milletin kanaatleri ve milletin direnci
bizim anlayışımıza göre içte ve dışta karşımıza çıkartılmak istenen bütün
dayatmaların sonuca ulaşmasında en önemli engeldir.
Bu
nedenle, Türkiye'de milletin beklentileri hilafına değişim ve dönüşüm arzu
edenler, iktidarda bile olsalar bu niyetlerini başaramamışlar, milli vicdanın
uyanıklılığı ve baskısı ile düşüncelerini ertelemek veya terk etmek durumunda
kalmışlardır.
Bundan
sonra da kesinlikle bunlardan birisi olacaktır.
Türk
milleti kaderine sahip çıkacak, çözülmeye ve yıkıma müsaade etmeyecektir.
''MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'NE TEVECCÜH
HIZLA BÜYÜMEKTEDİR''
Başbakan
Erdoğan ve hükümeti gün gelecek sözde çözüm ve barış sürecinden zorlama ve
karşı çıkışlarla çark edecek, ama yaptıklarının vebalinden de
kurtulamayacaklardır.
Milliyetçilik
yükselmektedir.
Milliyetçi
Hareket Partisi'ne teveccüh hızla büyümektedir.
Türk
milleti bu defa MHP'de karar kılacağının işaretini vermektedir.
Süreç
anketleri, AKP'yi şişiren uydurma kamuoyu araştırmaları asılsızdır ve gerçek
anket meydanlardadır, milletimizin bize gösterdiği yoğun ilgi ve sevgi
gösterisindedir.
Şunlardan herkes emin olsun ki;
Hiç
kimse İmralı canisinin affını göremeyecektir.
Hiç
kimse Kürt kökenli kardeşlerimi PKK'ya kuyruk yapamayacak, temsilcisi gibi
gösteremeyecektir.
Hiç
kimse PKK'nın Türkiye'yi rehin almasına şahit olamayacaktır.
Hiç
kimse aziz şehitlerimizin, kutlu ceddimizin kemiklerini sızlatamayacak, büyük
Türk milletini mahcup edemeyecektir.
Bunun
güvencesi milliyetçi - ülkücü vatansever kardeşlerimdir, bunun güvencesi
"Ne Mutlu Türküm Diyene" sözlerini bayraklaştırmış milli iradedir ve
bunun teminatı Milliyetçi Hareket Partisi'nin her şeyi göze alan mücadele
kararlılığıdır.
Bu
düşüncelerle konuşmama son verirken, Spor Toto Süper Ligi'nin bitimine iki
hafta kala şampiyonluğa ulaşan Galatasaray Futbol Kulübümüzün değerli
futbolcularını, teknik heyetini ve yöneticilerini kutluyor, sizleri sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum.''
Kaynak:http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=28682&haber=hic-kimse-imrali-canisinin-affini-goremeyecek