Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
15 Ocak 2013
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
15 Ocak 2013
Muhterem Milletvekilleri,
Değerli Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu
haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Hatırlayacağınız
üzere, Türk milleti 13 Ocak 2012 tarihinde büyük bir değerini, önemli bir
ismini ve saygın bir devlet ve siyaset adamını kaybetmişti.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Merhum Rauf Denktaş bir yıl
önce aramızdan ayrılmış ve hepimizi üzüntüye boğmuştu.
Kıbrıs
Türklüğünün yılmaz ve geri adım atmaz savucusu olarak sembolleşen Merhum
Cumhurbaşkanımız, hayatının her devrinde mücadeleden ve milli tezleri
sahiplenmekten vazgeçmemiştir.
Onun
için bağımsızlık her şeyden önce ve önemli olmuştur.
Milli
davamız Kıbrıs onunla bütünleşmiş, onunla ruh ve mana kazanmış ve onunla
uluslararası topluma taşınmıştır.
Merhum
Denktaş, yaşadığı müddetçe Türk milletine mensubiyeti şerefle benimsemiş, milli
ilke ve heyecanların yolundan, izinden ve rehberliğinden bir an olsun
ayrılmamıştır.
Bundan
dolayı millet vicdanında haklı ve ayrıcalıklı yerini bulmuş ve her daim dua ve
hürmetle anılmayı da hak etmiştir.
Vefatının
birinci seneyi devriyesinde, Merhum Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’a Cenab-ı
Allah’tan rahmet diliyor, bıraktığı emanetlerinin yaşatılacağını, mücadele
azminin korunacağını, Kıbrıs Türklüğünün varlık ve birlik haklarının kimseye
çiğnetilmeyeceğini kararlılıkla belirtmek istiyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Malumlarınız olacağı üzere,
değişik tarihlerde partimizin yetkili organları bir araya gelerek hem
siyasetimizle ilgili, hem de iç ve dış gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde
bulunmaktadır.
Bu toplantılar değerli dava
arkadaşlarımın birlikteliğini sağlamlaştırdığı gibi, müşterek tavır ve
hareketlerimize de oldukça katkı vermektedir.
Olumlu bir havada geçen
tartışmaların, samimi bir şekilde paylaşılan fikirlerin, ülke meseleleri
hakkındaki geniş ölçekli münazaraların milliyetçi siyasetimiz adına bir kazanç
olduğunu düşünüyorum.
Ortak bir bakış açısı dahilinde,
sorunlara kafa yorulması, her gün bir boyutuna şahit olduğumuz ağır meselelere
karşı cevap arayışları tabi olarak yeni ve kıymetli siyasi mülahazaların, çözüm
yollarının yeşermesine vesile olacaktır.
Bu açıdan istişareye, fikir
teatisine, ağız birliği ve siyasi ahenge önem veren bir siyasi parti olarak,
yetkili organlarımızın periyodik olarak aynı havayı teneffüs etmesi ve
görüşlerini seslendirmesi mecburi olduğu kadar da ideal bir durumdur.
Her kurultay sonrasında olduğu
gibi, geçtiğimiz hafta sonu partimiz için çok önemli olacak bir siyasi çalışma
ve faaliyeti Ankara-Kızılcıhamam’da gerçekleştirdik.
Bu kapsamda 11-13 Ocak tarihleri
arasında Merkez Yönetim Kurulu asil ve yedek üyelerimiz ve siz kıymetli
milletvekili arkadaşlarımla beraber önümüzdeki sürece ilişkin yol haritamızı
belirlemiş olduk.
Kızılcıhamam’daki
toplantılarımız hem tanışma ve kaynaşmaya, hem de yüksek düzeyde katılım ve
heyecana sahne olmuştur.
Beklentim odur ki, izleyen
süreçte son derece yararlı sonuçları da ortaya çıkacaktır.
Yaptığımız toplantılarda;
aldığımız kararlar ve benimsediğimiz hususlar bundan sonraki siyasi tercih ve
tutumlarımızda destekleyici ve yönlendirici olacaktır.
İki gün süreyle
Kızılcıhamam’da;
√
Partimizin TBMM’deki grup çalışmaları
ele alınmış,
√
Yeni anayasa hazırlık süreci ve bugüne
kadar yapılan çalışmalar değerlendirilmiş ve bu konudaki kararlılığımız
vurgulanmış,
√
Türkiye’nin dış politikası çok yönlü
olarak incelenmiş, zaaf ve zayıflıklar, yakın coğrafyalardaki kaos ve diğer
konu başlıkları görüşülmüş,
√
Türkiye ekonomisinin son durumu, milli
ve küresel ekonomik tablonun genel gidişatı analiz edilmiş,
√
Önümüzdeki yıl yapılacak mahalli
idareler seçimleriyle ilgili hazırlıklar ve çalışmalar gözden geçirilmiş,
√
Bölücü terör ve süren ihanet
müzakereleri ana gündem maddelerimiz arasında yer almıştır.
Türkiye’nin çok tehlikeli bir
döneminde partimiz hız kazanan temel sorunlara karşı derinlikli ve kapsamlı bir
duruş sergilemiştir.
Bugünden belli olmuştur ki,
takip eden kısa ve orta vadede yayılma ve genişleme emaresi gösteren başlıca
sorun alanları aziz milletimizi ciddi bir şekilde yoracak ve hırpalayacaktır.
Bundan sonraki sürece yön
verecek temel parametrelere baktığımızda;
√ Hükümetin açılım denen yıkımdaki ısrarının şekli, içeriği ve
seviyesi,
√ Bin yıllık kardeşliğimizin, milli birliğimizin ve milli
geleceğimizin devamına halel getirecek siyasi hataların ve yeni anayasa
arayışlarının ne şekilde devam edeceği,
√ BOP’un, Barzani’nin ve küresel güç odaklarının hükümete
yönelik dayatmaları ve telkinleri,
√ Yıllardır tam bir müsamaha ile teröristlerin sığındığı in
haline gelen Kandil Dağı’na ve terör kamplarına ne yapılacağı,
√ Uluslararası ilişkilerde ve milli meselelerde hükümetin
bugüne kadar gösteremediği iradenin veya yalnızlığa terk edilen Ankara merkezli
bakışın alacağı yeni boyutlar,
√ Hükümetin, devlet kurumları arasında yarattığı derin uçurum
ve çatışmanın kıvamı ile uyum ve dengenin, aynı zamanda karşılıklı güven
duygusunun yerleştirilip yerleştirilemeyeceği,
√ Bölücülüğün meşrulaşması, İmralı canisinin özgürlüğüne
kavuşarak siyasete taşınması ve PKK’nın affedilmesiyle ilgili seyrin hız ve
zamanlaması,
√ Anadil eğitimindeki ilave adımların, demokratik özerkliğe
kapı açan niyetlerin ve federasyonla birlikte muhtemel bağımsız Kürdistan’a
kadar varacak gelişmelerin temposu,
√ Yoksulluk ve işsizliğin yayılmasıyla birlikte, kendi içine
gömülen ve mütecaviz eğilimlere karşı sessizleşen toplum kesimlerinin alacağı
tavır ve göstereceği tepkinin düzeyi,
√ Millet bünyesinin tahrip ve taciz edilmesini sağlayacak
oluşumların, geri sosyolojik formların, alt etnik gurupların, milli ve manevi
değerleri istismar ederek parçalanmayı meşrulaştırmaya çalışan emellerin genel
durum ve gidişatı,
√ Ve elbette ki bütün olumsuz gelişmelere karşı Milliyetçi
Hareket Partisi kadrolarının her zemin ve platformda göstereceği direnç,
dirayet, tavır ve irade geleceğin şekillenmesinde etkili olacaktır.
AKP;
ABD ve AB projelerini uygulayabilmek; yıkımı, çözülmeyi topluma kabul
ettirebilmek için çok tehlikeli bir siyaset modelini uygulamayı sürdürecek ve
bu konuda elinden ne geliyorsa ardına koymayacaktır.
Ancak
zalimlerin, zorbaların, mütarekecilerin, müzakerecilerin, insan kılığında
dolaşan yobazların, yozlaşmış zihnilerin ve topyekun hainlerin planları,
hedefleri, inatları varsa; Hakk’ın dönülmez yolu, milletin bükülmez kolu,
Türkiye sevdalısı yüreklerin de aşılmaz kutlu gücü vardır.
AKP’nin
ve yanında hizalanmışların bir bildiği varsa, Türk milliyetçilerinin de
yapacakları vardır ve yakındır.
Milliyetçi
Hareket Partisi liyakatli kadrolarıyla, kapsamlı proje ve hazırlıklarıyla
Türkiye’yi yönetmeye, yüklerinden kurtarmaya ve ayak bağlarını çözmeye tümüyle
taliptir.
AKP
hükümetiyle geçen her gün artık boşa kürek çekmek anlamına gelmektedir.
Görüyor
ve takip ediyoruz ki; AKP, bir zaman kaybı ve israftır.
Aynı
zamanda başarısızlığın markası, acziyetin ilamı, teslimiyetin ta kendisidir.
Siyaset
cambazlığı, siyaset bezirganlığı ve siyaset esnaflığı AKP’de varlık ve karşılık
bulmuştur.
AKP
hükümeti Türkiye’yi yönetmek yerine yerle bir etmeye, milletimizi huzura
erdirmek yerine yok etmeye ısrarla çabalamaktadır.
Bunlardan
dolayı rehavete, atalete, gecikmeye ve beklemeye sabrımız kalmamıştır.
Milli
değerlerimize ambargo koyanlara, benliğimizi ve birliğimizi ezmeye çalışanlara
tahammülümüz çoktan bitmiştir.
Bundan
sonra seçenekler azalmış ve ikiye düşmüştür.
√ Ya ihanetin altında toplanan, bölünmeden medet uman,
yabancılara kökünden bağlanan siyaset çürümüşlüğü gücünü koruyacak ve
Türkiye’yi parçalayacaktır.
√ Ya da, milletimizin tercümanı, hissiyatının sözcüsü,
yeminlerinin savucusu Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’yi onaracak ve ayağa kaldıracaktır.
√ Ya dağ edebiyatı, terörist karnavalı, müzakere acizliği ve
teslimde inatçı BOP kepazeliği söz sahibi olmaya devam edecektir.
√ Ya da bayrağım, milletim ve vatanım diyerek onur ve şeref
mücadelesi veren Milliyetçi Hareket Partisi pislikleri süpürecek ve Türkiye’yi
temizleyecektir.
Bundan
sonra;
√ Ya yurdum diyeceğiz, ya da yutulacağız.
√ Ya bütünlük diyeceğiz, ya da büküleceğiz.
√ Ya kardeşlik diyeceğiz, ya da kalleşliklere göz yumacağız.
√ Ya milliyetçilik diyeceğiz, ya da mihnete razı geleceğiz.
√ Ve elbette ya herkesle birlikte var olacağız, ya da
vampirlere yem olacağız.
Bize
göre başka bir alternatif kalmamıştır.
Deniz
bitmiş, yol kapanmış ve engeller her tarafı kaplamıştır.
Türkiye
dar bir alana sıkışmış, görüş açısı sıfıra inmiş, milli bedenimiz köşeye
kıstırılmıştır.
Buradan
çıkış, buradan kurtuluş artık AKP ve diğerleriyle mümkün değildir.
Talihin
ters dönme vakti gelmiştir.
Kuşatmanın
yarılma zamanı yakındır.
Ablukanın,
tasallutun ve boyunduruğun gömülmesi inşallah uzun sürmeyecektir.
Türk
milleti dün kazanmıştır, yine kazanacaktır.
Hainler
dün bozguna uğramıştır, Allah’ın izniyle yine uğrayacaktır.
Kimse
şimdiden heveslenmemeli, kimse erken galibiyet turları atmamalıdır.
Milliyetçi
Hareket Partisi alayını karşılamak, hepsini alt etmek ve zehir imali yapanların
hakkında gelmek için her zamankinden daha fazla azimlidir ve son hazırlıklarını
da büyük bir inanmışlıkla yerine getirmektedir.
Muhterem Milletvekilleri,
Geçen
hafta ilan ettiğim önemli bir ziyareti dün itibariyle gerçekleştirmiş
bulunuyorum.
Partimizin
Başkanlık Divanı üyesi değerli arkadaşlarımla birlikte, Silivri Ceza İnfaz
Kurumları Yerleşkesine giderek 26. Genelkurmay Başkanımız emekli Orgeneral
Sayın İlker Başbuğ ile görüştük.
Arkasından
da İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’la bir araya geldik ve hasret
giderdik.
Değerli
komutanlarımızla görüşmelerimiz son derece olumlu bir atmosferde geçmiştir.
Onca
haksız, usulsüz, yersiz ve vicdansız yargısal uygulamalara rağmen, kendilerini
sabırlı, kararlı, olgun ve umutlu görmekten fazlasıyla memnun olduğumu söylemek
istiyorum.
Özellikle
Sayın İlker Başbuğ’u ziyaret edeceğimizi duyurduğumuz andan itibaren ifrat ve
tefrite kaçan çok farklı görüşler peş peşe gelmiş, bildik koro aşina olduğumuz
ezberlerini yeniden tekrarlamıştır.
Bunlar
geçtiğimiz yıl gitmeyi düşündüğümüz, ancak malum sebeplerden ötürü
gerçekleştiremediğimiz Kerkük ziyaretimizi sulandırmaya ve karalamaya
çalışanlarla benzerlikler taşımaktadır.
Dün
de ifade ettiğim gibi, Sayın Başbuğ 6 Ocak 2012 tarihinde terör örgütü kurmak
ve hükümeti ortadan kaldırmak suçlamasıyla tutuklanmış ve Silivri’ye
hapsedilmiştir.
Dikkatlerinizi
çekmek isterim ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst makamında görev almış
birisi terörist olmak ve terör örgütü kurmak iftirasına maruz kalmıştır.
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde yetişmiş, en üst görevlere aşama aşama terfi etme
becerisi ve kabiliyeti göstermiş birisi için değişik isnatlar şayet meşru ve
haklılık payı var ise elbette yapılabilecektir.
Türk
ordusunun içerisinde, diğer meslek grupları gibi sorunlu, cezai takibatı
gerektiren suçlar işlenmiş de olabilecektir.
Ancak şurası unutulmamalıdır
ki,
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin içinden hainler, işbirlikçiler ve hele hele teröristler
asla çıkmayacaktır.
Terörist
arayanlar, terörist görmek isteyenler Türk askerine değil, İmralı’ya bakmalı,
Kandil’e kilitlenmeli, Barzani’nin yüzüne odaklanmalı ve AKP’nin müzakere
ortaklarına yönelmelidir.
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde terörist bulmaya çalışmak, genelkurmay başkanlarını
canilerle aynı kalıba sokmak ve Kandil’deki inleri Peygamber ocağıyla
çakıştırmak, ancak ve ancak amel defterleri kapkara kesilmiş maskaraların
işidir.
Bizim
Silivri’ye gidişimizi İmralı’ya misilleme olarak tevil edenler veya İmralı’yla
Silivri’yi aynı kategoriye soktuğumuzu söyleyenler evvela Sayın Başbuğ’a
kimlerin terörist muamelesi yaptığını görmeli ve az da olsa vicdanları kaldıysa
bunu itiraf etmelidirler.
Silivri,
şüphesiz İmralı’nın eşiti, aynısı ve bir türevi değildir.
Bizim
Sayın Başbuğ’u ziyaret edişimizi anlamakta zorluk çekenler her şeyden önce
samimiyetten ve dürüstlükten sınıfta kalanlardır.
Genelkurmay
başkanlığı yapan birisinin altından kalkılamayacak ve izahı asla olmayacak
suçlamaya yönelik öteden beri eleştirimiz ortadadır.
Biz
Başbakan Erdoğan gibi, Allah’a şükürler olsun, dün dediğimizi bugün
sakatlayacak zihni bir bayağılığın içine hiç düşmedik, düşmeye de niyetimiz
yoktur.
Bunun
için adımlarımız tutarlı ve birbiriyle uyumludur.
İmralı’ya
seyahatlerin olağanlaştığı, hainlerle münasebetlerin sıradanlaştığı bir
dönemde, biz de Silivri’ye giderek, terörle mücadelede kahramanlıklar gösteren
değerli şahsiyetlerin haklarını yerinde teslim ettik, onların yalnız ve
sahipsiz olmadıklarını açıkça gösterdik.
Bilinsin
ki, hükümetin PKK’yla küstahça sürdürdüğü temas ve diyaloglarını, alttan alan
çürümüşlüklerini görmezden gelenlerin, Sayın Başbuğ’la görüşme irademizi birden
bire hedef yapmaları kuşkusuz lekeli vicdanlarını aklamayacaktır.
Bunlar
kim olursa olsun, ideolojileri ve kimlikleri ne olursa olsun, bu düşüncemiz
değişmeyecek ve farklılaşmayacaktır.
Defolu
zihniyetlerin, fason zekaların, özürlü kalplerin ne dediği, ne uydurduğu ve
neyi beklediği bizim umurumuzda değildir.
Biz
bildiğimizi okur, Türk milletinin hissiyatına tercümanlık yapar ve
doğrularımızdan da birileri istiyor diye ödün vermeyiz, vermeyeceğiz.
Değerli Arkadaşlarım,
Bizim
demokrasiye bağlılığımız, millet iradesine sadakatimiz nettir.
Kimse
bu konularda bizimle boy ölçüşemeyecek ve laf yetiştiremeyecektir.
Darbelerin,
meşru olmayan silahlı ve silahsız müdahalelerin demokratik kültürümüze ne kadar
zarar verdiği bildiğimiz ve benimsediğimiz gerçekler arasındadır.
Parlamenter
sisteme dışarıdan ve kuralları ihlal eden tecavüzlerin her alanda kötü ve
tedavisi güç olan yaralara ve yıkımlara yol açtığı geçmiş deneyimlerimizle
sabittir.
Türkiye
yaklaşık 4 yıl 2 aydır yürüyen darbe davalarına şahit olmaktadır.
Darbe
heveslilerinin, darbeci isimlerin ve darbe hedefinde olanların Türk Silahlı
Kuvvetleri’nden ayıklanması ve arındırılması pek tabidir ki sağlanmalıdır.
Ancak
bu yapılırken, peşin hükümlerle, aceleci ve önyargılı yaklaşımlarla, gerçek
adaletin onaylamadığı yöntemlerle hiç kimsenin hakkı ve insanlık gururu
çiğnenmemelidir.
Aksi
ispat edilesiye kadar herkesin masum olduğu, yargı aşamaları kesinleşmeden hiç
kimsenin suçlu gösterilemeyeceği bildik hukuk normlarındandır.
Şüpheli
sıfatıyla mahkeme önüne çıkarılan birisinin, kabul edilebilir ve objektif
delillerle desteklenmesi gereken hukuki neticeyi beklemeden suçlanması en başta
insan haklarına, insanlık onuruna aykırı bir durumdur.
Ne
var ki yürüyen sözde darbe davalarında bir çok skandal yaşanmış, zorlama
yorumlarla insanların özgürlüğü çalınmış ve vesayetle hesaplaşma adına Türk
Silahlı Kuvvetleri çok cepheli bir saldırının altında tutulmuştur.
En
son olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin açıkladığı Balyoz Darbe
Davası’yla ilgili gerekçeli kararı adaletin ne hale geldiğini tüm yönleriyle
gözler önüne sermiştir.
16
Aralık 2010 tarihinde başlayan Balyoz Güvenlik Harekât Planı Davası 21 Eylül
2012 tarihinde sonuçlanmış ve bu çerçevede alınan kararlar açıklanmıştır.
Aralarında
İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’ın da bulunduğu 250’si tutuklu 365
kişi bu süreçte yargılanmıştır.
Yargılamaya
konu olan kişilerden 34’nün beraat ettiği, diğerlerinin ise farklı cezalarla
tecziye edildikleri bilinmektedir.
Daha
o günlerde, 21 ay süren, birçok tartışma ve muammaya sahne olan Balyoz Darbe
Davası’nda verilen kararın vicdanları kanattığını ve adaletsizliği tescil ettiğini
ifade etmiş ve tavrımızı göstermiştik.
Mahkemenin
geçtiğimiz hafta açıkladığı gerekçeli kararı birçok açıdan eksik, yetersiz ve
sorunlarla doludur.
Nitekim
davaya konu olan delil niteliğindeki belge asıllarının Genelkurmay
Başkanlığı’nda bulunduğu belirtilmişse de, bu bizzat Genelkurmay Başkanlığı
tarafından yalanlanmıştır.
Bundan
dolayıdır ki, mahkemenin kararı inandırıcı, sağlam ve güvenilir delillere
dayanmaktan uzaklaşmış ve şaibeli hale gelmiştir.
Bu
hukuki noksanlığın Balyoz Darbe Davası’nın temyiz ayağında mutlaka dikkate
alınacağına ve adaletin yerini bulacağına inanıyor, Yargıtay’daki değerli
hâkimlerimizden bunu beklediğimizi bildirmek istiyorum.
Mahkemelerin
adil olması, vicdanlarda karşılık bulması ve tarafsız kararlar vermesi aziz
milletimizin başlıca istek ve beklentisidir.
Böylelikle
haksız ve adaletsiz bir biçimde cezaevinde tutulan ve mahkûmiyet alan kişilerin
özgürlüklerine kavuşmaları mümkün olacak, suçlu olanlar da verilen cezalara
rıza göstermek durumunda kalacaklardır.
Bu
aşamada diyeceğim odur ki, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’ın en kısa
zamanda aramızda olmasını ve buradaki yerini gecikmeyle de olsa almasını canı
gönülden temenni ediyorum.
Muhterem Milletvekili
Arkadaşlarım,
Üzüntü
ve öfkeyle söylemek isterim ki, Türkiye AKP-PKK koalisyonuyla sarılmış ve
kundaklanmış durumdadır.
Hükümetin
bereketsizliği ve bölücü terör örgütüyle anlaşma, uzlaşma ve mütareke
arayışları Türk milletine büyük bir darbe vurmuştur.
İmralı;
barış adası, Kandil; özgürlük dağı, teröristler ise hakkı ve istekleri bu
zamana kadar bastırılmış zavallı gerillalar olarak takdim edilmiştir.
Sözde
Kürt sorununun çözülebilmesi, sözüm ona PKK’nın tasfiye edilebilmesi maksadına
matuf olduğu öne sürülen ihanet adımları pervasızca atılmıştır.
Muhataplarına
sormak isterim ki, bugün sorun olarak görülen konu başlıkları nelerdir?
Demokrasi
ise sorun, şu an demokratik haklardan mahrum, kanunlarda gösterilen bazı haller
dışında, bir kişi veya grup göstermek mümkün müdür?
Özgürlük
ise eğer sorun; kim ya da kimler özgürlüğünü kullanmaktan ve özgürce yaşamaktan
muaf ve uzaktır?
Türk
milletine ve Türk devletine hakaretlerin bini bir para iken ve önüne gelenin
her milli değerimize küfürler yağdırdığı biliniyorken, söyler misinin bana,
özgürlük eksikliğinden nasıl bahsedilebilmektedir?
Bu
kadar edepsizlik, haramzadelik ve lanetlenmesi gereken pişkinlik dünyanın
neresinde özgürlük kapsamındadır?
Sözün
kısası, barış ise sorun, terör taraftarları, bölücülük soytarıları, kirli
kalemler, uşak ruhlular ve yabancılaşmış siyasi zihniyetler haricinde; barış
diye gürültü çıkaran, savaş boyaları sürüp ortalığı yüzsüzce ayağa kaldıran kim
ya da kimler vardır?
Bölücü
terörün bir tek şekilde halli ve tedavülden kaldırılması mümkündür:
O da
tümüyle mücadeleye, bölücü terörün insan kaynaklarının kurutulmasına,
propaganda zeminlerinin ve finansman kanallarının işlemez hale getirilmesine
bağlıdır.
Anlaşılan;
İmralı, Kandil ve AKP’den oluşan sacayak Türkiye’yi bitişe ve imhaya doğru
hızla sürüklemektedir.
Oslo
görüşmeleriyle deşifre edilen AKP-PKK-İmralı paslaşması ve derin ilişkisi,
Silvan saldırısından sonra zedelense de, geçtiğimiz yıl ki açlık grevleri
esnasında bir kez daha güven ve nikah tazelemiştir.
Başbakan
Erdoğan’ın talimatıyla İmralı ve Kandil arasında mekik dokuyan ve üstelik de başında
millilik sıfatı bulunan istihbarat teşkilatı, Türkiye’yi girdaba çekmek için
hiç olmadığı kadar performans sergilemiş, mesaisini maalesef Türkiye’yi çöküşe
götürmeye harcamış ve harcamaya da devam etmektedir.
Oslo’da
Başbakan’ın özel temsilcisi olarak bulunan MİT Müsteşarı, İmralı’ya adeta kamp
kurarak, denize nazır bir şekilde bebek katiliyle birlikte müzakere balonunu
şişirmektedir.
İmralı
canisinin ayağında deva arayan AKP’nin hiçbir korku ve endişeye kapılmadan
müzakereleri sürdürmesi gerçekten de anlaşılır ve izah edilebilir gibi
değildir.
Başbakan,
İmralı canisine yeni yıl hediyesi ve teselli ikramiyesi olarak televizyon bile
hediye etmiştir.
Peşi
sıra, facebook, twitter veya skype üzerinden eski cinayet ortaklarıyla
haberleşebilmesi için teröristbaşına demirbaştan düşmüş bir bilgisayar tahsis
edilmesi ve arkasından da Başbakan’la geceleri sohbete başlaması mucize ve
olmayacak bir şey olarak görülmemelidir.
Nasıl
olsa her şey Başbakan Erdoğan’ın iki dudağının arasındadır.
Senegal’de
köleler evinin bulunduğu adayı gezen, buradaki dönüşü olmayan kapıya gelince
şaşkınlığa bürünen Başbakan Erdoğan, İmralı’yı fiili özgürlüğüne kavuştururken,
son yurdumuzu Senegal’deki kölelerin adasına çoktan dönüştürmüştür.
Aziz
milletim ve AKP’ye oy veren değerli vatandaşlarım bu rezilliklere daha ne kadar
suskun kalacaktır?
Adalet
ve Kalkınma Partisi her şeye ve tüm olup bitenlere rağmen gücünü muhafaza
edecek midir?
Başbakan Erdoğan ve partisi;
√ Şehide kelle katile sayın demiş, yüzde 34,2 oy almıştır.
√ Çiftçiye ananı da al git demiş, askeri yan gelip yatmakla
itham etmiş, BOP eşbaşkanlığını kabul etmiş yüzde 46,5 oy almıştır.
√ Habur’da teröristleri karşılamış, Oslo’da PKK’ya yanaşmış,
yıkım projesini başlatmış, KCK’nın kuruluşunda teşvik edici olmuş ve İmralı’yla
gizli görüşmeler yapmış, yüzde 49,8 oy almıştır.
√ Şimdi de PKK’yla açık açık görüşmekte, İmralı canisiyle
cüretkar bir şekilde pazarlıklar yapmaktadır.
Herhalde
bundan sonraki seçimlerde, AKP’nin yüzde 70 oy alması, Recep Tayyip Erdoğan’ın
yeni sürüm diktatör olması sürpriz olmayacaktır.
Türkiye
nereye gitmektedir?
Millet
evlatlarını topluca öldüren, vahşilikte sınır tanımayan bir terör örgütüyle
görüşmeleri resmileştiren ve MGK icazeti aldığı dahi söylenen AKP iktidarının
ayakta kalması nasıl açıklanacak ve nasıl tanımlanacaktır?
Gelişmelerden
Habur’da başlayan sürecin aynen sürdüğü anlaşılmaktadır.
Gerçekten
de Başbakan Erdoğan’ın son beyanları bunu teyit etmektedir.
AKP
hem İmralı canisiyle hem de Kandil’le eşzamanlı olarak görüşmeler ve
müzakereler yapmaktadır.
Yandaş
basından sızdırıldığı kadarıyla, İmralı canisinin ayrı devlet talebinin
olmadığı, demokratik özerklikten vazgeçtiği yalanları sürdürülen psikolojik
operasyon kapsamında kamuoyuna servis edilmektedir.
AKP’nin
borazanlığını yapan çevrelere göre, İmralı canisinin istekleri arasında; Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 4 ve 5’nci maddelerinin kabul edilmesinin
ve anayasadaki vatandaşlık tanımının Türklüğün aleyhine olacak şekilde yeniden
düzeltilmesinin yanısıra,
Geçiş
dönemi diye yutturulmaya çalışılan sürecin bitimine kadar sayıları 50’yi bulan
Kandil’deki elebaşların yabancı bir ülkeye gönderilmeleri,
Ve
kalan diğerlerinin de Türkiye’ye dönüp siyasete dâhil edilmeleri bulunmuştur.
Ek
olarak, oluşturulacak yeni bir yapılanmanın PKK’ların yurtdışına çıkmalarını
güven içinde gerçekleştirmelerini temin edeceği ifade edilmiştir.
Bunlar
sadece aysbergin görünen veya gösterilen yüzüdür.
PKK’nın
silah bırakmaya niyeti olmadığı tümüyle meydandadır.
Nihayetinde
bölgesel bir aktöre ve uluslararası bir çeteye evrilen kanlı örgüt, Türkiye’yi
bölmeye, federasyonu sağlamaya ve bağımsız Kürdistan’ı kurmaya kadar işi
götürecektir.
Başbakan
Erdoğan ve partisi ise buna hazırdır.
Zaten
hükümetin caniyle ve dağ kadrosuyla görüşmesi başka türlü izah edilemeyecektir.
AKP’nin, PKK ve çete başıyla
birlikte ilerlediği yıkım yolunda;
ABD
yanındadır, AB arkasındadır, BDP sevinçle destekçisidir, CHP faizsiz ve geri
ödemesiz kredi açmakla safındadır, bunlardan oluşan ve üst üste binen “İmralı
Mızıkacıları”da uygun adımlarla yürüyüş halindedir.
Ayrıca
12 kötü adam devrede, sözde barış yanlıları kademede, iblis denetimde, Barzani
gözetimde ve topu aynı karededir.
Türkiye
içten oyulmakta, bütünlüğü lime lime koparılmaktadır.
Barış
sözleri mermi, demokratikleşme sözleri kimyasal silah, özgürlük sloganları
öldürücü ve salgın virüs gibi kullanılmaktadır.
Bu
puslu ortam içinde, Paris’te PKK militanlarının infaz edilmesini fırsat
bilenler, bunu Türkiye’de yürütülen müzakereleri hızlandırmak için atlama taşı
olarak formüle edecekler ve bundan sonra provokasyonlarını
hızlandırabileceklerdir.
Militanların
Türkiye’deki defin işlemleri esnasında PKK’nın meydan okuma ve isyan provaları,
muhtemeldir ki, sinir ve sabırları iyice gerecektir.
AKP
hükümeti, aksi yönde bir kurgu ve planı yoksa, yine köşeye sıkışacak, verdiği
tavizler yine başını ağrıtacak, Türk milleti eşkıyanın intikam ve şiddetle
özdeş tavırlarına istinasız şahit olacaktır.
Gelişmeler
provokasyonlara, infaz ve cinayetlere ortam açmış, belirsizlikten nemalanan
karanlık simalara açık kapı bırakmıştır.
Paris’teki
hadisenin, süren müzakerelere ivme vermek, AKP’yle kanlı ve silahlı
pazarlıkları kızıştırmak adına bir müdahale olduğu ihtimali yabana
atılmamalıdır.
İmralı
canisinin barış elçisi gibi parlatılması AKP’nin bölücü üslubuyla zemin ve
hayat bulmaktadır.
Ayrıca
teröristbaşının, silahların durması için elinden geleni her türlü olumsuz ve
kontrol dışı unsurlara rağmen yaptığı izlenimi oluşturulmak istenmektedir.
Bu,
Türk milletine reva görülen çok girdili karanlık bir kampanyanın eseridir.
Taraf
ve failleri ise tümüyle bilinmektedir.
Ne
marazi bir tavırdır ki, BDP denen Kandil imalatı, İmralı kuklası, Barzani
oyuncağı, Paris’teki olaydan sonra ortalığı ayağa kaldırmış ve tehditvari
ifadelerini arkası arkasına sıralamıştır.
AKP’li
başbakan yardımcısı üzülmüş, CHP’li bir milletvekili taziye turuna çıkmıştır.
Tüm
yaşananlar bize, AKP eşittir BDP artı CHP artı PKK gerçeğine bir kez daha
işaret etmektedir.
Son
olarak geçtiğimiz hafta cumartesi günü, takındığı üslubuyla nereden ve hangi
yabancı kaynaklardan beslendiğini gösteren, eski Marksist, yeni Amerikancı ve
vahşi batı varisi bir gazeteci bize yönelik; tıpkı Western filmlerindeki
kovboylar gibi “hey sen” diye seslenmiş ve asıl bölücü olarak
bizi göstermiştir.
Önce
şunu ifade etmeliyim ki, Allah bu oniki kişilik kötü adamdan oluşan kadronun en
gediklisini ıslah etsin ve kendisini hidayete erdirsin.
Bize
bölücü diyebilmek için bir insanın Allah korkusundan ve kul utancından
uzaklaşması yeterlidir.
Geçmişinde
devrimci şiddet, cuntacılık, 9 Martçılık, darbecilik, iftiracılık, demokrasi
düşmanlığı, özgürlük karşıtlığı bulunan birisinin, bugün bize demokratlık
taslaması, özgürlük dersi vermesi zırvayla bile örtüşmeyecektir.
Bizim
sözlerimizi bölücülük olarak niteleyenler, milletimizin kardeşlik hissiyatına
kem gözle bakan içimizdeki yabancı beslemeleri ve arkadan kurma piyonlardır.
Doymak
bilmeyen iştahlarıyla yıllardır içimizi zehirleyen bunlardır.
Bizi
birbirimize düşürmeye, fitnenin kök salmasını isteyenler bunlardır.
Millet
kervanını yağmalamaya çalışanlar bunlardır.
Son
yurdumuzdaki varlığımızdan bunalan PKK yanaşmaları, Kandil aşıkları, Barzani
yoldaşları, manda ve himaye alkışçıları bunlardır.
Türklüğe
kefen biçen, inançlarımıza diş bileyen kemiksizler bunlardır.
İstanbul’da
oturup, kuru sıkı atarak demokrasiyi ve barış sözlerini meze yapanlar da bu
kafalardır.
Bunlar
ne yaparsa yapsın, aziz milletimiz bir ve beraber yaşayacaktır.
Bu
zevat başaramayacak ve emellerine ömürleri boyunca ulaşamayacaklardır.
Bu
malum gazeteciye Merhum Ömer Seyfettin’in Sivrisinek isimli hikayesini
okumasını öneriyor, oradaki Efruz bey karakteriyle kendisini kıyaslamasını
temenni ediyor, rüzgara kafa tutan sivrisineğin nasıl çatı aralarına sığınmak
zorunda kaldığını öğrenmesini diliyorum.
Konuşmamı
bitirirken, grup toplantımıza katılan herkesi en iyi dileklerimle selamlıyor
sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sağ olun, var olun.