Eylemlerimiz
belli bir anlam içermekle birlikte daha çok dışa dönüktür.
Yani
görseldir. Basitinden bir ifadeyle, gözle algılanan…
Dehşetli
yangınlar değilse şahit olduklarımız; hepsi unutulur gider. Şeklinden
şemalinden eser kalmaz.
Her
şahit olduğumuz olay eğer hatırlamaya değer olsaydı; yaşam, ilerlemesi ve
ilerletilmesi mümkün olmayan bir arana olurdu.
O yüzden
hatırlamaya değer bulmayız.
Ki,
insanın yer yüzündeki en büyük kıyameti olarak bildiğimiz ölüme bile teselli
buluyoruz ve zihnimizden kovuyoruz.
Hangimiz
sevdiklerini kaybetmedi; yitirmedi?
Dikkat
ederseniz "hangimizin sevdikleri ölmedi?" demiyorum.
"Kaybetmedi",
"yitirmedi" diyorum.
Benim
gibi sıradan bir insan için ölüm feci bir hadisedir. O bakımdan
"ölüm"ün üzerini örtmem, kapatmam, daha güzel isimlendirmem gerekiyor
ki, psikolojik olarak rahatlayabileyim.
Malum,
"kılıç yarası iyileşirde dil yarası iyileşmez"miş.
Millet
olarak hassas davrandığımız bir konu sözlü iletişim.
Fiziki
olayların çok ötesinde.
Mesela:"Cin"
kelimesi için, harf devriminden sonra dilimize yerleşen, "üç harfli"
tabiri vardır. Cin demekten korkarız da üç harflileri sallamayız.
"Kanser" için "incitme beni" deriz. Sanki sesimize
"eyvallah" diyecekmiş gibi… Özellikle askerliğini yapmış olanlar
bilir, hiç bir şey "çalınmaz", "el değiştirir". Faiz
haramdır ama "işlenti, kâr payı, vade farkı" dediğimizde
-haşa- helal gibi anlarız, algılarız….
Yani,
güzel söylenirse, ruhumuz müsaittir namüsait durumlara…
Ruhumuz
müsaitken de Allah'ın verdiği akılın kıymeti yoktur!
***
Nefsimiz,
bu kadar kendisine düşkün durumdayken ülkemizdeki iktidar da, böyle namüsait
durumları müsait kelimelerle geçiştirmenin derdinde…
Örneğin,
mahkeme kararına rağmen "hukukun üstünlüğü", "hukukun
uygunluğuna" dönüşebiliyor.
Asla
darbe ve darbeci değilim ama milli bilincin ifadesel sembolü olan "Ergenekon"
kelimesini milletin gönlünde haksız yere fişlenirken RTÜK hukuk üstünlüğüne âmâ
bakıyor. Ve ne yazık ki, servis edilen bizzat milletin geçmişiyle,
kimliğiyle, kişiliyle, mayasıyla bağlantılı… afiyet olsun durumları…
Yılmaz
Özdil'in 14 Mart 13 tarihli yazısını bu gözle bir kez daha okudum. Sizinde
okumanızı öneririm.
Birkaç
alıntıyla çözümün nasıl güzelleştiğini, güzelleştirildiğini, dikte edildiğini
beraber görelim isterseniz: "Müzakere" yerine
"görüşme" denmesiyle sanki flört havasını yakalamış genç aşıkların
masum hali işleniyor tezgahta. Kim bilir bir adım sonrası evlilik.
"Hükümet
görüşmüyor", "devlet görüşüyor" ifadesi, sanki
"yöneticisi" olduğumuz apartmanın "kapıcısı"ymışız imajıyla
örtüşüyor. El mahkum gibilerinden… (o vakit talimatları kim veriyor ki? )
"Pazarlık"
sünnettir(!) ama olayların ilerleyişi "çözüm süreci"ne bağlanırsa,
mühendislik harikaları çıkabilirmiş; icat edilmemiş güzellikler görebilirmişiz
havasını yakalatıyor bizlere. "Vay be bunu biz yaptık" demeyi
bekliyoruz milletçe(!).
"Apo"
en iyi ifadeyle elli kanlı katildir; lakin, "İmralı" Emir Ali
diyarıdır. Bir yerde Emir Ali milletin benlik hafızasında kahramandır.
"PKK"
taşerondur; ancak "Kandil" bir dağdır ve üzerinde masum(!) canlılar,
böcekler yaşar…
***
Velhasıl,
kan ve irin dolu bardağı bize şerbet diye içirmeye
çalışıyorlar.
Kısacası
bu süreçte Türk Milletine güzel güzel giydirilene, "kefen" değil,
"yakasız gömlek" denir…