AKP hükümeti başarısızlığın dibine vurdukça buradan çıkmak için sanal korkular imal etmiştir. İki hafta evveline kadar gündem ihanet sürecine çivilenmişken, birden ibre terse dönmüş ve İstanbul Taksim’e sabitlenmiştir. Türkiye bugün tedirginliğin içindedir, buhranların kıyısındadır.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Başkanı Bilge lider Devlet BAHÇELİ’nin, 11 Haziran 2013 Salı (Bugün) günü TBMM
Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşmasının tamamı şöyledir :
Değerli Milletvekilleri,
Sayın Misafirler,
Basınımızın Saygıdeğer Temsilcileri,
Haftalık
Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Bu
hafta ve gelecek hafta sonu Lisans Yerleştirme Sınavı yapılacaktır.
LYS’ye girme hakkı kazanan 1 milyon 232
bin 681 kardeşimizden 851 bin 131’i önümüzdeki süreçte ter dökecektir.
Üniversiteye
hazırlık dönemi hem zorlu hem de maliyetlidir.
Anneler,
babalar evlatlarının iyi bir eğitim alması için hiçbir fedakârlıktan
kaçmamaktadır. Bu takdir ve tebrik edilmesi gereken bir durumdur. Dershane
ücretleri, özel ders külfetleri, okul masrafları derken harcama kalemleri bir
bir artmaktadır. Yıllarca katlanılan zahmetlerin karşılığını alabilmek için
yoğun bir tempo ve kıyasıya bir çalışma ve özveri gerekmektedir. Yalnızca bir
sınavla geleceğin şekillenmesi ve belirlenmesi doğru ve adil değildir. Bu
nedenle parti olarak iktidara geldiğimizde üniversite sınavlarını kaldıracağımızı
ve bu çileyi sonlandıracağımızı açık yüreklilikle söylemek istiyorum.
Bu
vesileyle LYS’ye girecek gençlerimize başarılar diliyor, istedikleri
üniversitelere girmelerini içtenlikle temenni ediyorum. Ayrıca bu hafta karne
alacak sevgili çocuklarımızı ve görevlerini tamamlamanın gönül huzurunu yaşayan
muhterem öğretmenlerimizi şimdiden kutluyor, iyi bir tatil dönemi geçirmelerini
diliyorum
Değerli Arkadaşlarım,
Bugünkü
şartlarda siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların ağırlaşarak derinleştiği bir
ülke tablosunu tüm yönleriyle yaşıyoruz.
Huzursuzluğun, şikâyetlerin ve
kızgınlıkların her geçen gün arttığına üzülerek de olsa tanıklık ediyoruz.
Maalesef
Türkiye bir kez daha keskin bir kutuplaşmaya itilmiş, sonu olmayan bir
gerginlik ortamına çekilmiştir.
Bir ucunda AKP zihniyetinin, diğer
ucunda da karanlık mahfillerin bulunduğu yapay çekişme ve kör dövüşü Türk
milletini zora sokmuş, endişeye sevk etmiştir.
Türkiye yeni bir tezgâhın, yeni bir
komplonun, yeni bir toplumsal mühendislik operasyonun ve yeni bir sinsi oyunun
ortasına sürüklenmiştir.
AKP hükümeti başarısızlığın dibine
vurdukça buradan çıkmak için sanal korkular imal etmiştir.
AKP
hükümeti sıkıştıkça kavga çıkarmış, tökezledikçe hırçınlaşmış, zayıfladıkça
tehlikeli istismarlara meyletmiştir.
Milletimizin gerçek gündemi kısır
çatışmalarla, sonuçsuz gerginliklerle kapatılmıştır.
Ekmeğinin,
aşının ve işinin peşinde olan vatandaşlarımızın, kendi dertlerini düşünemez ve
savunamaz hale getirilmesi hedeflenmiştir.
Ne zaman ki AKP gözlerden düşmeye,
gönüllerden uzaklaşmaya başlamıştır, anında yeni bir kutuplaşma malzemesi
devreye sokulmuş, toplum yapısına enjekte edilmiştir.
Ne
zaman ki AKP’nin mağlubiyetin soğuk yüzüyle tanışması yaklaşmıştır, birden bire
milli ve manevi değerler ekseninde kurgulanan tartışma ve saflaşmalar harekete
geçirilmiştir.
AKP
kendi dışındaki her kesime yabancı ve mesafelidir.
Bizim anlamadığımız taraf, AKP her
yönüyle baskı ve dayatmacı bir anlayışa sahipken, nasıl olmuştur da ileri
demokrasiyle bunca yıl milletimizi avutmuş ve meşgul etmiştir.
Geride
kalan yıllar içince, AKP’nin, milletin ve devletin tüm temel değer ve
kurumlarıyla ters düşmesi, bunu da ileri demokrasi kılıfına saklayarak
geçiştirmesi aldatmanın ve kurnazlığın bu zihniyet elebaşlarının hücrelerine
kadar sirayet ettiğini göstermiştir.
Bu
sinsiliği iyi okuyamayan, projelendirilen oyunları fark edemeyen ve siyasetin
dinamiklerini anlamlandıramayan bazı kesim ve aktörler ise karşı çıkışlarıyla
AKP’nin oksijen kaynağı olmuşlar, bu zihniyete ideolojik iaşe ve ikmal
kanalları açmışlardır.
Tahterevalli
siyasetinin zayıf oyuncusu olmayı yeterli gören bu gruplar sloganlarla hareket
ederek, zorlama ve hukuk dışı yöntemler önererek AKP’nin gerginlik stratejisine
adım adım hizmet etmişlerdir.
Anlaşıldığı
kadarıyla İstanbul Gezi Parkı odaklı yaklaşık iki haftadır süren olaylar bu
söylediklerimizin dışında bir zemin açsa da yeniden Başbakan ve partisinin
eline koz vermekten uzaklaşamamıştır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Başbakan
ve hükümetinin politikalarını izahta müşkülat yaşadığı bir dönemde Taksim Gezi
Parkı’ndaki hadiseler ve hengâmeler imdada yetişmiştir.
İki hafta evveline kadar gündem ihanet
sürecine çivilenmişken, birden ibre terse dönmüş ve İstanbul Taksim’e
sabitlenmiştir.
Daha düne kadar İmralı canisiyle
pazarlıklar milletimizin tepki ve öfkesinin hedefindeyken, Suriye politikasıyla
ilgili büyüyen gedikler herkesin dilindeyken, sınırlarımızda patlayan bombalar
ön plandayken şimdi dikkatler bambaşka bir yöne kaymıştır.
Yeni
anayasa etrafında şekillenen fikir enflasyonu, başkanlık sistemi yâda partili
cumhurbaşkanlığı hususundaki zorlayıcı teklifler şu aralar akıllardan çıkmasa
da gündemin arka sıralarına eskisinden daha güçlü gelmek üzere mevzilenmiştir.
Türkiye
Taksim Gezi Parkı’na adeta kilitlenmiştir. Bildiğiniz gibi, 30 Mayıs Perşembe
sabahı Gezi Parkı’nın rantiyecilere açılmasına direnenlere karşı gazlı, coplu
olmak suretiyle şiddetli ve ölçüsüz bir müdahale gerçekleştirilmiştir.
Çadırlarının içinde sabahlayarak
görünüşte Gezi Parkı’na sahip çıkma iddiası taşıyanlar ansızın ve orantısız bir
şekilde hücuma muhatap kalmışlardır.
Buna karşılık 31 Mayıs günü ise
protestolar kitleselleşmiş ve sosyal bir sele dönüşerek yurt sathına
yayılmıştır.
Ve o gün bugündür de olayların çap ve
cesametinde azalma şöyle dursun devamlı bir büyüme görülmüştür.
Biz başından beridir Taksim Gezi
Parkı’ndaki olayları dikkatle takip ettik, gerekli uyarı ve
değerlendirmelerimizi belirli aralıklarla aziz milletimizle paylaştık.
Şunu da herkes bilmelidir ki,
Milliyetçi Hareket Partisi bu olayların başlangıcından itibaren aynı
noktadadır, aynı eksendedir ve aynı tutarlılıktadır.
Bu itibarla bizim duruşumuzu, meseleye
yaklaşımımızı ve tavrımızı eleştirmeye kalkışanlar doğru konuşmadıkları gibi,
iyi niyetli de değillerdir.
44 yıllık şerefli bir maziyi
kucaklayarak geleceğe koşan Milliyetçi Hareket Partisi’ne yol yordam öğretmek,
akıl fikir vermeye teşebbüs etmek ve nerede nasıl hareket edeceğiyle ilgili
ahkâm kesmek hiç kimsenin harcı ve haddi olmayacaktır.
Hele hele milliyetçi-ülkücü harekete
hayatları boyunca kem gözle bakmış olanların tezviratları, dedikoduları ve
suçlamaları bizim için sadece teneke gürültüsüdür.
Bize gazete köşelerinden istikamet
çizmeye çalışanlar önce kendi önlerinden yemeli, arkasından da kendi iç muhasebelerini
yaparak şaibeli niyet ve sicillerini gözden geçirmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi onun bunun
telkin, tavsiye ve tacizleri altında kalarak şahsiyetinden ödün vermez, fikir
ve ülkülerinde döneklik ya da oynaklık göstermez.
Biz başkalarına benzemeyiz, başkaları
gibi zaman ve zemine göre pozisyon almayız ve bildik siyaset tacirleri gibi her
rüzgâra da yelken açmayız.
Taksim Gezi Parkı merkezli gelişmeleri
pür dikkat takip eden Milliyetçi Hareket Partisi, sorumluluğun ve sağduyunun
yol göstericiliğinden hiç ayrılmamıştır.
Hamdolsun, ne provokasyonlara itibar
ettik ne de sinir bozucu iftira ve yönlendirmelere kulak astık.
Bizi meydanların aydınlığından ve
demokratik platformundan sokakların alacakaranlığına çekmeye çalışan yarım
akıllarının oyunlarına gelmedik, kurnazlıklarına kapılmadık.
Yolumuzdan ve inançlarımızdan en ufak
sapma göstermedik.
Bu aşamada Taksim ve diğer vatan
köşelerinde iki haftalık hadiseler dizisini de dikkate alarak tüm gelişmelerle
ilgili yorum ve değerlendirmelerimizi şu ana başlıklar altında yapmak mümkün
ve faydalı olacaktır:
1–Taksim
Gezi Parkı’nda olaylara sebebiyet veren ana faktör öncelikle Topçu Kışlası’nın
yeniden inşası ve bu çerçevede başlatılan yıkım ve yağma faaliyetidir.
İstanbul’un göbeğinde nefes borusu işlevi
gören ağaçların kesilmesi ve yeşilin örtülmesi haklı olarak tepkiyle
karşılanmıştır.
Polisin aldığı emir doğrultusunda sert
tutum takınması, gaz bombası kullanarak eylemcileri dağıtma girişimi doğal
olarak süreci şirazesinden çıkarmıştır.
Başbakan Erdoğan’ın Taksim’i kafasına
göre talan etme ısrarı, AKM’yi yıkma açıklamaları ve hoşgörüyü dışlayan tutumu
Taksim’i savaş alanına çevirmiştir.
Bizim açımızdan ağaç katliamı, Gezi
Parkı’nın rantiyecilere peşkeş çekilme hazırlıkları kesinlikle gayri meşru ve
gayri hukukidir.
Bu sebeple masumane şekilde çevreyi
koruma duyarlılığı, yeşile sahip çıkma hassasiyeti şüphesiz saygıyı hak
etmektedir.
Ancak keşke, ağaç için gösterilen
kararlı iradenin aynısı milletin birliği ve vatanın bölünmez bütünlüğü için de
sergilenmiş olsaydı.
Bundan dolayı 2 Haziran 2013 günü
25’nci Erdemli Türkmen Şöleni münasebetiyle yaptığım konuşmada; “Türk vatanı
ağaçtan daha mı değersizdir” sorusuyla bu duruma atıf yapmış ve bu
çelişkiyi gündeme taşımıştım.
Bizim çevrenin korunması, doğaya sahip
çıkılması hususunda şaşmaz bir irademiz vardır.
Zira çevre demek bir yönüyle kültürün
mayalandığı ve yaşadığı yerdir.
Çevresiz tarih, çevresiz kültür
olmayacağı gibi, çevresiz insan ya da insanlık da görülemeyecektir.
Bu itibarla samimi şekilde çevreye,
ağaca, yeşile ve doğanın tüm rengine kol kanat geren her kardeşim bizim için
saygıyı hak etmektedir.
Ne var ki benzer hassasiyetleri milli
ve manevi konularda görmek ve işitmek de bizim en tabii hak ve beklentimizdir.
2-Gezi
Parkı’nda olayların başlamasıyla birlikte yasadışı örgütler de hemen piyasaya
çıkmışlar, gelişmelerin yönünü kendilerine tahvil etmeye uğraşmışlardır.
Maskeli militanlar, marjinal ve aşırı
uç yapılanmaların temsilcileri Türkiye’nin her tarafında sahne almışlar ve
buldukları fırsatı ganimete çevirmeye çalışmışlardır.
Polise taşlı sopalı saldıran unsurlar
bunlardır.
Esnafa, işyerlerine, kaldırımlara,
çevreye ve masum insanlara zarar verenler bunlardır.
Kinlerini kusmak için kalabalıkları
provoke etmeye gayret eden meymenetsiz yüzler bunlardır.
Bunlar ki, her toplumsal hareketlenmeyi
terörize etmeye çalışan gerçek çapulcu ve çıbanbaşlarıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin bunlarla
değil bir arada olmayı, isminin dahi ortak anılması kendimizi inkâr ve yok
saymak manasına gelecektir.
Ne olursa olsun, demokratik tepkisini
gösteren sağduyulu kardeşlerimizi ve muhterem vatandaşlarımızı kesinkes bu
rezillerden ayrı tutmak ve aynı kategoriye almamak mutlak anlamda
zorunluluktur.
Başbakan Erdoğan’ın çapulcu sözü de
tamamen hedefini aşmış ve herkesi kapsamı alanına almıştır.
Bu çapulcu merakı hakikaten de
irdelenmeye ve incelenmeye layıktır.
Çapulcuların piriyle, çapulcuların
hasıyla ve dalaksızların başıyla sözde çözüm ve barış konuşan, kafa kafaya
vererek Türk milletini bölmeyi planlayan Başbakan’ın, masum insanlarımıza
arkası arkasına çapulcu yaftası vurması maskaralıktır.
63’lükleri protesto eden aziz dava
arkadaşlarıma da aynı kirli sözle mukabele eden Başbakan’a kendisinin
bugünlerde çok sık kullandığı bir sözüyle cevap vererek şunu söylemek
istiyorum: “Kem göz, kötü söz sahibine aittir, sahibiyle müsemmadır.”
Başbakan çapulcuyu bırakmalı, avucuna
düştüğü çuvalcıların, çatallaşan vicdanının ve çarkıfeleğe dönen karakterinin
derdine yanmalıdır.
Bizim açımızdan masumane tepkilerini
gösteren gençlerimizi ve muhterem vatandaşlarımızı anarşistlerle, şehir
eşkıyalarıyla bir görmek ve birlikte değerlendirmek ayıptır, saygısızlıktır ve
müfteriliktir.
Bunu da yapsa yapsa bir tek kişi
yapacaktır ve yapmıştır; o da Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildir.
Bu aşamada Başbakan Erdoğan’a önerim şu
olacaktır: “Söz biliyorsan söyle inansınlar, bilmiyorsan sus da seni adam
sansınlar.”
3–Biz
her fırsatta Taksim Gezi Parkı olaylarının yalnızca ağaç meselesi olmadığını
söyledik ve buna inandık.
10 yıl 7 aya yaklaşan AKP’nin iktidar
yılları milletimizi her anlamda bunaltmış ve yormuştur.
Özel hayata yönelik mütecaviz hamleler,
antidemokratik tavırlar, ayrımcı ve kırıcı beyanlar, sosyal ve ekonomik
travmalar üst üste birikmiştir.
AKP’nin politikaları itirazların,
şikâyetlerin ve karşılanmayan taleplerin yığılmasına, bir zeminden de
patlamasına neden olmuştur.
İç politikada otoriter hevesleri
besleyen yaklaşımlar, dış politikada taviz ve teslimiyete dayanan tercihler
tepkisellikleri sivriltmiş ve tutuşturmuştur.
Başbakan’ın kaba ve yaralayıcı,
buyurgan ve sert üslubu bilhassa genç kuşağı tahrik etmiş ve
bıçkınlaştırmıştır.
Başbakan kendi yandaşlarını abat
ederken, milletimizin kahir ekseriyetini Araf’ta soyulmuş hacıya
çevirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kural ve
kurumlarıyla cebelleşmesi ve suçlaması kızgınlıkları bilemiş, öfkeleri
genişletmiş, kinleri köpürtmüştür.
Gençlerimizin bireysel özgürlük
alanlarının sınırlandırılması, onların terbiye edilmesi ve uslandırılması
gereken haylazlar olarak görülmesi tansiyonu her geçen gün yükseltmiştir.
Aslı astarı olmayan konu başlıklarıyla
vakit geçiren, bir dediği diğerini tutmayan, sürekli görüş ve fikir değiştiren
Başbakan Erdoğan milletimizin büyük bir çoğunluğuyla gönül bağını koparmıştır.
Dilinin ayarı kaçmış, önüne gelene rest
çeken, önüne gelene diklenen ve hemen hemen herkese üsten bakan kibirli birisi
olmuştur.
Başbakan Erdoğan ve yandaşları lale
sülale devrini yaşarken, gençlerimiz hayatlarını nasıl kazanacaklarının ve
işlerini nasıl bulacaklarının kaygısına kapılmıştır.
Başbakan; mahdumlarına pırlanta
dükkanları, hısımlarına neredeyse sıfır faizli kredilerle yeni ve verimli iş
sahaları kurarken, fakir fukaranın çocuğu içler acısı bir halde yaşamak zorunda
bırakılmıştır.
AKP dönemi eşitsizliğin zirve yaptığı,
hukuksuzluğun egemen olduğu, gelir dağılımı adaletsizliğinin ileri safhaya
taşındığı bir devir olarak hafızalara yerleşmiştir.
Başbakan Erdoğan tercihlere ve seçim
haklarına hürmet göstermemiş, riayet etmemiştir.
Toplumsal taleplerin yönünü okuyamamış,
beklentileri anlayamamış ve yeni yetme tiranlar gibi her şeyi bastırmayı ve
ufalamayı denemiştir.
Çağın dinamiklerini, özgürlük ve
demokrasideki yeni eğilimleri, kişisel istek ve yönelişlerin değişen felsefi
arka planını kavrayamamış, anlayamamış ve esasen zamanın gerisine de çoktan
düşmüştür.
Başbakan nezdinde demokrasinin sadece
sözde kalması, bunun yanı sıra demokratik kültürü aşındırıcı ve tarumar edici
siyaset tarzı toplumsal zeminde güveni de sakatlamış ve sarsmıştır.
Daha sıkıntı verici olanı da,
demokratik hakların kullanımını küçümsemesi, horlaması ve basite almış
olmasıdır.
Başbakan Erdoğan’ın devri saltanatı
gazla özdeşleşmiş, hatta gaz iktidarı unvanı almıştır.
Bu şahsın tüm inandırıcılığı, tüm
güvenirliği ve tüm sempatisi kaybolmuş, İmralı’daki kader ve bölücülük
arkadaşının kodesine mahkum olmuştur.
Bu şarkı bitmiş, beraber yürünen yollar
çökmüş, hayaller gerçek olmadan tükenmiş ve BOP beyaz perdesinde çevrilen
filmin sonuna gelinmiştir.
Aşağı yukarı her filmin sonunda olduğu
gibi kötüler kaybedecek iyiler kazanacaktır.
Zalimlerin defteri dürülecek,
mazlumların zaferi müjdelenecektir.
Küfürbazlar, hainler, despotlar, haksız
kazanç elde edenler, çalanlar, çırpanlar, ezenler, hakir görenler,
aşağılayanlar ve kötü niyetliler yenilecek; hak, haklı ve adalet zaferini ilan
edecektir.
Türk milletinin kazanması Başbakan ve
hükümetinin kaybetmesine bağlıdır.
Türk gençliğinin yüzünün gülmesi,
yokuşta susayanların sevinmesi, öz yurdunda garip kalanların ümitlenmesi; ite
kalka bugünlere gelen, yağmur yağsa ıslanmayan, dolu yağsa değmeyen; ama milli
iradenin rüzgârıyla uçup gitmesi kaçınılmaz olan işbirlikçi kadronun
mağlubiyetiyle sağlanacaktır.
Kimse umudunu yitirmesin; AKP’nin
çöküşü yakındır.
Kimse yılmasın; Başbakan Erdoğan’ın
mazide kötü bir anı olarak kalması mukadderdir.
4-Taksim
Gezi Parkı sosyal, siyasal ve ekonomik bir volkan ağzıdır.
Halisane ve safiyane şekilde demokratik
haklarını arayanlara, seslerini duyurmaya çalışanlara önem ve öncelik vermek
lazımdır.
Taksim Gezi Parkı Türkiye’nin kötü ve
talihsiz durumunun net olarak toplumsallaştığı ve her tarafa emsal olduğu bir
mekândır.
Buna evvela saygı duymak ve ciddiye
almak gerekmektedir.
Aynı zamanda Gezi Parkı bir çığlıktır,
haykırışın sembolleştiği yerdir.
Ve bir bakıma sosyolojik anlamda orta
sınıf hareketi olarak da okunmalıdır.
Gösterilerin demokrasi dışı
arayışlarla, darbeci heveslerle yakından uzaktan bir alakası olmadığı da
nettir.
Ancak bölücü terör örgütü PKK’nın
buraya tutunup, isyan ve başkaldırı provası için bir deney sahası olarak
kullanma ihtimali de asla yabana atılmamalıdır.
Taksim’de yasadışı sol örgütlerin
yuvalanması, eş zamanlı olarak İmralı canisinin posterlerinin gezdirilmesi,
yurdumuzun değişik yerlerinde bebek katili lehine sloganlar atılması neyin
amaçlandığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ifşa etmektedir.
Özellikle İmralı canisinin yattığı
hücreden iki ayaklı ulakları vasıtasıyla Gezi Parkı direnişini selamlaması düşündürücüdür.
Bu katil, sözüm ona ulusalcı,
milliyetçi, darbeci çevrelere kimsenin kendini kullandırmamasını nasihat etmiş;
demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici diyerek tanımladığı bölücü kafileyi
süslü sözlerle övmüştür.
Edindiğimiz izlenim Gezi Parkı’na,
İmralı canisiyle AKP’nin danışıklı dövüş şeklinde müdahale etmek istemiş
olmasıdır.
Acaba AKP takviyeli İmralı canisi ve
örgütü Gezi Parkı’nı tamamen bölücülere mal etmeyi mi planlamıştır? Ya da bu
yolla, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren gençlerimizin ve
vatandaşlarımızın hevesini kırmak ve akıllarını karıştırmak mı amaçlanmıştır?
Başbakan Erdoğan İmralı canisiyle Gezi
Parkı’nı marjinalleştirme konusunda fikir alışverişine ihtiyaç duymuş olmalı
ki, altıncı BDP heyetini iki gediklisinin iştirakiyle, Taksim sabıkalı bir
üyesinin eksiğiyle İmralı yoluna yeni haberleri getirmek üzere görevlendirmiştir.
Anlaşılan Taksim Gezi Parkı’ndan
yükselen sesin engellenmesi için AKP-BDP-PKK ve İmralı canisi ittifakıyla
oluşturulan bölücü dalga kıran etkili şekilde kullanılacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Taksim Gezi Parkı olayları ortaya
çıktığı andan itibaren Başbakan Erdoğan’ın duyarsızlığı, kabalığı ve sertliği
sürekli artmış ve dayanılmaz bir noktaya gelmiştir.
Başbakan Erdoğan 1-2-3 Haziran günleri
gerilimi sürekli tırmandırmış, olaylara karışanları aşırı uçlar diyerek
dışlamış, Gezi Parkı protestolarını ideolojik olarak görmüş ve yurt dışına
giderayak yüzde 50’yi içerde zor tuttuklarını tehditvari sözlerle açıklamıştır.
Bu esnada borsa düşmüş, döviz ve faiz
çıkmıştır.
Allah’tan kısa süreliğine yurtdışına
gidince Cumhurbaşkanı Gül devreye girmiş, mesajın alındığını duyurmuş ve
Başbakan Vekili de alttan alarak özür dilemiştir.
Bu iki girişim az da olsa suların
durulmasına neden olmuştur.
Ne var ki, geçtiğimiz Cuma günü
Tunus’tan dönen Başbakan, gece yarısı mitingiyle yangına körükle gitmiş, ortalığı
kızıştırmıştır.
Zannedersiniz ki Türkiye savaşa girmiş
ve muzaffer komutan edasıyla Recep Tayyip Erdoğan meydanda kükremiştir.
Ve onu dinleyen kalabalıklar “yol ver
gidelim Taksim’i ezelim” sözleriyle zıvanadan çıkmıştır.
Başbakan Erdoğan göğsü kabarırcısına bu
sloganları dinlemiş ve zımnen de onay vermiştir.
Bizim Bursa mitingimizi ağzına
dolayarak sürekli eleştiren şahıstan ortada eser kalmamıştır.
Başbakan’ın demokrasi makyajı İstanbul
Havalimanı’nda bir kez daha dökülmüştür.
Sayın Başbakan sen yol versen de,
Taksim’i hangi fani, hangi bedbaht, nasıl ezebilecektir?
Bugün Taksim’e saldırma planları
yapanlar, yarın nereyi hedefleyecektir?
Sayın Başbakan seni uyarıyorum:
Kalabalıkların gazına gelip de dilinin ayarını bozmaktan, tabanını motive ve
konsolide etmek için düşmanlık tohumları saçmaktan acilen vazgeçmelisin.
Başbakan gece yarısı mitinginde aklına
estiği gibi atıp tutmuştur.
Bankacılara sataşmış, elinde tencere
tava gezdiren vatandaşlarımızı aşağılamıştır.
Bir de faiz lobisini işaret ederek sertlik
tonunu iyice yükseltmiştir.
Başbakan’a göre faiz lobisi, borsada
spekülasyon yapmak suretiyle hükümeti tehdit etmiştir.
Esip gürlemiş ve milletin alın terini
onlara yedirmeyeceklerini iddia etmiştir.
Fakat bir sözüyle de yakayı ele
vermiştir.
Siz değerli arkadaşlarımın ve ekranları
başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarımın Başbakan Erdoğan’ın İstanbul
Havalimanı’ndaki şu sözlerine dikkat etmesini istirham ediyorum: “Bizim
karşımıza geldikleri zaman 'Sizin zamanınızda 5 kat daha zengin olduk' diyenler,
işte bugünlerde bizle uğraşmaya başladılar.”
Başbakan’ın burada bahsettiği faiz
lobisidir.
Demek ki, faizcilerin, faiz lobisinin
10 yıldır Başbakanla yedikleri içtikleri ayrı gitmemiştir.
Üstelik karşısına geçip “bizi 5 kat
zengin ettin” diyerek pişkin pişkin minnetlerini sunmuşlar, teşekkürlerini
iletmişlerdir.
Başbakan Erdoğan milletimizin emeğini,
göz nurunu ve alnından dökülen mübarek teri faiz lobisine 10 yıldır haraç mezat
devretmiştir.
Sayın Başbakan sana buradan soruyorum:
Bu faiz lobisi kimlerden oluşmaktadır?
Lobinin tarafları Taksim’deki olayların
neresindedir?
Yurt içi, yurt dışı ayakları nerelere
kadar uzanmaktadır?
Bunlardan destek aldın mı? Bunlardan
yardım gördün mü? Bunlardan menfaat elde ettin mi? Bunlardan komisyon alarak
yabancı bankalara istiflendin mi?
Faiz lobisini 5 kat zenginleştirirken;
çiftçimizi, esnafımızı, memurumuzu, işçimizi, emeklimizi yoksullaştırmak hangi
inanca, hangi ahlaka, hangi vicdana ve hangi kitaba sığacaktır?
Borsa spekülatörlerine, faizcilere,
rantiyecilere, döviz vurguncularına, küresel tefecilere elini verdinde de
bunlar kolunu ve hatta kalan siyasi şerefini de mi istemektedirler?
“Ümüğü sıkarım” dediklerin yoksa 10
yıldır senin mi ümüğünü sıkmaktadır?
Cevap ver Sayın Erdoğan sen ne hallere
düştün? Hangi karanlık ilişkilere girdin? Kimlerin kulu kölesi oldun?
Eğer faiz lobisinin isteklerini
yapmazsan, aranızdaki alacak verecek meselesini onların lehine çözmezsen bunun
cefasını kime çektirecek, bunun faturasını kime yükleyeceksin?
Milliyetçi Hareket Partisi bu faiz
lobisinin; hemen, acilen TBMM’de Araştırma Komisyonu kurularak incelenmesini,
elebaşlarının, yerli ve yabancı işbirlikçilerinin ortaya çıkarılmasını talep
etmektedir.
Bu kan emici keneler deşifre
edilmelidir.
Bu simsarlar açığa çıkarılmalıdır.
Tasarruf açığımızdan istifade ederek
milletimizin üzerinden paraya para demeyenlerin yakasından tutmak siyasi
iktidar için namus meselesidir.
Başbakan Erdoğan kendinden eminse,
saklayacak, gizleyecek ve erteleyecek herhangi bir şeyi yoksa mertçe ortaya
çıkar ve dürüstçe bizim bu teklifimizin gereğini yapar.
Muhterem Milletvekilleri,
Başbakan Erdoğan Türkiye’ye geldiği
andan itibaren partisinde olağanüstü hal ilan etmiştir.
Gezdiği, gittiği ve bulunduğu her yerde
mitingler yapmaya başlamıştır.
Partimizin simgelerini, işaretlerini
kullanarak Başbakan’ı karşılama törenlerinde boy gösteren kimliksiz ve kiralık
simaların da bizimle uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığını herkesin
bilmesinde yarar vardır.
Ve bu tip fırsatçılara, kapkaççılara göz
açtırmama konusunda kararlıyız.
Başbakan Erdoğan ve partisine bir
haller olmuş, ayak bastığı her yere bindirilmiş kıtalar yerleştirilmiştir.
“Menderes’i astılar, Özal’ı
zehirlediler, Erdoğan’ı yedirmeyiz” türünden fotoğraflı afişler her tarafa
asılmıştır.
Başbakan vitesi boşa almış, kontrolü
kaybetmiştir.
Türkiye’yi kutuplaştırmak için gözü
kararmış, ayağını frenden çekmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda hafta sonunda
birisi Ankara, diğeri İstanbul olmak üzere iki büyük miting kararı almıştır.
Merakımız Başbakan’ın bu mitingler
kanalıyla daha ne kadar düşmanlıkları tahrik edeceği, cepheleşmeleri ne kadar
derinleştireceğidir.
Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta
sonunda Adana, Mersin ve Ankara’da zembereğinden boşanmış gibi savrulmuş,
ağzına ne geliyorsa dökmüş, saçmıştır.
Türkiye’nin bu gelişmelerine
baktığımızda, Başbakan ve partisinin teyakkuza geçişini yorumladığımızda,
Taksim Gezi Parkı’nın bu seviyeye gelmesinde Başbakan talimatlı derin
unsurların parmak izi olduğu ister istemez akıllara gelmektedir.
Bu çerçevedeki mütalaamız şudur:
Başbakan Erdoğan siyaseten eridiğinin
farkındadır.
İmralı canisiyle müzakerelerin ters
teptiğini, 63’lüklerin milli iradenin duvarına çarptığının da bilincindedir.
Bunun önüne geçmek, süreç ihanetini
ilerletmek ve AKP’nin inişini durdurmak maksadıyla düğmeye basmış olmalıdır.
Önümüzdeki yıl yapılacak
cumhurbaşkanlığı seçimini başkanlık seçimine çevirmek, yeni anayasayı ya da
muhtemel referandumu BDP’yle yapabilmek için kendi taraftarlarının, aklınca
yüzde 50’lik kesimin kemikleşmesini arzu etmektedir.
Bunun için de Taksim Gezi Parkı’na
şiddetle müdahale ettirmiş, doğal tepkiye karşı da kendi cephesini ve tarafını
sağlama almayı planlamıştır.
Özellikle partimizin temalı mitingleri
Başbakan’ı ürkütmüş ve paniğe sürüklemiştir.
Bu yüzden yeni bir gerilim ve çatışma
taktiğine başvurmuştur.
Kaldı ki yıllardan beri yaptığı da
budur.
Şayet Başbakan ve hükümetinin hakikaten
de Türkiye’nin bugünkü tablosunda payı ve dahli varsa, bunu ihanetle bile
tanımlamak mümkün olmayacaktır.
Şu nazik ortamda Başbakan bölücülük
yapmakta, sinir uçlarını tahriş etmekte, herkesi birbirine düşürmekte ve
ortalığı ayağa kaldırmaktadır.
Krizi yönetmek için yeni krizler
üretmektedir.
Bir yanda Mustafa Kemal’in askerleriz
diyenler, öbür yanda Tayyip’in askerleriyiz diyerek karşılık verenler sanki
muharebeye hazırlanmaktadır.
Ne hazindir ki, asıl askerlerimiz
köşeye sıkışmışken, PKK’nın silahlı teröristleri de her tarafta keyif
sürmektedir.
Başbakan Türk gençliğine saldırmakta,
düne kadar beslediği ve palazlandırdığı işadamlarıyla, medya patronlarıyla
meydanlar aracılığıyla hesaplaşmakta ve bunların protesto edilmesini
dayatmaktadır.
Başbakan Erdoğan başörtüsü istismarına
tekrar müracaat etmekte, geçmişte yaşananları bugüne getirmekte, İstanbul
Dolmabahçe Camii’ne bira şişeleriyle girildiğini ilgili cami imamının tekzip
etmesine rağmen kışkırtıcılık yapmaktadır.
Tüm zamanların en vahşi provokatörü
gibi hareket etmektedir.
Milletimizin arasını ve ahengini
bozmaya pimi çekilmiş fitne bombası gibi hazırdır.
Sayın Başbakan bu fikirlerin menşei ve
kaynağı neresidir, telif ve patent hakları kimlere aittir?
Beyaz Saray Kırmızı Salon’da dar
kapsamlı bir kadroyla yaptığın görüşmelerde bunlar konuşuldu mu? Bizzat şahsına
ev ödevi olarak verildi mi?
Başbakan Erdoğan gerçekten de tehlikeli
bir işe soyunmuştur.
Diktiği ağaçları sayarak kendisini
temize çıkarma gayretine girişmiştir.
Ve masum gençlerimizi tehdit ederek
protestolarını sonlandırmazlarsa anladıkları dilden konuşacağını ifade
etmiştir.
Sayın Erdoğan soruyorum sana gençlere
ne yaparsın; asar mısın, keser misin, döver misin?
Türk gençliği yalan dilini bilmez.
Türk gençliği BOP dilinin gramerini
çözemez.
Türk gençliği ona buna el açmaz,
yabancıların elini, eteğini öpmez.
Sayın Başbakan evladın yaşındaki
gençlerle uğraşmaya, azarlamaya, “bunlar benim gençliğim değil” demeye
utanmıyor musun?
Hadi geçtik utanmadan da, taşıdın
görevin gereği olarak neden sabır ve hoşgörü içinde kalamıyorsun?
Kafanın bir köşesinde bu milletin
çocuklarını birbirine kırdırmak mı vardır?
Sende hiç mi insaf, hiç mi merhamet,
hiç mi şefkat yoktur?
Bil ki, Türk gençliğini sana
çiğnetmeyiz, böldürmeyiz, teslim etmeyiz ve yedirmeyiz.
AKP’ye gönül vermiş kardeşlerim,
sorumluluk bilincinde hareket eden değerli milletvekili arkadaşlarım bu olanlara
ne zamana kadar sessiz ve tepkisiz kalacaklardır?
Yeri gelmişken bu kürsüden gençlerimize
seslenmek istiyorum:
Türk gençliği bizim iftiharımız ve
gelecek umudumuzdur.
Sizler mizahınıza devam ediniz,
resminizi çiziniz, gitarınızı, sazınızı çalınız, bilgi ve iletişim
teknolojilerinden sonuna kadar istifade ediniz.
Gençlik çağının tüm imkânlarını
kullanınız.
Çünkü geçen zaman bir daha geri
gelmemektedir.
Ancak geleceğinizi de düşününüz,
planlayınız ve tahriklere aldanmayınız.
Sizler gücünüzün farkına varınız.
Seçme ve seçilme çağında olan 18-25 yaş
kuşağındaki genç neslimizin toplam nüfus içindeki payı yüzde 13,2 düzeyindedir.
Yani sayıları 10 milyonu geçen gencimiz
oy kullanma çağındadır.
İsterlerse AKP’yi iktidardan
düşürebilecekler, isterlerse diledikleri herhangi bir partiyi iktidara
getirebileceklerdir.
Bunu da sandıkta oy kullanarak
yapabileceklerdir.
Sokaklar belirsizdir, sokaklar
tehlikelidir, sokaklar karanlıktır ve sokaklar her şeye açıktır.
Taksim’de suyun, gazın ve türlü
zorluğun altında kalmaktansa, erken veya zamanında yapılacak bir seçimde tüm
isteklerini, beklentilerini ve hayallerini sandığa yansıtmalıdırlar.
Başbakan Erdoğan’ı görevden alacak
demokratik iradeyi göstermelidirler.
Bu itibarla Türk gençliğini AKP’ye
sandıkta ders vermeye davet ediyorum.
Bu gücün, bu yeterliliğin onlarda
olduğunu biliyor ve görüyorum.
Türk gençliği hem kendi geleceğine hem
de Türkiye’nin geleceğine mühür vurmalıdır.
Tertemiz vicdanlı evlatlarımız
Başbakan’ın hakkından sandıkta gelmelidir.
Bu yetki onlarda vardır, bu imkan
onların elindedir.
Ve Türk gençliği Başbakan’ın anladığı
dilden konuşarak sandıkları patlatmalı ve Yüce Divan’ın yolunu açmalıdır.
Demokrasilerde seçeneksizlik olmaz,
olmayacaktır.
Demokrasi hepimizin en büyük
güvencesidir.
Milliyetçilikle demokrasinin kaderini
ayrılmaz ve birlikte gören partimiz için başka bir yol ve çare de yoktur.
Bir siyasi iktidarın değişeceği yer
sandıktır, sandık olmalıdır.
Demokrasiyle gelen demokrasiyle
gitmelidir.
Buna hepimiz destek olmalı, hepimiz
sahip çıkmalı ve hepimiz kabullenmeliyiz.
Biz bu vatanı sokakta bulmadık,
Başbakan Erdoğan’ın isteği doğrultusunda da sokağa teslim etmeyelim, edilmesine
rıza göstermeyelim.
Türk gençliğine diyorum ki, “Sandığa gidin,
Başbakan’ı indirin.” “Sandığı süpürün, Başbakan ve partisini söndürün.”
Muhterem Milletvekilleri,
Başbakan Erdoğan demokratik tepkisini
gösterenleri anlayacak basiret ve olgunluğu vakit geç olmadan, yangın büyümeden
ortaya koymalıdır.
Gençlere karşı siyasi güç ve gövde
gösterisi yapmamalı, tepkilerini anlayacak âlicenaplığı, hoşgörüyü ve büyüklüğü
sergilemelidir.
Türkiye iyice sıkışır ve bunalıma
düşerse demokrasinin imkânları vardır ve gereği yapılmalıdır.
Bu kapsamda seçimler çıkıştır, çaredir
ve emniyettir.
Aynı zamanda gerilimli atmosferi
soğutucu bir işlev görmektedir.
Türkiye bugün tedirginliğin içindedir,
buhranların kıyısındadır.
Siyasi iradenin yenilenmesi şarttır.
Demokrasinin anlam ve karşılık bulması
için iktidarın doğal ve meşru yollardan el değiştirmesi elzemdir.
Erken ya da zamanında yapılacak bir
seçimle Başbakan kızağa alınmalı ve AKP kenara çekilmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi yüzde
50’nin, ya da yüzde 76’nın değil; herkesin, her kardeşimin temsilcisi, sözcüsü
olmaya talip ve hazırdır.
Biz 3 Kasım 2002’de devrettiğimiz
iktidarı tekrar alacağımızı biliyor, aziz milletimize her şeyimizle inanıyor ve
itimat ediyoruz.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken
muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor hepinizi Cenab-ı Allah’a
emanet ediyorum.
Yolumuz, bahtımız ve alnımız her daim
açık olsun.
Sağ olun var olun.