SİYASET / 2013-06-04 15:51:48
''SAYIN BAŞBAKAN SEN KİMSİN VE KİMİ
TEHDİT EDİYORSUN?
''MHP
Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Ya alevlenen yangını hep birlikte
önleyeceğiz, ya da hep birlikte yanmaktan kurtulamayacağız" dedi ve
hükümeti uyardı: ''Sayın Başbakan sen kimsin ve kimi tehdit ediyorsun?''
Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında çok
önemli açıklamalar yaptı. Bahçeli, konuşmasının tamamına yakınını, Taksim
olayları sonrası yaşananlara ayırdı.Sözlerine ''Bu haftaki grup toplantımızı
ülkemizin gerilim düzeyi yüksek bir döneminde gerçekleştiriyoruz.Türkiye
yaklaşık bir haftadır Taksim Gezi Parkı merkezli olaylara kilitlenmiştir''
diyerek başlayan Bahçeli, ''Bu kapsamda sokaklar karışmış, şehirler kaynamış,
istikrarsızlık kanalı çok yönlü açılmıştır. Türkiye allak bullak
olmuştur.Şiddet, baskı, zulüm ve anlaşmazlıklar her tarafa yayılmıştır.
Taksim'de çatlayan fay hattı ülkemizi baştanbaşa sarmıştır. Milletimiz
gelişmelerden endişelidir. Toplumsal kutuplaşma hiç olmadığı kadar artmıştır.
Demokratik kültür, bireysel hak ve özgürlük talepleri, hoşgörü ve uzlaşma
beklentileri ağır yara almıştır. Başbakan ve hükümeti yanan toplumsal ateşin
üzerine benzinle gitmiş, bunun yanında hiçbir tepkiyi kaale almamış ve
bildiğini okumayı sürdürmüştür. Türkiye bir korku sarmalına hapsedilmiştir.
Risk ve tehditlerin hacim ve hızı ileri bir safhaya ulaşmıştır. Sağduyunun
rehberliği, soğukkanlılığın öncülüğü arka plana itilmiştir. Hakikaten
yaşananlar alarm vericidir. Gündeme gelen hadiseler, ilişkiler, ittifaklar,
açıklamalar, restleşmeler kontrolsüz gidişatı çığırından çıkarmaktadır. Taksim
Gezi Parkı odaklı kurgulanan çatışma ve çekişme dinamiklerinin, siyasi ve
toplumsal bir fecaate kapı aralaması an meselesidir.AKP hükümeti kriz
üretmektedir'' açıklaması yaptı.
''BAŞBAKAN KİBİRLİ, KİNLİ, KABA VE
KESKİNDİR''
Bahçeli,
''AKP hükümeti cepheleşme imal etmektedir. AKP hükümeti biz-siz ayrımını
güçlendirmektedir.İşin aslında en büyük tehlike de buradadır.
76
milyonun iktidarı olma iddiasını yalnızca retorikte kullanan Başbakan Erdoğan,
her alanda birlikteliği sabote etmekte, "ben yaptım oldu"
hodbinliğiyle sabırları zorlamaktadır.
Başbakan'ın
her sözü olay olmaktadır.
Her
beyanı toplum huzurunu baltalamaktadır.
Her
icraatı memnuniyetsizler bloğunu tahkim etmektedir.
Kimseyi
dikkate almamaktadır.
Eleştirilere
kulak asmamaktadır.
İkazlara
dikkat etmemektedir.
Başbakan
başına buyruk ve ölçüsüzdür.
Başbakan
kibirli, kinli, kaba ve keskindir.
Başbakan
kendi ve zihniyeti dışındaki herkesle ihtilaf içindedir.
"Ben
milletin hizmetkârıyım dedikçe" gerçekte otoriter eğilimlerini
somutlaştırmaktadır.
Hizmetkârlık
ezberini diline dolayıp da, bu kadar aksini yapan ve aksine hareket eden bir
siyaset figürü pek az görülmüştür.
Başbakan
Erdoğan sert ve cebri yöntemlere iyice abanmıştır.
İnsafını,
merhametini ve hoşgörüsünü kaybetmiştir.
Başbakan
ve hükümeti artık husumetin, hıncın ve hizbin adresi haline gelmiştir.
Ve
oynamadık, tahriş etmedik, bozmadık bir şey bırakmamıştır.
Son
vakalar bir bakıma, 10,5 yıllık AKP iktidarının kenarda ve dışarıda bıraktığı
toplum kesimlerinin; dikkate almadığı, umursamadığı istek ve beklentilerin
taşması ve taşkınlık göstermesi olarak yorumlanmalıdır'' dedi.
''10,5 YILDIR AKLINA ESENİ YAPAN BAŞBAKAN'DIR''
Bahçeli,
şunları söyledi: ''Milliyetçi Hareket Partisi'nin çeşitli vesilelerle uzun
zamandır tam bir isabetle öngördüğü tehlikeler bir bir kristalize olmaya
başlamıştır.
Türkiye'mizin
bugünkü tablosu, bugünkü vahim durumu AKP'nin benimsediği yanlış ve yozlaşmış
siyasetin kaçınılmaz bir ürünüdür.
Bilmek
lazımdır ki, Başbakan'ın Balkon konuşmaları, ertesi günü bizzat kendisi
tarafından çiğnenmiştir.
Birlik,
kardeşlik, huzur ve istikrar ifadeleri yine kendisi tarafından anlamsızlığa
mahkûm edilmiştir.
Başbakan
için bir tek makbul ve meşru olan kendisi ve yandaşlarıdır.
Bunun
dışındaki herkes terbiye edilmesi, ayar verilmesi ve hizaya getirilmesi gereken
kalabalıklardır.
İnkar
edilemez bir şekilde ortadadır ki;
* 10,5 yıldır aklına eseni yapan Başbakan'dır.
* Mazlum edebiyatı yaparak zorbalıkta rekor kıran
Başbakan'dır.
* Türkiye'yi bölüp parçalayarak
demokratikleştireceğini sanan gafil Başbakan'dır.
* Kendi dışındakilere hayat hakkı tanımayan
Başbakan'dır.
* Küçümsemeyi, azarlamayı, hakir görmeyi ve
ötekileştirmeyi marifet sayan Başbakan'dır.
* Demokrasinin altını kazan, özgürlüklerin içini
boşaltan, güvenliği yere seren ve güveni boğazlayan yine Başbakan'dır.
Türk
milletinin, 10,5 yıldır Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetinden çekmediği
kalmamıştır.
Adalet
ve Kalkınma Partisi;
* Milli ve manevi değerleri tahrip ederek,
* Milletimizi bölecek söylem ve eylemleri
genişleterek,
* Cumhuriyet'in temel kurum ve emanetlerine savaş
açarak,
* Teröristlere sevimlilik yapıp, müzakerelere teslim
olarak,
* Devleti partizanlığın ve yandaşlığın tuzağına
çekerek,
* Hukuku, dirlik ve düzeni çatlatarak siyasetini
bugüne kadar getirmiştir.
''AKP'NİN DAYATMALARI MİLLİ RUH VE KİMLİĞE
DARBELER VURMUŞTUR''
AKP'nin
ucuz yaklaşımları, iftira, ihanet ve talanla özdeşleşen uygulamaları Türkiye ve
Türk milleti için yıkım ve çözülmenin şifrelerini ifşa etmiştir.
Ne var
ki bunlara karşılık, bizzat partimiz tarafından dile getirilen iyi niyetli
ihtarlar, somut teklifler, dikkat çekici önermeler muhatap görmemiştir.
Ne kadar
diretsek de, ne kadar uğraşsak da ve ne kadar mücadele versek de AKP bozuk
sicilinin izinden gitmeyi tercih etmiştir.
Baştan
beri Türkiye'nin tıkanma ve tükenme sürecine doğru adım adım gittiğini haber
veren; uzlaşma, hoşgörü ve diyalog öneren Milliyetçi Hareket Partisi'nin sesi,
gözünü intikam bürümüş AKP tarafından duyulmamış ya da duyulmak istenmemiştir.
Başbakan
ve partisi;
* Milletimizin kardeşlik bağlarını yıpratan ve kopma
derecesine kadar incelten tavrını sürdürmüş,
* Yapay ve sistematik çatışma alanları inşa ederek
ayrımcılığı körüklemiş,
* Yandaş ve karşıt iki cephe oluşturarak toplumsal
yapıyı provoke etmiş,
* Geçmişin acılarını kaşıyarak ve kanatarak nifak
mevzileri açmış,
* İnanç istismarından medet umarak, basit hesap ve
hedefler uğruna Türkiye'nin ahengini, Türk milletinin bin yıllık kazanımını
etnik ve mezhep ayrımcılığı üzerinden heba etmeye kalkışmıştır.
AKP'nin
sürdürdüğü siyaset yöntem ve stratejisi Türkiye'nin aleyhine ne varsa hayata
geçirmiştir.
Bu
siyaset anlayışı istismarcılıkta tavan yapmıştır.
AKP'nin
zorlamaları demokrasimize zararlar vermiştir.
AKP'nin
dayatmaları milli ruh ve kimliğe darbeler vurmuştur.
Tüm bu
gelişmelerin izdüşümünde diyebiliriz ki, iktidar bunalımlardan istifade etmiş,
krizleri kullanmış ve toplumsal gelgitleri hanesine yazmıştır.
Düne
kadar bilinçli bir şekilde huzursuzluk üretmiş, duyguları ajite etmiş,
insanımızı ayırmış ve kamplaştırmıştır.
Ancak
Taksim'de yaşanan ve ülkemizin geneline yayılan olay ve protestoların
diğerlerinden farklı özellikler gösterdiği de bir gerçektir.
Başbakan
ve partisi bu defa zora girmiş, bu kez köşeye sıkışmış ve tökezlemiştir.
"İSTANBULLULAR'IN ONAYI OLMADAN AVM
YAPILAMAZ"
Elbette
Taksim Gezi Parkı'yla vasat bulan eylem ve gösteriler farklı yönleriyle ele
alınmalı, mesajlar doğru okunmalı ve ortaya çıkan gerçekler derinlemesine
analiz edilmelidir.
Bunu da
yapması gereken en başta Başbakan ve hükümetidir.
Taksim
geriliminin ana ve sıklet merkezi Başbakan'ın kuru inadı, hoşgörüsüz tavrı ve
"benden başkası hükümsüzdür" anlamına gelen miadı dolmuş siyaset
dilidir.
Olan
biten tüm vakaları yalnızca sökülen ağaçlara, Topçu Kışlası'nın yapımına ve
alış veriş merkezi inşasına bağlamak bir tarafı eksik bırakacaktır.
Şüphesiz
Taksim'de yeşili kapatmak, ağaçları kesmek ve Gezi Parkı'nı gezilemez yer haline
getirmek olayları tetiklemiştir.
Ancak
meselenin gerisinde birikmiş öfke ve kızgınlıkların da bir hayli tesiri
görülmektedir.
İktidarın
bugüne kadarki tutum ve tercihleri, ceberrut eğilimleri Taksim'de ters tepmiş
ve kabaran toplumsal dirençle karşılaşmıştır.
Başbakan
Erdoğan tepkileri ilk başta basite almış, doğan krizin yine kendisine
yarayacağını sanmış, ancak bu kez yanıldığı ve yanlışa düştüğü günler sonra
meydana çıkmıştır.
Taksim
Gezi Parkı'ndaki gelişmelerin bize göre iki boyutu bulunmaktadır.
Birinci
olarak, bu Park'taki ağaçların kesilmesi, yeşilin imhası ve buranın rant alanı
haline getirilecek olmasıdır.
Başbakan
Erdoğan'ın İstanbul'un göbeğindeki yeşil alanı katlederek AVM yapma istediği
muhterem İstanbullara saygısızlıktır.
Hele
hele, durup dururken Topçu Kışlasını yeniden yapma tercihi, eli boş ve
hezeyanlarla vakit geçiren bir siyasetçinin sapması olarak görülmelidir.
Buna
karşılık olmak üzere, Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği, söz
konusu Park üzerine, Topçu Kışlası süsü verilerek alışveriş merkezi yapılmasına
imkan tanıyan 27 Şubat 2013 tarihli ve 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma
Yüksek Kurulu'nun kararını iptal istemiyle İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi'ne
götürmüştür.
Taksim'deki
protestoların alevlendiği 31 Mayıs 2013 tarihinde de anılan İdare Mahkemesi
yürütmeyi durdurma kararını gecikmeli olsa da vermiştir.
Ne var
ki, bu durum bile olayların yatışmasına yetmemiş, Dünya gündemine oturan ilkel
ve üzücü görüntülerin önüne geçememiştir.
Başbakan
Erdoğan Mahkeme'nin bu kararını sorgulamış ve maksatlı bulmuştur.
Arkasından
da, Taksim Meydanı'ndaki Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkarak yerli-yabancı
turistlerin gurur duyacağı bir opera binası yapacaklarını ilan etmiştir.
''ANITKABİR DE HEDEFTE MİDİR?''
Başbakan
Erdoğan'ın birden bire yeşeren bu opera merakı gözümüzden kaçmamıştır.
Herhalde
kendisinin eşbaşkanlık unvanının yanına tenor sıfatını iliştirmesi de yakında
gündeme gelecektir.
Aklımızın
almadığı husus, Taksim'in bir tek eksiğinin opera binası mı olduğudur?
Başbakan,
Atatürk Kültür Merkezi'nden ne istemekte, bu binanın neresi kendisini rahatsız
etmektedir?
Yoksa
isminin başında Atatürk olmasından mı gocunmaktadır?
Başbakan
Erdoğan kime sormuş, kimin tavsiyelerine uymuş ve kimlerden etkilenmiştir de
AKM'nin yıkım butonuna basmaya karar vermiştir?
Ayrıca
Anıtkabir de hedefte midir?
Türkiye'yi
yıkım projesiyle mahvetmeye ve bölmeye girişmesi yetmemiş midir?
Türkiye'nin
her tarafında AVM açarken ve bu yolla İstanbul'un her köşesindeki esnaflarımızı
dışlarken Taksim'e AVM'nin temelini kazmak maksadıyla yıkım ekibi
görevlendirmesinin ne manası, ne gereği vardır?
Gezi
Parkı'nın suyu mu çıkmış, İstanbul'un nefes aldığı mekân Başbakan'ın uykularını
mı kaçırmıştır?
Anlaşılan
Başbakan'ın birilerine verdiği söz vardır.
Taksim'in
yağması, ağaçların kesilmesi, yeşilin bitirilmesi konusunda fikir birliği
içinde olduğu kimseler söz konusudur.
Bunu da
ne pahasına olursa olsun hayata geçirme konusunda kararlı olduğu ortaya
çıkmıştır.
Gezi
Parkı'na dozerlerle girilmesi, buna karşı koyanlara sert muameleler
gösterilmesi toplumsal infialin ilk kıvılcımını tutuşturmuştur.
''SİYASİ İRADE POLİSİ GÖSTERİCİLERİN
ÜZERİNE SALMIŞTIR''
Sabaha
karşı düzenlenen polis baskınları, yaka paça yapılan gözaltılar, biber gazlı
müdahaleler, insanlıkla bağdaşmayan şiddet sahneleri Gezi Parkı'nı kâbusa
çevirmiştir.
AKP
hükümeti saldırdıkça kalabalıklar artmış, tahammülsüzlük gösterdikçe olaylar
büyümüş ve yurt sathına yayılmıştır.
Siyasi
irade polisi göstericilerin üzerine salmıştır.
Orantısız
saldırıları ve yürekleri burkan şiddet tablosunu onaylamadığımız gibi telin
ettiğimizi de buradan ifade etmek istiyorum.
Ve
mutlaka polise gazlı, plastik mermili ve tazyikli suyla saldırı emri verenler
hakkında gerekli tüm hukuki işlemlerin yapılmasını ve bunun da geciktirilmemesini
bekliyorum.
Dikkatimizi
çeken bir konu da, Başbakan'ın ihanet sürecini birlikte götürdüğü ve iki ayaklı
posta arabası olarak kullandığı bazı bölücü siyaset temsilcilerinin Taksim'de
ön planda yer almış olmasıdır.
Daha da
ilginç olanı, İmralı canisinin kanlı posterlerinin sallandığı, PKK
paçavralarının taşındığı ve bölücü örgüt militanlarının da suyu bulandırmak ve
fırsatı ganimete çevirmek için meydanlara inmeleridir.
Şurasını
hemen ifade etmeliyim ki, samimi ve duyarlı bir şekilde Taksim Gezi Parkı'na
sahip çıkan, demokratik duruşlarını gösteren vatandaşlarımızla bölücü
militanları aynı kefeye koymak söz konusu değildir.
Taksim'in
hayat hakkına sahip çıkan kardeşlerimiz her türlü övgüyü hak etmektedir.
PKK
sempatizanlarının, marjinal sol örgütlerin kalabalıkları kendi menfaatlerine
çevirmek için olağanüstü gayret gösterdikleri de aşikardır.
Bunların,
demokratik haklarını seslendiren masum vatandaşlarımızın arasına sızarak
ülkemizi belirsizliğe çekmeye çalıştıkları görülmektedir.
''TÜRKİYE NEREYE GÖTÜRÜLMEK
İSTENMEKTEDİR?''
Nitekim
etrafa verilen zararların, cam ve çerçeveleri indirecek kadar sahnelenen
aşırılıkların, belediye otobüslerine, özel otomobillere, çevredeki esnaf ve
işyerlerine verilen hasarların, maskeli yüzlerin polise taş ve sopalarla saldırmasının,
parti binalarının ateşe verilmesinin başka türlü izahı olmayacaktır.
Bizim
açımızdan, milli varlığımız olan ormanları yakan, yeşili kapatan, çevreyi
kirleten, insan ve doğa sevgisinden zerre kadar nasiplenmemiş terör gruplarının
Gezi Parkı'na sahip çıkması eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur.
Çevreyi
yakıp yıkanları, etrafa zehir saçanları ve her neviden şiddet taraflarını
buradan kınıyor, herkesi olgunluğa ve sağduyuya davet ediyorum.
Muhalefet
potansiyelini Türkiye'yi anarşiye ve asayişsizliğe sokmak için kışkırtanların
arkasında kimler vardır?
Taksim
kalkışmasını ve alaborasını gerçekte hangi mahfiller teorilendirmiş ve kimlere
ihale etmiştir?
Buradan
Başbakan ve hükümetiyle neyin pazarlığı yapılmaktadır?
Türkiye
nereye götürülmek istenmektedir?
Bölücü
mihrakların da sahneye çıktığı olaylarla nereye varılmak istenmektedir?
''TÜRKİYE'Yİ KÜÇÜK DÜŞÜRECEK HİÇBİR EYLEMİN
İÇİNDE OLMAYIZ''
Milliyetçi
Hareket Partisi'nin bölücü ve yıkıcı oluşumlarla bırakınız yan yana gelmesini,
şerefli isminin birlikte anılması dahi alçaklık ve müfteriliktir.
Başbakan
Erdoğan'ın geçtiğimiz cumartesi günü Türkiye İhracatçılar Meclisi'nde yaptığı
konuşmasında partimizi değişik unsurlarla aynı kategoriye alma, aynı karede
gösterme izansızlığı asılsızdır, yalandır ve saptırmadır.
Yeri
gelmişken tekraren ifade etmeliyim ki, parti olarak Taksim'deki olayların değil
içinde olmayı, kıyısında köşesinde dahi bulunmamız mümkün değildir.
Biz dibi
görünmeyen kuyulardan su içmeyiz, tahrik ve kışkırtmalardan pay kapmak
niyetiyle pusuya yatmayız.
Biz
yangından mal kaçırmak için köşe başında saklanan, karanlıktan faydalanarak
heybesini doldurmaya çalışan çapsızlıkta hamd olsun olmadık, olmayız ve
olmayacağız.
Netiz,
tutarlıyız, özgüven içindeyiz ve sapsağlam şekilde ilkelerimiz ve ülkülerimiz
neyi gerektiriyorsa onun peşindeyiz.
Ve
bugünkü ülke manzarasından, toplumsal elektriklenmeden oldukça muzdaripiz.
Gelişmelerin
seyrinden de kaygılıyız.
Çünkü
biz, Türkiye sevdalısı, Türk milleti aşığı milliyetçi-ülkücü hareketiz.
Türkiye'yi
küçük düşürecek hiçbir eylemin içinde olmayız.
Türk
milletini üzecek ve korkutacak hiçbir tertip, tezgah ve komplonun safında yer
almayız, almayacağız.
Bu
itibarla, Taksim'de neden MHP yok diyenlere, sanal alem üzerinden bizi
eleştirenlere, aslı astarı olmayan suçlamalarla kafaları bulandırmaya
çabalayanlara gözümüz de, gönlümüz de, kapımız da kapalıdır, kapalı duracaktır.
Biz
vatan mücadelesi verirken dört-beş ağaç gölgesine yatanlar acaba neredeydi?
AKP-BDP-PKK
ve İmralı canisinin birlikte yürüttükleri süreç ihanetine karşı onurlu ve cesur
şekilde duruş gösterirken, şimdilerde bize akıl verenler nerelerde
geziyorlardı?
Ağacın
derdine düşenler, konu vatan toprakları ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğü
olunca hangi caddelerde boy gösteriyorlardı?
Bugünlerde
ortalığı karıştırmak için diş bileyen ana muhalefet partisi, sözde çözüm ve
barış süreci zehir saçarken aklı nereydi? Neyle meşguldü? İktidara ne hakla
kredi açmakla oyalanıyordu?
Milliyetçi
Hareket'in hiçbir mensubu olayların içinde yer almayacaktır.
Hiçbir
mensubumuz tartışma, keşmekeş ve anlaşmazlıkların görüş açısında
bulunmayacaktır.
Bunun
aksine hareket eden kim olursa olsun aramızda ve yanımızda bulunamayacaktır.
Bizim
için AKP'nin devrileceği, görevden alınacağı tek yer sandıktır ve bunu da
yapacak olan Türk milletinin kutlu iradesidir.
Sokakların
sisinden ve kontrolsüzlüğünden sonuç çıkmaz, çıksa da kimsenin hayrına olmaz ve
yanına kar kalmaz, kalmayacaktır.
Biz bu
sebeple bakışımızı sokaklara değil, siyasetin er meydanına çevirdik.
Sorunların
çözüm yeri meydanların demokratik zemini ve son tahlilde de demokratik
vasıtalardır.
Biz
bunun için Bursa'dan, İzmir'den, Adana'dan ayağa kalktık.
Şimdi de
Erzurum'dan birlik ve beraberlik diyerek haykıracağız.
Başbakan'dan
rahatsız olanlar, otoriter mizacından bunalanlar, hükümetten dertlenenler
mutlaka meşruluğun yolundan ayrılmamalı ve Milliyetçi Hareket'in iktidarla
mücadelesine arka çıkmalıdır.
Biz
AKP'nin üstesinden Allah'ın izniyle geliriz.
Biz
Başbakan'a yaptıklarının hesabını sorarız.
Kimse
merak etmesin, yapılanları bu iktidarın yanına bırakmama konusunda söz verdik,
yemin ettik ve geri dönüşü olmayan bir kararlılık gösterdik.
''BAŞBAKAN DİKTATÖRLÜĞE KAYMAKTADIR''
Şayet
Türkiye'de sokakları mobilize ederek, aynı şekilde saf ve tertemiz beklentileri
provoke ederek siyasal değişimi içte ve dışta uman varsa; bilsinler ki, ateşle
oynamaktadırlar.
Doğrudur,
Başbakan diktatörlüğe kaymaktadır.
Doğrudur,
polis aldığı talimatlar gereğince şiddete başvurmaktadır.
Doğrudur,
AKP tıpkı Nazileri aratmayacak derecede sanki gaz odaları kurmaktadır.
Doğrudur,
Başbakan ve hükümeti insanlarımızın özelini işgal etmekte, her şeyine burnunu
sokmaktadır.
Doğrudur,
Başbakan Türk milletini bölmeye odaklanarak küresel kanlı projelere taşeronluk
yapmaktadır.
Ne
olursa olsun, çare demokrasidir.
Ne
olursa olsun, tek seçenek meşruiyet sınırlarında kalmaktır.
Ne
olursa olsun, gaz altında kalınsa da gaza gelmemektedir.
Türkiye'nin
gergin atmosferinin soğuması ve yumuşaması için Başbakan Erdoğan da aklını
başına almalıdır.
Kendisini
ve iktidarını gözden geçirmelidir.
Tepkileri
küçümsememeli, hele ki, üç beş çapulcu diyerek şuursuzca beyanlar vermekten
uzaklaşmalıdır.
''SAYIN BAŞBAKAN SEN KİMSİN VE KİMİ TEHDİT
EDİYORSUN?''
Başbakan
Erdoğan'ın böyle bir ortam ve gündem içinde gitmekten vazgeçmediği yurtdışı
seyahati öncesinde, bir basın mensubuyla polemiğe girerek "şu anda
evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50'si var"
ifadeleri talihsizlik, aynı zamanda da büyük bir sorumsuzluk örneğidir.
Sayın
Başbakan sen kimsin ve kimi tehdit ediyorsun?
Kendi
partinin bir belediye başkanı gibi sende, Taksim'deki itirazları bir kaşık suda
boğmak merakında mısın?
Bu aziz
milleti birbirine düşürme ihtimaliyle mi övünüyorsun?
Kara
gömleklilerini ve bindirilmiş kıtalarını nerede konuşlandırdın?
Son çare
olarak tıpkı Tunus'un devrik diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali gibi ülkeden
kaçtığın gün, Türkiye'nin de iç savaşa sürüklenmesini mi sağlayacaksın?
Lütfen
dikkat buyurunuz, bu dil son derece tehlikelidir.
Ve
Başbakanlık görevini deruhte etmiş birisi aba altından sopa göstererek
sokaklarla iletişim kurmakta, hala gözdağları vermektedir.
Başbakan
Erdoğan'ın siyaset tasarımı kazaya uğramış ve çökmüştür.
Muhafazakâr
demokrat siyaseti kötürüm kalmış, yatalak hale düşmüştür.
Başbakan
Erdoğan'ın politikaları iflas etmiştir.
Tüm
sözleri, vaatleri ve hedefleri berhava olmak üzeredir.
AKP'ye
oy vermiş muhterem vatandaşlarım Başbakan'ın ipe sapa gelmez bütün konuşmalarından
rahatsızdır.
Öyle ki,
Sayın Cumhurbaşkanı Gül de demokrasinin yalnızca seçimlerden ibaret olmadığına
yerinde ve zamanında bir şekilde temas etmiş, Başbakan'a ders vermiştir.
Millete
rağmen bir şey olmaz ve olması da düşünülemeyecektir.
İstanbullu
kardeşlerimin onayı olmadan Gezi Parkı'nda AVM bulunamaz, Topçu Kışlası
kurulamaz ve AKM de yıkılamaz.
''GİDECEK BAŞKA BİR VATANIMIZ YOKTUR''
Başbakan
Erdoğan açtığı gedik büyümeden, dışarıda ve içerde el ovuşturan akbabalar daha
fazla meseleyi başka yerlere çekmeden sorumlu, vicdanlı ve faziletli hareket
edecek tavrı göstermelidir.
Bunun
taviz vermekle, sokağa teslim olmakla bir alakası yoktur.
Zaten
10,5 yıldır ödün vere vere, önüne gelene teslim ola ola hali ve mecali
kalmamıştır.
Başka
bir Türkiye yoktur.
Gidecek
başka bir Türkiye yoktur.
Gidecek
başka bir vatanımız yoktur.
Yeterince
kavgadan çekmiş, yeterince düşmanlıklar yaşamış ve yeterince kötülüklere
muhatap kalmış Türk milletinin, yeni bir bataklığa saplanmasına, yeni bir
felaketle karşılaşmasına hep birlikte engel olmalıyız.
Birbirimize
girerek, Allah muhafaza Taksim'den Tahrir çıkartmaya yönelerek, Türk baharı
için ayin yapan küresel mihrakların, yabancı istihbarat elemanlarının ekmeğine
yağ sürerek hiçbir sonucu elde edemeyiz.
Biz bu
aziz vatan coğrafyasında, tek millet halinde kalarak, bağımsızlığımızı
koruyarak, demokrasimizi çalıştırarak, mevcut şartları daha iyi yaparak, ifade
hürriyetine azami saygı ve riayet göstererek sorunlarımızı çözeriz, çözmek
zorundayız.
''BAŞBAKAN'IN TAHRİK EDİCİ ÜSLUBU OLAYLARI
KONTROLDEN ÇIKARMIŞTIR''
Taksim
Gezi Parkı'ndaki gelişmelerin bize göre ikinci boyutu az önce kısmen ifade
ettiğim gibi, yılların birikmiş tepkisidir.
Başbakan'ın
tahrik edici üslubu olayları kontrolden çıkarmıştır.
Bu
zihniyetin iki ayyaş sözü kurşun gibi herkesi vurmuştur.
İçen
herkes alkoliktir sözü bomba etkisi yaratmıştır.
"Kafası
kıyak nesiller istemiyorum" açıklamasının yanında kindar nesil tavsiyesi
korkuları ve olumsuzlukları beslemiştir.
Kürtaj'dan
tiyatrocularla itişmeye kadar her mesele toplumsal yapıyı sarsmıştır.
Dizi
filmlerle cebelleşmesi, öğretmenleri azarlaması, çiftçilerimize hakaretler
yağdırması, teröristlere kucak açması, eğitim hayatındaki aceleci ve uzlaşmadan
kaçan düzenlemeleri, toplumun her kesimiyle sürtüşmesi milli vicdanların nefret
duymasına yol açmıştır.
Etnik ve
mezhep temelli tacizleri milletimizin huzurunu kaçırmış, süreç ihanetine
muhalif duranları kandan geçinmekle suçlaması bardağı taşırmıştır.
Dış
politikanın iflası, Türkiye'nin itibar ve haysiyetinin iki paralık olması,
bombacıların ölüm saçması, sınırlarımızın ona buna peşkeş çekilmesi toplumsal
enerjinin yığılmasına, bir noktadan da patlamasına neden olmuştur.
Taksim'den
tüm yurda yayılan olayların vahim bir evreye girdiği anlaşılmaktadır.
"TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ HERKESTEN
KARA"
Tencere-tavalarını
eline alan caddeleri doldurmuş, ışıklar yakılıp söndürülmüş, dalga dalga
olaylar mesafe almıştır.
Başbakan
Erdoğan'ın "tencere-tava hep aynı hava" sözleri de 10,5 yıldır büyük
baskı ve kuşatma altında kalan kardeşlerimizle alay etmekten başka bir anlama
gelmemiştir.
Biz de
Başbakan'a diyoruz ki, "tencere dibin kara, seninki herkesten kara."
Uluslararası
toplumdan üst üste mesajlar gelmektedir.
Başta
ABD olmak üzere, AB ülkeleri, medya organları, sivil toplum kuruluşları ve
sanatçılar peş peşe açıklamalar yapmaktadır.
Düşündürücü
olanı ise, Türkiye'de daha hazin ve dramatik olaylar yaşanırken, terör
saldırılarından dolayı kan gövdeyi götürürken hiç sesi çıkmayan ABD'nin arka
arkaya demeçler vermesidir.
ABD'nin
başına taş mı düşmüş, aklı yeni mi başına gelmiş; yoksa vahşi küresel
projelerini uygulamak için verimli bir saha mı bulduğunu zannetmiştir?
İnancım
odur ki, Türkiye'yi Ortadoğu'nun davulu başka tokmağı bambaşka ellerde olan
ülkeleriyle bir görülmesine Türk milleti müsamaha göstermeyecektir.
Hepiniz
şahitsiniz ki, dünyanın gözü sanki ülkemize çevrilmiştir.
Suriye'de
emellerine ulaşamayanlar, Arap Baharı virüsünün Türkiye'ye sıçradığını
duyurmaktan çekinmemişlerdir.
Üstelik
Suriye yönetimi bile vatandaşlarını Türkiye'ye gitmeme konusunda uyararak kendi
kanlı ve ölümle bütünleşen yüzünü gizlemeye kalkışmış, Başbakan'ın "Men
Dakka Dukka" beyanları da bumerang gibi kendine dönmüştür.
İşte
Türkiye bu hallere düşürülmüştür.
Başbakan
Erdoğan'ın, Türkiye'nin böylesi bir ortamında yurtdışına gitmesi ise tam
anlamıyla basiretsizlik ve sorunlardan kaçmaktır.
Ülkesini
bugünkü kargaşada yüz üstü bırakan birisinin, yarın daha büyük bir sorun
karşısında firar etmeyeceğinin garantisini kimse veremeyecektir.
Türkiye'nin
toplumsal güvenliğinin pamuk ipliğine bağlı olduğu izlenimi fazlasıyla gün
yüzüne çıkmıştır.
''TÜRKİYE TARİHİ BİR VİRAJDADIR''
Ekonomi
de gelişmelerden olumsuz etkilenmiş, borsa çakılmış, döviz fırlamış; gelişme ve
büyüme aldatmasıyla şişirilmiş sözde istikrar balonu anında sönmüştür.
Türkiye
kritik bir eşiktedir.
Türkiye
bir hengamenin içindedir.
Türkiye
tarihi bir virajdadır.
Ya
alevlenen yangını hep birlikte önleyeceğiz, ya da hep birlikte yanmaktan
kurtulamayacağız.
Ya hep
birlikte tıkanıklığı aşacağız, ya da ağır bir hezimetle karşılaşacağız.
İçinden
geçtiğimiz zaman diliminde, sağduyunun kaybolması büyük badirelere yol
açacaktır.
Burada
en önemli görev Cumhurbaşkanı Gül'e, Başbakan Erdoğan'a ve hükümetine
düşmektedir.
AKP'nin
dürüst ve vatansever nitelikli milletvekili arkadaşlarım parti yöneticilerini,
toplumsal muhalefete kırıcı ve itici davranmama konusunda uyarmalı, bu partiye
oy veren kardeşlerim de bu konuda çağrıda bulunmalıdır.
"Başbakan
Erdoğan'ı yedirmeyiz" diyerek sanal delikanlılık yapanlar, bizzat
Başbakan'ın kendi kendini yiyip bitirdiğini de mutlaka görmelidirler.
Bu
şartlar altında, toplumsal direniş Başbakan tarafından ciddiye alınmalı, gereği
yapılmalı, istekler dinlenmelidir.
Olaylar
daha fazla sürmeden milletimin tüm fertleri demokratik tepkisini sandığa
saklamalı ve AKP'nin haddini burada bildirmelidir.
Başbakan
Erdoğan kuru sıkı atmaktan çark etmelidir.
Vaziyet
vahamet seviyesindedir.
Türkiye
dünya gündemine oturmuş durumdadır.
Medya
artık haberleri tarafsız vermeli, aşırılıkları tekrar tekrar göstermemeli,
milletin gücünü yabana atmamalıdır.
Aziz
milletimin tüm fertleri sakin olmalı, serinkanlı hareket etmeli ve
temkinliliğin istikametinden ayrılmamalıdır.
Türkiye'yi
Tunus'a, Mısır'a, Libya'ya ve Suriye'ye çevirmek için kolları sıvayanlara alan
ve ortam açılmamalıdır.
Biz
büyük bir millet olarak bu kısır döngüyü aşacak kuvvet, dirayet ve ferasete
kimselerde olmadığı kadar sahibiz.
Bu
yüzden dikkat ve uyanık olunmalı, karanlık hesaplar yapanlara duvar
örülmelidir.
Sanal
medya üzerinden üretilen safsata, söylenti, tezvirat ve yönlendirmelere
bakılmamalı, duygusallıklara prim verilmemelidir.
''TÜRK MİLLETİ DAHA FAZLA BU SİYASET
BEZİRGÂNINA TAHAMMÜL EDEMEYECEKTİR''
Diğer
yandan Başbakan Erdoğan ve hükümeti bundan sonra sözde çözüm sürecinden
bahsedemeyecektir.
Zira
63'lüklerin önemli bir bölümü Başbakan'ı eleştirmiş, PKK alçakça yeni bir
saldırı düzenlemiş ve bir askerimiz de yaralanmıştır.
Türk
milleti daha fazla bu siyaset bezirgânına tahammül edemeyecektir.
Bu
nedenle Başbakan Erdoğan Türkiye'yi düzlüğe çıkaracak, toplumsal yaraları
saracak ve işbirliğini tesis edecek siyasi iradeyi kalan iktidar yıllarında
göstermelidir.
Unutulmasın
ki, devletle milleti karşı karşıya getirme heves ve arayışında olan hiçbir
siyasetçinin sonu hayırlı olmamış, hiçbirinin ömrü huzur içinde geçmemiştir.
Başbakan
maziden ders çıkarmalı, "diklenmeden dik durduk" sözleriyle kendisini
avutmamalı, teselli etmemelidir.
Bu
aşamada son olarak diyeceğim şudur:
Sayın
Başbakan Türkiye'ye hemen dönmelisin, görevinin başına geçmelisin ve Taksim
gerilimini azaltmak için tüm çaba ve gayreti sarfetmelisin.
İmralı
canisine gösterdiğin ilgi ve yakınlığın, PKK'ya sevgi ve şefkatinin hiç olmazsa
birazını sana ve politikalarına karşı çıkanlara göstermekten sakınmamalısın.
Çünkü
son olaylar Türkiye'nin bekasını, toplumsal dengesini sallamış ve ihmale
gelmeyecek kadar da derinlik kazanmıştır.
3.
KÖPRÜYE VERİLEN İSİM
İstanbul'a
yapılacak üçüncü köprü birçok tartışma ve fikir ayrılığını da beraberinde
getirmiştir.
Bilindiği
üzere İstanbul'un fethinin 560'ncı yıldönümü olan 29 Mayıs günü, üçüncü
köprünün temeli atılmıştır.
Yeni
köprünün yapılacak olması öncelikle trafiğin yükünü azaltacak ve yollarda israf
olan zamandan tasarruf sağlayacaktır.
İstanbullu
kardeşlerimin trafik çilesi bir nebze de olsa hafifleyecektir.
Bu bizim
için sevindiricidir.
Partimizin
hedefleri arasında trafik yükünün azaltılması amacıyla alternatif yolların
yapımı da bulunmaktadır.
Kuşkusuz
buraya kadar herhangi bir mesele yoktur.
Fakat
Cumhurbaşkanı Sayın Gül'ün temel atma töreninde yaptığı konuşmasında üçüncü
köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verildiğini açıklaması özellikle Alevi
kardeşlerimiz tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Bizim
için üçüncü köprünün daha başlangıçta görüş ayrılıklarına maruz kalması önemli
bir sorundur.
İki
kıtayı birleştirecek köprünün diyalog zeminini dinamitlemesi oldukça da
düşündürücüdür.
AKP
hükümetinin büyük hünkârımız Yavuz'un ismini tercih ederek köprüye vermesi bize
göre maksatlı bir adımdır.
Daha
önce de söylediğimiz gibi, birinci köprüye Cumhuriyet'i, ikinci köprüye
Osmanlı'yı sembolize eden isimler verilmişken; üçüncü köprüye de Selçuklu
İmparatorluğu'nun hatırasını yaşatmak için Sultan Alparslan isminin verilmesi
doğru olacaktır.
Başbakan
ve hükümeti yine kimseyi dinlememiş, yine kimsenin fikrini almamış ve merhum
hünkârımızın ismini köprüye vererek geçmişin hala çözülemeyen uzlaşmazlıklarını
diriltmiştir.
AKP'nin
amacı, mezhep eksenli mesaj vermek ve Türk milletini çok çetin bir muammaya
gömmektir.
Alevi
İslam inancına mensup kardeşlerimizi dışlama ve incitme pahasına yapılan siyasi
tercihlerin milletimizin kardeşliğini ve birliğini sakatlayacağı açıktır.
Bunun
yanında Ortadoğu'da iyice kemikleşen ve kesif bir hal alan mezhep ayrışmasını,
Allah korusun ama Türkiye'ye ithal etmek, önü alınamayacak, tahmini dahi
yapılamayacak açmazlara sebebiyet verecektir.
Bilhassa
Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimin Yavuz Sultan Selim ismine
itirazlarıyla gün yüzüne çıkan 5 asırlık bitmek bilmeyen gerilimle ilgili
şimdilik şunları söylemek istiyorum:
Ne kadar
görmezden gelsek de, Anadolu'daki Müslüman Türklerin Alevi-Sünni olarak ikiye
ayrılması Osmanlı-Safevi mücadelesinin bir neticesidir.
''BİZ NE
YAVUZ'DAN NE DE İSMAİL'DEN VAZGEÇERİZ''
Gerçek
manada, Osmanlı-Safevi rekabeti genel hatlarıyla Doğu ile Batı'nın binlerce
yıldan beri süren bu coğrafyadaki hâkimiyet çekişmesidir.
Safevi
Devleti, Şah İsmail öncülüğünde 16'ncı yüzyılın başında İran'da kurulmuş bir
Türk devletidir.
Bu
devletin kurucuları Antalya, Maraş, Amasya, Sivas ve Tokat gibi değişik vatan
köşelerinden kopup giderek yine bir Türk Devleti olan Akkoyunluları yıkan aziz
ceddimizden başkası değildir.
1514
tarihinde iki Türk devletini Çaldıran ovasında karşı karşıya getiren ise mezhep
ikiliğinden ziyade, bölgesel hâkimiyet ve ticaret yolları üzerindeki egemenlik
arayışıdır.
Her
tarihi hadiseyi döneminin şartlarında ele almak lazımdır.
Beş asır
evvel yaşananları bugüne taşıyarak tarihten husumet çıkarmak asla doğru ve adil
değildir.
Bizim
için Yavuz Sultan Selim Han çıktığı Mısır seferinden kutsal emanetlerle dönen,
Sina Çölü'nü dua ve cesaretle geçen, İmparatorluğun büyümesinde eşsiz katkıları
olan büyük bir değerimizdir.
Ve
samimiyetle söylemek isterim ki, Şah İsmail de en az Yavuz Sultan Selim kadar
bizim için saygıdeğer ve yeri dolmayacak bir hünkârımızdır.
Beş
yüzyıl önce Çaldıran'da dökülen kan, ne kadar üzülsek de Türk'ün, Türkmen'in
kanıdır.
Biz ne
Yavuz'dan ne de İsmail'den vazgeçeriz.
Yavuz ne
kadar Türk ise İsmail'in de o kadar Türk olduğunu benimser ve kabulleniriz.
Yüzyıllarca
Anadolu'daki bitmek bilmeyen dedikodunun, suçlamanın ve ithamın kimseye fayda
getirmeyeceğini de bilir ve inanırız.
Bu
sebeple geçmişin acılarını deşmek ve bugüne taşımak yerine, tüm yaşananlardan
ibret alınmalı, yeni bir dargınlığa, burukluğa ve sonuçsuz küslüğe geçit
verilmemelidir.
Alevi
İslam inancına mensup muhterem kardeşlerim AKP'nin tuzağına düşmemeli,
planlanan bölgesel ve yerel ölçekli mezhep karşıtlığı kampanyasına
kapılmamalıdır.
Ve Şah İsmail'in hakkını teslim ettikleri kadar Yavuz Sultan
Selim'e de gönülden bağlanacak olgunluğu göstereceklerine içtenlikle
inanıyorum.''