SİYASET /
2013-02-12 12:15:39
MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli, "Başbakan Erdoğan başkan olabilmek için İmralı canisine ve
bölücü terör örgütüne her şeyi peşkeş çekmeye karar vermiş gibidir" dedi.
PARTİSİNİN grup toplantısına konuşan Bahçeli, "Başbakan Erdoğan
Türk milliyetçiliğine karşı sert, tahammülsüz ve düşmanca mesajlar vermekte,
Türk milletinin tarih şuurunu ve benlik davasını kırmak için bu mensubiyet
kalesini yıkmak istemektedir. İmralı misyonerliği, Kandil elçiliği ve AKP
oyuncağı olan sefalet içinde çırpınan şahsiyetlerin, milliyetçiliğe,
dolayısıyla millete doğrulttukları namlu eninde sonunda kendilerine dönecektir.
Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, henüz Milliyetçi Hareket Partisi
aşılamamış, hala Milliyetçi Hareket Partisi heyecanlarından
koparılamamıştır" dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye ve dünya gündemiyle ilgili çok önemli
açıklamalar yaptı.
Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, ''Başbakan Erdoğan
başkan olabilmek, tek adam olarak hanedanlığını kurabilmek için Türkiye'nin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü satışa çıkarmış, milli birliğini
devretmek için bölücü terör şebekesine çağrıda bulunmuştur.Artık bundan sonra
"Erdoğan Başkan, PKK şampiyon" sözleri işitilirse hiç kimse 'Bu da
nerden çıktı dememeli' ve hiç kimse bunu garip karşılamamalıdır. Başbakan
Erdoğan başkanlık ümidini İmralı canisine bağlamış, bunun karşılığında
vermeyeceği hiçbir ödünün olmayacağını göstermiştir'' dedi.
Konuşmasına ''Hatay'ın Reyhanlı ilçesi Cilvegözü Sınır Kapısı'ndaki
patlamada vefat edenlere Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyor, yaralılara ise acil
şifalar temenni ediyorum'' diyerek başlayan Bahçeli, ''Patlamaya konu olan
aracın amaç ve hedefinin ne olduğu, azmettiricileriyle beraber tüm ihtimaller
hesaba katılarak incelenmeli ve arkasından da kamuoyu
aydınlatılmalıdır.Görülmektedir ki sınırlarımız barut fıçısına, ateş topuna
dönüşmüştür. Suriye'deki kör dövüşün Türkiye'ye maliyeti yıkıcı, neden olduğu
sonuçları yakıcı olmaktadır.
Esad yönetiminden kaçarak ülkemize sığınan mülteci akının boyutu
gittikçe vahim bir hal almaktadır.Sınır hatlarımızdaki güvenlik ağır şekilde
zedelenmiştir.Esad yönetimiyle muhalifler arasındaki kanlı hesaplaşma uzadıkça
mevcut tablo her gün biraz daha içinden çıkılmaz hal almıştır.Sınır
bölgelerimizdeki vatandaşlarımız korku ve derin kaygıya
kapılmışlardır.Suriye'den yayılan istikrarsızlık dalgaları ülkemizi doğrudan
doğruya etkilemektedir'' dedi.
''SURİYE
BÖLÜNMEMELİ, BÖLÜCÜLERE BIRAKILMAMALIDIR''
Bahçeli, ''PKK'nın uzantısı PYD ise sınırımızın yakın yerlerinde
kendi hakimiyetinde noktalar oluşturmakta ve gün geçtikçe mevzi elde
etmektedir.Başbakan Erdoğan'ın, muhalif güçlerin PYD'yi Kamışlı ve Haseke'ye
doğru sıkıştırmaya başladığını söylemesi ise kalıcı bir netice doğurmamıştır.Bu
arada Irak'ın kuzeyindeki peşmerge yönetimi de, Irak ve Suriye arasındaki
sınırı açmış ve karşılıklı geçişleri mümkün kılmıştır.
Suriye'nin batısında PYD ve uzantılarının kontrolünde bulunan bazı
yerleşim alanlarına BDP'li bölücülerin başını çektiği kalabalıklar,
"Suriye Kürdistan'ı ile Dayanışma Platformu" adı altında Nusaybin
üzerinden yardım sağlanmışlardır.AKP hükümeti İmralı canisinin yörüngesine
tutunmuşken, Suriye'ye giden bölücü mihraklar, "Özgür Kürtler Sınır Tanımıyor"
pankartlarıyla gövde gösterisi yapmışlar ve gerçek hedeflerini açık
etmişlerdir.
Esad rejimi ölüm kalım mücadelesi verirken, bunun Türkiye'ye
yansıması her anlamda olumsuz olmaktadır.Suriye'de dökülen kan, sürekli mesafe
alan kaos ortamı Türkiye'nin bekasını üst seviyede tehdit etmekte,
sınırlarımızda ve mücavir alanlarda şaibeli oluşumların kök salmasına yuva
işlevi görmektedir.
Bu arada, Suriye muhalefetinden gelen kafa karıştırıcı açıklamalar
ve bir gün Şam yönetimiyle uzlaşma arayışları, diğer gün bunun yalanması tam
bir kısır döngünün varlığına işaret etmektedir. Esad yönetiminin ise bir bakanı
aracılığıyla, Suriye Ulusal Konseyi dâhil, tüm muhalefetle önşartsız masaya
oturma iradesini duyurması yanı başımızda gösterimde olan kâbus filmine ara
verileceği ümidini uyandırmıştır.
Bizim için öncelikli konu Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlama
alınarak, uyumlu, kontrollü ve dengeli bir şekilde demokratik ortama kavuşması
ve iç savaşın bu ülkede sonlanmasıdır. Suriye güven ve huzura ulaşmadan, sınır
bölgelerimizin istikrar bulması, bölücü emellerin rahat durması mümkün
olmayacaktır. Bu itibarla Suriye bölünmemeli, bölücülere bırakılmamalıdır.
AKP hükümeti, ABD'nin ağzına bakarak tüm politikalarını Esad'ın
gitmesine bağlamamalı, uzlaştırıcı ve yatıştırıcı bir rol takınmalıdır. Ve
elbette sınırlarımızdan kimlerin girip çıktığını iyi kontrol etmeli, Esad
muhaliflerini desteklemek adına, canlı bombalara ve El Kaide türevlerine fırsat
vermemelidir'' diye konuştu.
''TÜRKİYE
HER TARAFINDAN DÖKÜLMEKTE, HER TARAFINDAN SU ALMAKTADIR''
Bahçeli, ''Ülkemiz öyle bir dönemden, öyle bir devirden geçmektedir
ki, yargılanmayan, çiğnenmeyen ve köreltilmeyen bir değerimiz neredeyse
kalmamıştır. Tehlikeli bir kumpasın, çok aktörlü ihanet kampanyasının iz ve
belirtileri her tarafta boy vermiş, her seviyede belirginlik kazanmıştır.
Aziz milletimiz her yönden, her türlü kirli vasıtayla baskı altına
alınmış, aklı karıştırılmıştır.
Milli ve manevi, insani ve vicdani değerler adeta karaborsaya
düşürülmüş, sanki defolu bir mal konumuna indirilmiştir. Olanlar, başımıza
gelen fecaatler; akıl ve mantıkla izah edilemeyecek kadar çarpık bir hal almış
ve yoğunlaşmıştır. Esir olmuş, teslimiyette zirve yapmış, samimiyette dibe
çökmüş siyasi zihniyetler milletimizi karanlığın ve karmaşanın içine çekmiştir.
Türkiye her tarafından dökülmekte, her tarafından su almaktadır. Başbakan ve
hükümeti bunun için yıkım ustalığına talip olmuş ve son sürat işe koyulmuştur''
dedi.
''BUNLARIN
MAKSATLARI BELLİDİR''
Bahçeli, şunları söyledi: ''Böylesi bir ortamda, millet varlığı
aşındırılmakta, milliyetçilik AKP talimatlı devşirilmiş ve dününe sırt çevirmiş
gafiller tarafından suçlanmaktadır. Başbakan Erdoğan Türk milliyetçiliğine
karşı sert, tahammülsüz ve düşmanca mesajlar vermekte, Türk milletinin tarih şuurunu
ve benlik davasını kırmak için bu mensubiyet kalesini yıkmak istemektedir.
Milleti anlamamış, milletin sırrına erememiş bedevi bir anlayışla,
milliyetçiliği bozguna uğratacağını düşünen bu zihniyet elbette yanılacak,
elbette şaşkına dönecektir. Milliyetçiliği ayaklar altına aldığını söyleyen
Başbakan ve ona ideolojik payandalık yapan çürümüşler, milliyetçilikle millet
arasındaki derin sosyolojik rabıtayı koparacaklarını zannedecek kadar küçülmüş
ve zeka geriliğinin içine batmışlardır. Hatta Türk milliyetçiliğinin görevini
tamamladığını ve devrinin kapandığını söyleyecek ölçüde densizliğin çamuruna
saplanmış, çelimsizliğin seline kapılmış olan yüzsüzlere de epey tesadüf
edilmektedir.
Bunların düpedüz maksatları bellidir. Aslında bunlar için millet görevini
tamamlamış ve bölünmesinin vakti gelmiştir. İmralı misyonerliği, Kandil
elçiliği ve AKP oyuncağı olan bu sefalet içinde çırpınan şahsiyetlerin,
milliyetçiliğe, dolayısıyla millete doğrulttukları namlu eninde sonunda
kendilerine dönecektir. Nasıl olmuşsa bir dönem aramızda bulunma talihini
yaşamış bazı simaların, içinden geçtiğimiz zaman aralığında türlü oyunlarla
bölücülüğün ateşine odun taşıyarak milliyetçiliğe ve Türklük değerlerine
saldırmaları anlamsız kalmaya mahkûm olacaktır.
Nihayetinde yel kayadan hiçbir şey koparamayacaktır. Türkiye'nin
içinde bocaladığı bu zaman diliminde, Türk milletine karşılıksız bağlılıkla
varlığını tanımlayan partimizin önem ve sorumluluğu daha da artmıştır. Milliyetçi
Hareket Partisi'ni, özürlü değerlendirmeleriyle yanlış ve temelsiz tanıtmaya
kalkışanlar, önce var oluş gayemizi, meselelerle karşı kesif ve makul
itirazlarımızı anlama zahmeti göstermelidirler.
''MHP 44
YILDIR ÜLKÜLERİNİN PEŞİNDE, MİLLİ HEDEFLERİNİN ARKASINDADIR''
Partimizi kendi dar, güdük ve çapsız anlayışlarına sığdırmaya
yeltenenler; hakkımızda yalan, yanlış hüküm vermeyi akıllarınca marifet
sayanlar tutarlılık adına kendi geçmiş ve sicillerini gözden geçirmeleri en
içten tavsiyemizdir. Türk milletine hizmet yolunda 44 yıllık süreyi arkada
bırakan partimizin, başkalarına şirin görünmek, göze girmek ve sırnaşmak
konusunda rekorlara imza atan müsvedde ve insanlık fukarasına dönüşmüş kişileri
ciddiye alması ihtimaller arasında dahi olmayacaktır. Unutulmasın ki,
Milliyetçi Hareket Partisi tam 44 yıldır ülkülerinin peşinde, milli
hedeflerinin arkasındadır.
Bugün, ülkemizin içinde bulunduğu meseleleri çok yönlü
değerlendirmeye almadan evvel, Türk milletinin potansiyel gücü olan
milliyetçi-ülkücü hareketin tarihi duruşunu ve sahip olduğu mücadele azmini
titizlikle analiz etme yükümlülüğü vardır. Şartlar ne kadar olumsuz olursa
olsun, henüz Milliyetçi Hareket Partisi aşılamamış, hala Milliyetçi Hareket
Partisi heyecanlarından koparılamamıştır. Bizim şevkimiz, inancımız ve
sapasağlam fikir örgümüz Türkiye'nin güvencesi, Türk milletinin güvenli
sığınağıdır. Geçtiğimiz hafta sonu idrak ettiğimiz partimizin kuruluşunun 44.
yıldönümü bu hakikati bir kez daha teyit etmiş, yeniden ispatlamıştır. Kuşkusuz
yarım asra yaklaşan şeref ve saygınlıkla örülmüş, heyecan ve hevesle
perçinlenmiş bir yolculuğun en önemli kilometre taşlarından birisindeyiz.
Ülkemizin son bir asrını samimiyetle gözden geçirenler Türk
milliyetçiliğinin tesadüfen ortaya çıkmadığını göreceklerdir. Aziz millet
varlığı ne zaman sıkıntıya girmiş, ne zaman imdat çağrısı vermişse
milliyetçilere daha çok iş düşmüştür. Vatanımız ne zaman buhran ve bunalımlarla
yüz yüze kalmışsa milliyetçiler devreye girmiş, ellerini taşını altına
koymuşlardır. Kimi zaman fikirleriyle belirsizliğe meydan okumuşlar, kimi zaman
teşkilatçı becerileriyle dağılan bir imparatorluktan milli devlet kurmuşlar ve
kimi zaman da canlarıyla ülkülerine kol kanat germişlerdir. Bu nedenle
Milliyetçi Hareket'i zamanın bir noktasında durmuş, tarihin gerisine düşmüş,
değişim ve dönüşüm dinamiklerini ıskalamış olarak lanse etmek bilinçsizce bir
yaklaşım değilse, artniyetliliktir, kötümser bir bakıştır.
Milliyetçi fikriyat; sürekli gelişmeye, yenileşmeye ve canlılığa
yaptığı atıflarla, millet varlığını daha güzel, daha iyi ve daha üst bir
noktaya taşıma iddiasıyla bir aşamadan sonra siyasallaşma kulvarına girmiştir. Dönemin
sosyal ve ekonomik şartları göz önüne alındığında, siyasetteki bloklaşmalar ve
katılıklar dikkatle değerlendirildiğinde bu elbette hemen beklenildiği gibi
olmamıştır. Zira milliyetçilik kuvveden fiile geçerken birçok ideolojik,
sosyolojik ve psikolojik duvarla karşılaşmıştır. Buna rağmen, Türk
milliyetçiliği yalnızca kitaplarda, makalelerde, salonlarda, üniversite
kürsülerinde, sohbet meclislerinde değil; milletin tüm damarlarında akan kan
olma hedefine soyunmuştur.
Türkiye'ye yön çizmek, devlet ve toplum hayatındaki pürüzleri
gidermek, ekonomik ve sosyal sorunları eksiksiz çözmek, medeniyetler arasındaki
boğuşmada milletimizi yukarılara taşımak için meydanlara inmiş, her insanımızla
kapanmayacak diyalog kanalları kurmaya karar vermiştir. Bir fikre dayanan,
sosyolojinin dilinden ayrılmayan, milli ve manevi değerlerle irtibatını her
seferinde güçlendirerek, güncelleyerek sürekli hale getiren Türk
milliyetçiliği, milletimize rehber olabilmek için her gayreti sarfetmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin geçmişi, millete adanan fani
ömürlerin zahmetleri, zorlukları bir bir etkisiz hale getirmesiyle anlam
kazanmıştır.
''44 YIL
ÖNCE NE SÖYLÜYORSAK BUGÜN AYNI ÇİZGİDEYİZ''
İşte 44 yıl önce, milliyetçi-ülkücü hareketin varlığı özet olarak
bu şekilde ortaya çıkmıştır. Sıçrayıp ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine
basarak mümkündür. Bu zemin ise geçmişimizdir, onunla kuracağımız sağlıklı
ilişki yarınlarımızı belirleyecektir.
Milliyetçi
Hareket Partisi'nin geride kalan 44 yılı;
* Şehitlikle
içiçe geçmiş, yokluk ve yoksunluklarla çevrelenmiştir.
* Mertlikle
şekillenmiş; herkese örnek olacak hamiyet, hidayet ve cesaret örneklerine sahne
olmuştur.
* Başarma
iradesiyle, atılganlıkla ve şuurla tarihe nam bırakmıştır.
* Ülkülerine
sımsıkı bağlı, milletine vefayla tutunmuş imanlı, fedakâr, cefakâr bir neslin
heybetine, parlak hedeflerine sahne olmuştur.
Birileri gibi, zihnimizi ipotek ettirmedik, heyecanlarımızı rehin
bırakmadık, milli duygularımızı çok şükür pazarlık konusu yapmadık.
44 yıl önce ne söylüyorsak bugün aynı çizgideyiz.
Nasıl görünüyorsak öyleyiz, neyi dile getirmişsek oyuz.
Ne demişsek arkasındayız, ne istemişsek yanındayız.
44 yıl önce Türk milleti için hangi hedeflerimiz, hangi
tekliflerimiz ve hangi amaçlarımız varsa, aslından ve gerçeklerinden kopmadan
daha da yükseğiyle bugün bizimledir, bugün bizim pusulamızdır.
''MİLLET
VARSA TÜRK MİLLİYETÇİLERİ OLACAKTIR VE OLMUŞTUR''
İmkânsız gibi görülen bir mücadeleyi kurucu Genel Başkanımız Türkeş
Bey liderliğinde dava büyüklerimiz ve gönül insanlarımız hamd olsun
başlatmışlar ve bu zamana kadar ulaşmasına da vesile olmuşlardır.
Metanetle çileleri, sabırla güçlükleri yendik.
Millet varsa Türk milliyetçileri olacaktır ve olmuştur.
Türk milliyetçileri varsa, emin olun millet emniyetli bir şekilde
gelecek ufkuyla buluşacak ve elbette ilelebet payidar kalacaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi;
* Türkiye'ye
sahip çıkacak, Türk milletini böldürmeyecektir.
* Bin
yıllık kardeşliği bölücü azmanlara teslim etmeyecek, Türklüğü kaderiyle baş
başa bırakmayacaktır.
* Milli
mirası birileri istiyor, birileri bekliyor ve diliyor diye çözüm hançeriyle
talan edilmesine müsaade etmeyecektir.
Bilinsin ki Türkiye Irak, Yugoslavya veya Lübnan olmayacaktır. 44
yılın bize yüklediği en önemli ödev iktidar olmak, Türkiye'yi temizlemek ve
ayağa kaldırmaktır. Bunu yapacağız, bunu başaracağız, milletimizin desteğine ve
âlicenaplığına mutlaka layık olacağız. Türkiye'nin sorunlar yumağından
kurtulması için tek yol kalmıştır: O da Milliyetçi Hareket Partisi'nin
iktidarıdır.
AKP'den hesap sormanın tek bir seçeneği vardır: O da Milliyetçi
Hareket Partisi iktidarından geçmektedir. Bu duygularla partimizin
kuruluşunun 44'ncü yıldönümünün aziz milletimize ve muhterem dava
arkadaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi dündür, bugündür ve mutlaka yarınlarda
da olacaktır. Bunu hiçbir güç engelleyemeyecek ve önüne geçemeyecektir.
''MERDİVEN
STRATEJİSİ İSMİYLE KAVRAMSALLAŞTIRILAN AKP-PKK MÜZAKERELERİ AŞAMA AŞAMA
İLERLETİLMEKTEDİR''
Bildiğiniz gibi, AKP hükümeti, tüm imkân ve kaynaklarını devreye
sokarak ismine "süreç" dediği çok tehlikeli ve ibretlik bir ihanet
serüveninin içine girmiştir. Bu serüvenin; sabit aktörü bebek katili, değişken
faktörü duruma ve gelişmelere göre pozisyon alan çetesi, bağımlı figürü
bölücülüğün siyasetteki markası BDP, çok yüzlü figüranı da milli iflasın içine
gömülmüş AKP olarak dikkat çekmektedir. AKP-PKK-BDP ve İmralı canisinden
müteşekkil bölücü ortaklık, süreç içinde Türk milletini ve Türkiye'yi
mahvetmenin plan ve hazırlıklarını son hızla sürdürmektedir. Merdiven
Stratejisi ismiyle kavramsallaştırılan AKP-PKK müzakereleri aşama aşama
ilerletilmektedir. Bölücülük AKP'nin himayesine alınmış, PKK AKP'nin yanında
hizalanmış ve İmralı canisi AKP'nin tepesine binmiştir. Türk milletinin
demokratik tercihiyle iktidara gelen AKP, milletimizin ve devletimizin
geleceğini bölücü terörle girdiği bahse yatırmıştır. Görünen odur ki, millet
varlığı üzerinden parçalanma kumarı oynanmakta, hezeyanlar ve rezillikler peşi
sıra birbirini takip etmektedir. Başbakan Erdoğan'ın gerçeklerle, doğrularla ve
milli hislerle yolu bir daha çakışmamak üzere ayrılmıştır. Kendisi tercihini
yapmış, bundan böyle kimlerle birlikte olacağının, kimlerle elele kalacağının
haberini bizzat vermiştir.
Başbakan'ın geçen hafta Slovakya dönüşünde anayasa yapımını kast
ederek; "BDP'yle 330'u bulabilmek adına müşterek adımlar
atabiliriz" demesi her zaman aklında olan bir düşüncenin
dille ikrarı olarak değerlendirilmelidir. Böylelikle, perde gerisinde süren
pazarlıkların neye yönelik olduğu ve neyi amaçladığı biraz daha netleşmiştir. Başbakan
Erdoğan İmralı canisinin dayatmaları eşliğinde, PKK'nın fason imalatı, yan
ürünü olan, üstelik kendisinin Doğu ve Güneydoğu'nun CHP'si olarak tasvirini
yaptığı BDP'yi yanına alarak Türk milletine ve Türklüğe sanki savaş ilan etmiş
gibidir. Kendisinin bu beyanatı öyle önemli, bu çıkışı öylesine kritiktir ki,
her şey netleşmiş, tüm şüpheler sonunda açıklığa kavuşmuştur. Bu ifadelerin
anlamı kısaca şudur: Türkiye'nin geleceği, Türk milletinin varlığı PKK'ya
bağlanmış, PKK'ya dayandırılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, AKP'yle PKK anayasa
değişikliği konusunda bir araya gelmiş, aralarındaki son anlaşmazlıkları da
giderme telaşına kapılmışlardır. İmralı süreci isimli kısa metrajlı ihanet
filminde; Başbakan Erdoğan'ın başrol arkadaşları teröristbaşı ve örgütü,
yönetmen ABD, makyajcı AB, dublör BDP, set dekoratörü CHP, montajcı peşmerge,
kameraman sözde aydınlar, ses tasarımcıları da bazı eski sinema artistleri
olarak yerini almıştır.
İşte ülke olarak geldiğimiz durumun içler acısı hali budur. Başbakan
Erdoğan, başkanlık sisteminin ağırlıklı olduğu yeni anayasa hazırlığı
paralelinde kafasının içindekileri bir bir dökmüştür. TBMM'nde eksik kalan
milletvekili sayısını BDP'ye tamamlayacak ve kuvvetle muhtemel Türkiye'yi
referanduma götürmekten geri durmayacaktır. Görünen odur ki, Türk milleti
önümüzdeki süreçte varlığını, birliğini ve hayat haklarını oylamak durumunda
kalacaktır. Başbakan Erdoğan başkan olabilmek için İmralı canisine ve bölücü
terör örgütüne her şeyi peşkeş çekmeye karar vermiş gibidir. Al gülüm, ver
gülümle gidecek olan süreç içinde, AKP-PKK ve teröristbaşı dışında hiç kimse
memnun olmayacak, hiç kimsenin beklentisi önemsenmeyecektir. Başbakan
Erdoğan'ın BDP'ye, yani PKK'ya uzattığı zeytin dalı anında ilgi ve hevesle
karşılanmıştır. Başbakan'ın hedefleri bölücü terör taraflarını rahatsız
etmemiş, bilakis onlarda el altından yaptıkları pazarlıkları alelacele
Başbakan'ın önüne koymuşlardır.
''ERDOĞAN
BAŞKANLIK ÜMİDİNİ İMRALI CANİSİNE BAĞLAMIŞ, BUNUN KARŞILIĞINDA VERMEYECEĞİ
HİÇBİR ÖDÜNÜN OLMAYACAĞINI GÖSTERMİŞTİR''
Başbakan Erdoğan başkan olabilmek, tek adam olarak hanedanlığını
kurabilmek için Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü satışa
çıkarmış, milli birliğini devretmek için bölücü terör şebekesine çağrıda
bulunmuştur. Artık bundan sonra "Erdoğan Başkan, PKK şampiyon"
sözleri işitilirse hiç kimse 'bu da nerden çıktı dememeli' ve hiç kimse bunu
garip karşılamamalıdır. Başbakan Erdoğan başkanlık ümidini İmralı canisine
bağlamış, bunun karşılığında vermeyeceği hiçbir ödünün olmayacağını
göstermiştir. Ayağına kadar gelen gollük pasa bigâne kalmayan İmralı canisi ve
cinayet örgütü de BDP kanalıyla klasikleşmiş ve bildik tekliflerini Başbakan ve
partisine arkası arkasına iletmiştir.
Bu kapsamda BDP istekleri şu ana başlıklar etrafında
toplanmıştır.
1- Yeni
anayasada vatandaşlık tarifinin değiştirilerek Türk sözcüğünün hazırlanacak
metinde bulunmaması,
2- Farklı
dil ve kültürlerin anayasada güvence altına alınması,
3- Anadil
kullanımının önündeki engellerin kaldırılarak eğitim ve kamu hizmetlerine kadar
her alana taşınması,
4- Özerkliğin
tanınması ve sağlanması.
Bu dörtlü teklif setinin kamuoyuna servis edilmesi ve AKP'ye
verilmesi bölücü mihrakların geçmişteki düşünce ve yaklaşımlarından
vazgeçmediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Gerçek şudur ki, ne İmralı
canisi, ne PKK ne BDP ihanet sürecinin pasif bir öğesi değildir ve olmamıştır. Hatırlanacak
olursa, 14 Temmuz 2011 tarihinde, Demokratik Toplum Kongresi isimli gayri meşru
oluşum, demokratik özerkliği ilan etmiş, aynı gün katiller Silvan'da 13 Mehmedimizi
şehit etmiştir. Peşinden 2011 yılının Eylül ayında, BDP'nin 2'nci olağan
kongresinde ana tema olarak özerklik gündeme damgasını vurmuş, özerkliğin her
yerde inşa edilmesi hedeflenmiştir.
Yine bu bölücü terörün siyaset ayağının, geçtiğimiz yılın Ekim
ayındaki bir kongresinde de, Türkiye'nin 15-20 bölgeden oluşan özerk bölge
yönetimine geçme fikri seslendirilmiştir. Bize öyle geliyor ki, Başbakan ve
partisi bu tekliflere sıcaktır ve açık kapı bırakmıştır. Bir ucunda başkanlık
modelinin olduğu, diğer ucunda önce özerklik ve federasyon, arkasından da
bağımsız Kürdistan'ın bulunduğu bir süreç alçakça müzakere konusu
yapılmaktadır.
Başbakan Erdoğan; dağılmış, ayrılmış ve öbek öbek etnik kimliklere
taksim edilmiş konfederal bir yapının başkanı, İmralı canisi de ilk etap da
sözde Kürdistan özerk bölgesinin başı olacaktır. Az önce dile getirdiğim
Merdiven Stratejisi'nin son basamağında bu gidişle olacak ve bulunacak olan
bundan başkası değildir.
''ARALARINDA
HİÇBİR FARK YOKTUR''
Başbakan Erdoğan ve hükümeti şehitler verilirken dahi PKK'yla
diyalog ve görüşme zeminini hiç bırakmamıştır. Bu zihniyetin şimdi kalkıp
İmralı seferine çıkmak için kapı aşındıran ve ısrar eden BDP'ye yönelik olarak;
dağdaki teröristlerle kucaklaşan adaya gidemez, hassasiyete darbe vuran
aracı olamaz, uygun görülenlere görüşme izni verilir, demesi abesle
iştigaldir. Eğer PKK'yla görüşenlere, militanlara kucak açanlara ambargo
konulacaksa, Başbakan Erdoğan'ın insan içine çıkacak yüzü bile olamayacaktır.
Başbakan kimi kandırmaktadır? BDP'yle köşe kapmaca oynamasının,
yalandan manevralar yapmasının inandırıcı olacağını mı düşünmektedir? Geçtiğimiz
yılın Ağustos ayında BDP'li bir grup milletvekilinin Hakkâri'de PKK'lılarla
sarmaş dolaş olması neyse Başbakan ve partisinin İmralı canisiyle çözüm ve
barış adı altında bir araya gelmesi odur.Aralarında hiçbir fark yoktur. Madalyonun
bir yüzünde canilere karşı açık sevgi ve muhabbet gösterilmekte, diğer
tarafında ise sürdürülen müzakerelerle bu pervasızca yapılmaktadır. PKK'yla
önce görüşüp, sonra bunu inkâr etmek, arkasındanda dönüp PKK'lılarla kucaklaştı
bahanesiyle bazı BDP'lileri iş olsun kabilinden suçlamak ve yalan denizinde
boğulup milli emanetlere hıyanetliğe yeltenmek AKP'yle özdeşleşmiş ikircikli ve
yüz kızartıcı bir siyaset hastalığıdır.
Türk-İslam değerlerini bir sevda gibi gönlünde tutan Milliyetçi
Hareket Partisi'nin milletimizi aldatanların foyasını ortaya çıkarması milli
bir görevi, aynı zamanda da şeref meselesidir. Tabii olarak, Türkiye'nin
yaşadığı bunalım döngüsünün, bölücü terörle yürütülen pazarlıkların üzeri
örtülmekte, milletimiz aldatılmaktadır. PKK'nın silah bırakacağı, militanların
sınır dışına çıkacağı, barışın geleceği, her şeyin tozpembe bir atmosfer içinde
olacağı yalana, dolana batmış iktidar sözcüleri tarafından iddia edilmektedir. Oysaki
gerçekler çok başka ve bir o kadar da acıdır. Sorarım sizlere, şayet mümkün
olursa, PKK'nın silah bırakması neyin karşılığında gerçekleşecektir? Hadi
diyelim dağ bakiyesi sınır dışına çıktı, peki İstanbul'u, Ankara'yı, Şırnak'ı,
Diyarbakır'ı mesken tutmuş ve buralarda kök salmış PKK'lılar nasıl sökülüp
atılacaktır? Devamlı irileşen ve tabanını genişleten bölücülük nasıl eritilecek
ve nasıl tüketilecektir?
Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları kendilerini akıllı, herkesi de
enayi mi görmektedir?
''TÜRK
MİLLETİNİN PKK'YLA YAPILAN TESLİMİYET VE TAVİZKARLIKLA YÜRÜYEN MÜZAKERELERE
RIZASI YOKTUR''
AKP cenahından duyulan "Şapkadan tavşan çıkmayacak,
deniz geçerken derede boğulmayalım, barışa yakınız, çözüm sabote edilmesin,
sıkılı yumrukları açalım, çözüm verimli yürüyor, İmralı beklentilerimize cevap
veriyor" sözlerine milletimizin kanacağı mı düşünülmektedir? Asıl
olarak esnafımız borçlarına ve katlanan sorunlarına çözüm beklemektedir.
Çiftçimiz perişanlığını hafifletecek, ürününün para yaptığı, mazot
faturasının azaldığı çözüm adımları istemektedir. Küçük ve orta boy
KOBİ'lerimiz, sanayicimiz ekonomik meselelerini çözecek iradeyi aramaktadır.
Memurumuz azalan maaşına ve zorlaşan hayat şartlarına, işçimiz alın
terinin karşılığına kapsamlı çözüm hamleleri ummaktadır.
Emeklimiz hayatının geri kalanında insanca yaşabilmek amacıyla
Başbakan'dan gerçek çözüm reçeteleri duymayı arzulamaktadır.
İşsizlerimiz, yoksullarımız ve açlıkla boğuşan kardeşlerimiz
çözümün İmralı canisine değil kendilerine yönelik olmasını talep etmektedir.
Şu zaman diliminde milletimiz süreç diye ifade edilen İmralı canisi
ve çetesini temize çıkarma ve affetme izansızlıklarını içten içe kızgınlıkla
izlemektedir.
Türk milletinin PKK'yla yapılan teslimiyet ve tavizkarlıkla yürüyen
müzakerelere rızası yoktur. Çünkü büyük milletimiz; hainlere, kanını dökenlere,
vatanını ve varlığını bitirmeye çalışan ar damarı çatlamış çapulculara gözünü
kapayacak ve bir şey olmamış gibi davranacak kadar çok şükür vicdani erozyona
uğramamıştır. Başbakan Erdoğan ve çözüm korosu Türk milletini kendileri gibi
sanmamalıdır.
''BAŞBAKAN
ELİNDE ÇİÇEKLERLE SİLİVRİ'YE KADAR KOŞTURA KOŞTURA GİDERSE HİÇ KİMSE
ŞAŞIRMAMALIDIR''
Olan biten tüm çirkinliklere milletimizin tepki koyacağı zaman
yakındır. Daha düne kadar, toplum yapısına korku pompalamak ve bu korkuya
dayalı olarak hareketsizlik ve tepkisizlik oluşturmak maksadıyla her yol
denenmiştir. Nitekim PKK'yla masaya oturmak, İmralı canisini allayıp pullayıp
sözde çözüm tarafı olarak sunmak için direnç olabilecek ve sorun çıkarabilecek
tüm ihtimaller hesaplanmış ve üzerine gidilmiştir.
* Medya ve
sivil toplum kuruluşları susturulmuştur.
* Partimize
tuzaklar kurulmuş, Meclis dışında kalması hedeflenmiş ve ahlaksızca iftiralar
atılmıştır.
* TSK'nın
etkisizleştirilmesi için tutuklama furyası başlatılmış ve genelkurmay
başkanları terörist olarak suçlanmıştır.
Şu feleğin işine bakınız ki, insani bir görüntüsü olsa da, Başbakan
Erdoğan, Balyoz Hareket Planı Davası kapsamında hüküm alan değerli bir
komutanımızı geçirdiği ameliyatından sonra ziyaret etmiştir. Bundan da en ufak
rahatsızlık duymamıştır. Başbakan bu anlayışla, elinde çiçeklerle Silivri'ye
kadar koştura koştura giderse hiç kimse şaşırmamalıdır. Başbakan Erdoğan'ın
tutuklu bulunan TSK mensuplarına birden bire merhamet gösterilerine soyunması,
uzun tutukluluk hallerini eleştirmesi ve AKP'nin diğer yöneticilerinin buna
papağan gibi katılması yeni bir oyunun habercisidir. Başbakan yargıyı hedefine
almıştır. Ve tam olarak adaletin AKP'nin denetim ve kontrolüne girmesi için,
bizzat sevk ve idare ettiği darbe davalarını eleştirmeye girişmiştir. Tarihin
affetmeyeceğini söyleyerek mahkemelere açıktan çeki düzen vermeye ve
kararlarına müdahale etmeye çalışması büyük bir tutarsızlıktır.
Başbakan Erdoğan yargıya son darbeyi indirmek ve tek çatı altında
toplamak için evvela eleştirmesi ve mevcut sistemin aksaklıklarını toplumsal
yapıya kabullendirmesi lazımdır. Bunun için de harekete geçmiş ve vicdan
maskesi takmıştır. Ne üzücüdür ki, feryatlardan, haklı şikâyetlerden dahi
nemalanmanın derdine düşmüştür.
Acil şifa dilediğimiz emekli Orgeneral Ergin Saygun'a yapılan
ziyareti bu minvalde samimi görmediğimizi belirtmek isterim. Sayın Başbakan
keşke ameliyat masasına gelmeden önce bu değerli şahsiyeti hatırlamış olsaydın,
keşke yargılama sürecinin adil ve adaletli olması için elinden geleni çabayı
gösterebilseydin. İşte o zaman yaptıklarınla söylediklerin çelişmez ve herkesin
de takdirini kazanırdın.
ABD
BÜYÜKELÇİSİ'NİN AÇIKLAMALARI
ABD'nin Ankara büyükelçisi geçtiğimiz hafta bazı gazetecilere
yaptığı açıklamalarda bilhassa yargıdaki olumsuzluklara değinmiş ve değişik
meselelerle ilgili görüşlerini paylaşmıştır. Bu aşamada kararlılıkla ifade
etmek isterim ki, bir yabancı görevlinin yanlış veya doğru içişlerimiz hakkında
fikir ileri sürmesi taşıdığı sorumlulukla bağdaşmayacaktır. ABD'li elçinin bu
tavrı bir defa diplomatik nezaket ve teamülleri hiçe saymaktır. Doğrudur,
ülkemizin en başta yargıdaki tıkanıklık ve uygulamadaki aksaklıklarla ilgili
açmazları vardır ve artarak da devam etmektedir. Ancak bu bizim iç meselimiz
olup, bizatihi çözecek olan Türk milletinden başkası değildir. Yabancı
diplomatların ya da devlet adamlarının Türkiye'nin içişlerine müdahil olma
alışkanlıkları AKP'nin acziyetinden, kötürüm politikalarından ve başkalarına
kul köle olan omurgasızlığından kaynaklanmaktadır. Bir elçinin görev yaptığı
ülkeyle ilgili görüşlerini açıklayabilmesi, öncelikle cesaret bulmasıyla,
arkasından da siyasi yönetim tarafından uygun bir ortamın sağlanmasıyla
mümkündür. Hükümet bu imkânı 10 yıldır yabancılara sunmaktadır.
Başbakan Erdoğan'ın geçtiğimiz cumartesi günü, partisinin İstanbul
İl Danışma Meclisi Toplantısı'nda sarfettiği, "Türkiye hiç kimsenin
şamar oğlanı değildir. Türkiye, içişlerine karışılacak, dışarıdan yasama, yargı
ve yürütme sistemlerine burun sokulacak bir ülke hiç değildir."
sözleri günü ve vaziyeti kurtarmak adına söylenmiş kuru laf kalabalığından
ibarettir. Ayrıca AKP'li bazı yöneticilerin ABD büyükelçisine "haddini
bileceksin" çıkışları nafile olup kuru gürültüdür. Söz konusu
büyükelçi değişik fırsat ve ortamlarda Türkiye'nin gündemiyle ilgili
yorumlarını yapmakta, hükümetten ise herhangi bir yaptırımı olmayan boş sözler
duyulmaktadır. Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin şamar oğlanı olmadığını düşünüyor
ise gereğini yapacak özgüven ve cesareti göstermeli, lafla peynir gemisi
yürütme kurnazlığından vazgeçmelidir.
ABD'li büyükelçinin açıklamalarının üzerinden kısa bir süre sonra,
bu kez de Okyanus ötesinden manşetlere konu olan bir mülakat yayımlanmıştır. ABD
Başkanı Obama, kendisine verilen 11 sorudan yalnızca 7'sini cevaplayarak
görüşlerini bir gazete vasıtasıyla Türkiye'ye bildirmiştir. Kalan 4 sorunun
neden cevaplanmadan bırakıldığı esasen dikkatle irdelenmelidir. ABD Başkanı
Obama, bu açıklamasında Türkiye'nin hassasiyet taşıyan tüm iç meseleleri
hakkında yorumlar yapmıştır. "Türkiye hiç kimsenin şamar oğlanı
değildir" diyerek ABD büyükelçisine yerini gösteren Başbakan'dan, şu
ana kadar hiçbir ses ve tepki gelmemiştir. Bu mülakatında Obama; Başbakan
Erdoğan'ı küresel konularda harika bir partner olarak gördüğünü itiraf etmiş,
neredeyse eşbaşkanlık karnesinin yıldızlı pekiyiyle dolu olduğunu ima etmiştir.
Herhalde Başbakan Erdoğan bundan dolayı sevinmiş ve bu sözleri aylardır
beklediği randevunun yakın vadede verileceğinin bir işareti olarak yorumlamış
olsa gerektir. Ayrıca ABD Başkanı, sözde barışçıl çözüm arama çabası olarak
gördüğü İmralı canisiyle sürdürülen müzakereleri alkışladığını belirtmiştir. ABD
Başkanı'nın hem PKK'nın terör eylemlerine eleştirisel bakması hem de ihanet
müzakerelerini olumlu bulması tam bir çelişkinin ürünüdür. İmralı'da yatan
bebek katilini barış taraftarı yapan Obama'nın, ilk fırsatta boşalan
eşbaşkanlık koltuğuna oturtması ve Başbakan'la aynı göreve taşıması mübalağalı
bir öngörü olmayacaktır. ABD Başkanı devamla, evrensel özgürlükleri ilerletme
konusunda mevcut liderleri, muhalefet partilerini ve vatandaşlarımızı
sorumlulukları paylaşmaya çağırmıştır. Ve sözlerine aynen şunları ilave
etmiştir: "Türk liderleri, insanların çıkarlarına hizmet eden reformları
ilerletmeye ve demokratik kurumları güçlendirmeye teşvik ediyorum." Önce
bu liderlerin berraklaştırılması gerekmektedir. Eğer biz de bunlar arasında
telakki edildiysek diyeceğim şudur: Başbakan Erdoğan ve diğerlerini bilemeyiz,
ama Milliyetçi Hareket Partisi'nin Türk milletinden başka hiçbir varlığın,
hiçbir kişinin veya hiçbir yönetimin teşvik etmesi söz konusu dahi
olmayacaktır. ABD Başkanı bizi ne zannetmektedir? Afganistan'daki, Irak'taki,
Libya'daki akıtılan oluk oluk Müslüman kanlarını unutmuştur da sırayı bizi mi
teşvik etmesi almıştır? ABD'deki 50 eyaletin bölünmeyeceğini, bağımsızlık
derdine düşmeyeceğini garanti altına almıştır da, Türkiye'deki ihanet
müzakerelerinin mi kaygısına kapılmıştır? ABD Başkanı işine bakmalı, Beyaz
Saray'da beyaz düşler kurmaya, sömürgeci planlarını gözden geçirmeye ve
yönetiminin katlettiği Müslümanların vebaliyle kendisine çeki düzen vermelidir.
Bizim teşvikçimiz, heyecan pınarımız ve ilham kaynağımız BOP'un
hain emelleri, emperyalizmin kanlı dişleri değil, büyük Türk milletidir. Aklımıza
gelmişken sormak lazımdır ki, Başbakan Erdoğan bugüne kadar hangi teşvikleri
almış, hangi dayatmaları sineye çekmiştir? ABD'den bakılınca Türkiye'deki her
siyasi partinin AKP gibi mi olduğu düşünülmektedir? Biz, patron edasıyla konuşanlara,
Türkiye'ye yön çizmeye, terbiye vermeye çalışanlara ve milli gururumuzu
incitenlere asla dönüp de bakmayız.
Biz kırılabiliriz, ama asla birileri gibi eğilmeyiz.
Çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz.
Bakalım Başbakan Erdoğan ABD Başkanı'nın sözlerine ne diyecek ve
nasıl karşılık verecektir? Her zaman olduğu gibi yutkunacak ve yutacak mıdır?
Yoksa bu ülkenin Ankara büyükelçisine karşı söylediklerini Obama'ya karşı
tekrarlayacak cesareti ve yüreği gösterebilecek midir? Tarihi, ırkçı
mücadelelerin ve yıllar süren kanlı savaşların neden olduğu milyonlarca can
kayıplarıyla, acı ve vahşet hikâyeleriyle dolu olan Batı'nın gözlükleri ile
Türkiye'ye bakanların Türk milletinin izzet-i nefsini anlamaları asla mümkün
değildir. AKP de bunlardan birisidir ve gün gelecek bu gerçek aziz milletimiz
tarafından mutlaka haykırılacaktır.
MHP'NİN
MİTİNGLERİ
Türkiye'nin içinde bulunduğu tehlikelerle dolu süreci tersine
çevirmek, milletimizi uyandırmak ve uyarmak için 9 bölgede "Milli
Değerleri Koru ve Yaşat" adı altında açık hava toplantıları düzenlemeye
karar vermiş bulunmaktayız.
İlkini inşallah, 23 Mart 2013 tarihinde Bursa'da "Kuruluş
Mitingi" adıyla düzenleyeceğiz.
Ayrıca
sırasıyla;
İzmir'de "Bayrak Mitingi",
Adana'da "Vatan Mitingi",
Erzurum'da "Birlik Mitingi",
Konya'da "Türkçe Mitingi",
Elazığ'da "Kardeşlik Mitingi",
İstanbul'da "Demokrasi Mitingi",
Samsun'da "Kurtuluş Mitingi",
Ve Ankara'da "Türkiye Mitingi"ni milletimizle birlikte
yapacağız.''