SİYASET /
2013-01-13 13:41:42
MHP Lideri Devlet Bahçeli,
"Şehitlerimizin aziz hatıraları, ecdadımızın muhteşem eserleri ne pahasına
olursa olsun dimdik ayakta kalacaktır. Unutulmasın ki, Türk milleti el, etek
öperek değil; muhasım güçlere, düşman unsurlara el ve etek öptürerek bu
coğrafyayı vatanlaştırmıştır. Bundan dönüş yoktur" dedi.
Partisinin Kızılcahamam istişare
toplantısı sonrası basın toplantısı düzenleyen Bahçeli, "Türkiye
Cumhuriyeti'nin devleti tektir, böyle kalacaktır. Ülkesi, milleti ve bayrağı
birdir, böyle olmaya devam edecektir. Cumhuriyet'in temel ilkeleri yaşayacak,
AKP'ye rağmen yaşatılacaktır" dedi ve Başbakan Erdoğan ile AKP hükümetini
eleştirdi. Bahçeli, "Türk vatanı; parsellenecek, ihaleye konu olacak,
satışa çıkarılacak veya belirli süreyle kiraya verilecek bir arazi ve tarlanın
adı değildir" dedi.
"Türkiye Cumhuriyeti'ni,
Türk milletine vücut veren herkesin birlikte yaşama ülküsü ve müşterek kaderi
paylaşma iradesi kurmuştur" diyen Bahçeli, "Cumhuriyetin kuruluşunda
milletleşme sürecinin katalizörü duyguya ve tamamen kültürel bir tercihe dayalı
Türk milleti kavramı olmuş, " Ne mutlu Türk'üm diyene " sözü ırka
değil kardeşliğe ve birliğe çağrı yapmıştır" açıklaması yaptı
Bahçeli, "Sözde Kürt
sorununu ele alanlar, İmralı canisiyle müzakere yürütenler, en başta Türk
milletinin özgüvenini, hukukunu ve varlık haklarını gasp etmektedir.H‰lihazırda
tüm okların çevrildiği Türklüğün Anayasa'dan çıkarılmasını ve milli devlet
yapımızın tasfiye olmasını çözüm diye yutturmaya çalışanlar, Türklüğün ağır
bedeller ödenerek, nice badireler aşılarak kazanılan milli bir kimlik olduğunu
er ya da geç mutlaka kalın kafalarına sokacaklardır" dedi
Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Başkanı Devlet Bahçeli, Kızılcahamam Patalya Otel'de yapılan MYK ve
milletvekilleri toplantısı sonunda basın toplantısı yaptı. Bahçeli, Türkiye ve
dünya gündemiyle ilgili önemli açıklamalar yaptı.
Sözlerine "Türkiye hayati
bir dönemden, sorunlarla dolmuş bir kavşaktan geçmektedir. Bunalımlar hiç olmadığı
kadar birikmiş, soru işaretleri ve endişeler hiçbir dönemde görülmediği kadar
üst üste yığılmıştır" diye başlayan Bahçeli, "Deyim yerindeyse, aziz
milletimiz korkunç bir buhranla pençeleşmekte ve varlık mücadelesi
vermektedir.Bin yıllık derin birliktelik parça parça yıkılırken, millet ve
devlet hayatına yön veren ilke, iddia ve inançlar peş peşe aşınmaya terk
edilmiştir. Milli değerlerdeki erime, milli heyecanlardaki gerileme ve milli
hedeflerdeki zayıflama çok boyutlu bir hal almış ve telafi edilebilmesi güç bir
sınıra dayanmıştır" dedi.
"BAŞKENT ANKARA'NIN
RUHU, İMRALI DAYATMALARIYLA, KANDİL DAĞI TALEPLERİYLE İNCİNMİŞ VE
DAĞLANMIŞTIR"
Bahçeli, "Zaman maalesef
büyük milletimizin aleyhine işlemektedir.Çözüm, umut, gelişme ve çare olarak
sunulan ne varsa milli birliğimizin ve milli güvenliğimizin aleyhine sonuçlar
üretmektedir.Büyük Türk milleti zifiri bir karanlığın ortasında şaşkına dönmüş,
kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Şiddet yanlıları barışsever, bölücüler
demokrat, katiller özgürlük savunucuları, kanlı niyetler hak arayan masumlar
olarak sunulmakta ve propagandası yapılmaktadır. Sapla saman karışmış, iyiyle
kötü yer değiştirmiş, doğru ile yanlış birbirine girmiştir.Doğudan batıya,
kuzeyden güneye Türk vatanı adeta zincire vurulmuş, adeta esir alınmış ve
istilaya uğramıştır.Türkiye kurşun gibi ağır bir ortama aşama aşama
getirilmiştir. Eşine ve benzerine çok az rastlanacak bir tahribata maruz
bırakılmıştır. Neresinden bakarsak bakalım ülkemizin hali vahamet ötesidir.
Millilik vasfından azade, millet bilincinden muaf olan siyasi güruh belaları
birbir davet etmiş ve Türkiye'yi tesadüflerin akışına bırakmıştır. Mücadeleyle
kazanılan Türk vatanı, müzakereyle devredilmek ve ulufe gibi dağıtılmak
istenmektedir. Varlığımızda ve birliğimizde hak sahibi olmayan bir zihniyet,
bölücülüğün bitpazarında, ehl-i salibin yüzyıllardır açık duran müzayede
ortamında Türkiye'yi elden çıkarmaya karar vermiştir.
Bunu da milli birlik ve
kardeşlik için yaptığını söyleyecek kadar da küstahlaşmış ve riyak‰rlığın
dibine batmıştır.
Sadakati devre mülk gibi gören,
milli kimliği ayıplı bir mal gibi değerlendiren siyaset anlayışı;
kutsallarımızı dinamitlemiş, milli prensiplerimizi tıpkı Çanakkale önlerindeki
düşman gemilerine benzer şekilde, topa tutmuştur.
Demokrasinin imk‰nlarıyla
iktidara gelenler, ne ibretliktir ki, demokrasinin boğazına çökmüş, milli
iradenin kafasına çuval geçirmiştir.
Bu olanlar milli vicdanları
yaralamış ve hüsrana uğratmıştır.
Başkent Ankara'nın ruhu, İmralı
dayatmalarıyla, Kandil Dağı talepleriyle incinmiş ve dağlanmıştır.
Milletçe maruz kaldığımız
sorunlar bunlarla sınırlı kalmamıştır" açıklaması yaptı.
BİZİM HER MESELEYE YÖNELİK
SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ, HER SORUYA VERİLECEK CEVABIMIZ VARDIR
Bahçeli açıklamasında şunları
söyledi: "Dış politikadaki gelgitler, tek taraflı işleyen ve boyun eğme
üstüne kurulmuş ilişki ağları, komşu coğrafyalardaki hercümerce tarafgir
yaklaşımlar ve küresel projelere uyduluk yapan köhnemişlikler Türkiye'nin en
büyük açmazları haline gelmiştir.
AKP yönetiminin mill” tehlike
sinyalleri veren dış politikadaki zaaf, tutarsızlık ve tavizleri ülkemiz
üzerinde hesapları olanların iştahlarını daha da kabartmıştır.
Ekonomideki güç kaybı, işsizlik
ve yoksulluktaki hızlı ilerleyiş, makro ekonomik göstergelerin alarm vermesi
yaşanılan sorunları daha da derinleştirmiştir.
Bu şartlar altında, partimizin
Merkez Yönetim Kurulu asil ve yedek üyeleri ve milletvekillerimizin katılımıyla
11-13 Ocak tarihleri arasında Kızılcıhamam'da düzenlediğimiz geleneksel hale
gelen toplantılarla ülkemizin meselelerini masaya yatırmış bulunuyoruz.
Bugün de bu toplantılarımızın
son günündeyiz.
Buradaki görüşmeler ve
karşılıklı fikir alış verişleri çok şükür başarılı ve oldukça da verimli
geçmiş, müştereken alınan kararlar siyasetimize şevk ve katkı vermiştir.
Bu çerçevede;
Partimizin TBMM grup
faaliyetleri, Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları, dış politikadaki
uygulamalar, ekonomideki son gelişmeler, gelecek yıl yapılacak mahalli idareler
seçimleri ve bölücü terörün ulaştığı seviyeyle birlikte süren ihanet
müzakereleri gündemimizin ana konuları arasında bulunmuştur.
Ayrıca değerli bilim insanları
ve alanlarında uzman şahsiyetler muhterem arkadaşlarımı bilgilendirmişlerdir.
Dün ve bugün devam eden
toplantılarımızla birlikte, önümüzdeki süreçte izleyeceğimiz siyaset stratejilerinin
omurgası ve muhteviyatı belirlenmiştir.
Şüphesiz çalışmalarımız çok
yararlı ve hayırlı sonuçlara vesile olacaktır.
Bu itibarla müsterih ve
memnunum.
Milliyetçi Hareket Partisi,
siyasal, sosyal, ekonomik ve dış politika eksenli sorunları şuurla ele almakta,
kararlılıkla üstesinden gelme iradesi göstermektedir.
Anlamakta ve kabulde zorluk
çekenlere hatırlatmak isterim ki, bizim her meseleye yönelik söyleyecek
sözümüz, her soruya verilecek cevabımız vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi
Türkiye'yi yönetmeye, umutları yeşertmeye ve karanlığı aydınlatmaya hazır ve
hazırlıklıdır.
Bu kapsamda Kızılcıhamam'daki
toplantılarımızın millet mücadelemize büyük destek vereceğine yürekten
inanıyorum.
BOŞA GEÇEN 10 YIL
10 yıldır iktidarda bulunan
Adalet ve Kalkınma Partisi teröre taviz, bölücüye şefkat, küresel projelere
mihmandarlık yapmaktan vazgeçmemiş, bunlardan pişmanlık duymamıştır.
Bu nedenle ülkemiz maalesef
geçtiğimiz yıllarda yanlış kurgulanan ilişkiler sonucu, iddiaların aksine daha
güçsüz ve daha etkisiz hale gelmiştir.
Toplumsal yapımızda baş gösteren
karmaşa, tartışma ve kısır çekişmelerin tetiklediği sıkıntılar, iniş çıkışlar
kaygı verici seviyelere yükselmiş, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğini, milli
çıkarlarını ve milli bünyesini tehdit eden taciz ve tahrikler giderek
yoğunlaşmıştır.
İktidarda 10 yılı deviren
AKP'yle birlikte;
* Toplumsal ve ekonomik istikrar
uçurumun kenarına kadar getirilmiş,
* Sosyal uyum ve denge bozulmuş,
* Bu coğrafyadaki varlığımızın
teminatı olan milli güvenlik mülahazaları sulandırılmış,
* Daha iyi hayat beklentileri
karamsarlığa dönüşmüş,
* Birlikte yaşayabilmenin
teminatı olan adalet duygusu, toplumsal ahlak anlayışı kaygı verici düzeyde
aşınmıştır.
AKP hükümeti yönünü çoktan
kaybetmiş ve güvenirliğini uzun zaman önce yitirmiştir.
Bölücülük AKP'yle tahakkuk
etmiş, biten terör AKP'yle ayaklanmıştır.
Milletimizin kalp atışları
AKP'yle zayıflamış, devletimizin istikrarı AKP'yle kaybolmuştur.
Üzülerek görüyoruz ki, hükümet
her geçen gün milletimizi paramparça edecek bir uçuruma taşımaktadır.
Şu sıralar;
* Terör saldırılarını aklama ve
terör örgütünü insani bir yapıda takdim etme kurnazlıkları,
* Bebek katiliyle müzakere etme,
ateşkes görüşmeleri yapma ahlaksızlıkları,
* Bölücülüğün tüm boyutlarıyla
toplumsal tabana yedirme ve yaygınlaştırma izansızlıkları,
* Türklüğün geri plana çekilerek
milli kimliği suçlu gösterme edepsizlikleri,
* Anayasal düzenin bizatihi bunu
korumakla mükellef iktidar partisi tarafından tarumar edilme şuursuzlukları,
* Sözde Kürt sorunu uydurmasıyla
millet sorununun etaplar halinde ortaya çıkarılma vicdansızlıkları,
* Bölünerek birlik olunacağını,
farklılaşarak bir arada durulacağını, ayrılarak toparlanmanın sağlanacağını
iddia eden onursuzlukların fazlasıyla revaçta olduğu görülmektedir.
Türk milletine aykırı ne varsa
içinde bulunduğumuz zaman aralığında el üstündedir.
İmralı hukuku, bölücülük
arzuları, şiddet taraftarları, barış şarlatanları, kiralık kalemler ve silahlı
militanlar yükseliştedir.
Buna karşılık; Türkiye inişte,
kardeşlik düşüşte ve milli değerler gerileyiş halindedir.
Başbakan Erdoğan için bunlar
önemsizdir.
Başbakan Erdoğan için bunlar
anlamsızdır.
Kendisi tam bölen olarak
işbaşında, tam ayıran olarak vazifesini gönül huzuruyla yerine getirmektedir.
Israrla terörle mücadele,
siyasetle müzakere sözlerini sürdürmektedir.
Burada aklımıza, Başbakan
Erdoğan'ın zihni melekelerinin askıda olduğu, değilse bile ferasetinin
tamamıyla tıkandığı hususu gelmektedir.
Terörle mücadele, siyasetle
müzakere sözleri ne anlama gelmektedir?
Düne kadar ağzına ne geliyorsa
söylediği, hakaretler yağdırdığı, terörün parçası olarak ilan ettiği ve
nekrofiller diye suçladığı BDP midir gösterdiği adres?
Başbakan siyasetle müzakere
derken neyi anlatmakta ve neyi ima etmektedir?
Bölücü terörün yörüngesine
çivilenmiş olan BDP ise şayet kast ettiği, o halde bugüne kadar yenilir yutulur
türden olmayan sözlerini nereye koyacak, nasıl tevil edecektir?
Başbakan Erdoğan İmralı'da
müebbet hapis cezasıyla hükümlü olarak yatan terör suçlusuyla müzakere
yaptığına göre, caniyi siyasetçi olarak mı görmekte, böyle mi kabullendirmeye
çalışmaktadır?
Bu nasıl bir bakış, bu nasıl bir
başbakanlık yapmaktır?
Hatırlatmak isterim ki, Başbakan
İmralı'nın, Kandil'in değil, Türkiye'nin siyasi sorumluluğunu taşımaktadır.
Aklını başına alması, teslimiyetçi
kirlilikten, baş eğen kölelikten ve her topu kalesine alan yenilmişlikten
arınması lazımdır.
Cezaevindeki bir terör
mahkmunun siyasetçi mertebesine çıkarılması en hafif ifadeyle helalin haramla
lekelenmesi ve karıştırılması anlamına gelecektir.
Tüm sözlerinden tornistan yapan,
bölücülüğü markalaştıran, u dönüşleriyle, çarklarla, sapışlar meşhur olan, akla
karayı birbirinden ayıramayacak kadar basireti bağlanan birisinin Türkiye'yi
yönetmesi hepimiz adına utanç vericidir.
Ümit ederim ki bunun telafisi ve
tamiri demokratik yollardan mutlaka sağlanacaktır.
AKP'NİN PKK'YA TEMİZ
KåĞIDI VERME ÇABALARI, SİCİLİNİ PAKLAMA NİYETLERİ TÜRKİYE'Yİ İYİCE ZORA
SOKMUŞTUR
PKK terör örgütü ve İmralı
canisiyle eşzamanlı olarak yürütülen ihanet müzakereleri Türkiye'nin bir
numaralı gündem maddesi haline gelmiştir.
Sözde barışın sağlanması,
ateşkesin temin edilmesi, silahların bırakılması ve teröristlerin sınır dışına
çıkarılması eksenli yürütüldüğü iddia edilen pazarlıklar kuşku ve
güvensizlikleri alabildiğine tırmandırmıştır.
Olan biten tüm bu karanlık
mizansenler Türk milletine büyük bir saygısızlık ve hakarettir.
AKP'nin PKK'yı aklama, temize
çıkarma ve müşfik hale getirme gayretleri, İmralı canisiyle birlikte çetesini
affetme hazırlıkları, milletimiz aleyhine eşi ve benzeri görülmemiş bir
mağlubiyetin habercisi niteliğindedir.
AKP'nin PKK'ya temiz k‰ğıdı
verme çabaları, sicilini paklama niyetleri Türkiye'yi iyice zora sokmuştur.
Yıllardır PKK'nın eylemlerine
farklı ve aykırı anlamlar yükleme arayışı AKP'den eksik olmamıştır.
Bunlar arasında en dikkat
çekenlerden birisi 7 Aralık 2009 tarihinde, Tokat'ın Reşadiye ilçesindeki terör
saldırısıdır.
Bu hain eylemde 7 mehmedimiz
şehit düşmüş, üçü de yaralanmıştır.
AKP zihniyeti hedef saptırmak
adına bu menfur saldırıyı örtbas etmeye ve PKK'yı görmezden gelmeye
çalışmıştır.
Aynı tavır, 31 Mayıs 2010 günü,
Hatay'ın İskenderun ilçesinde Deniz Üst Komutanlığı'na yapılan terör
saldırısından ve 21 Ekim 2010 günü İstanbul Taksim meydanındaki canlı bomba
rezaletinden sonra da devam etmiştir.
AKP'nin kurguladığı iyi PKK,
kötü PKK tasnifi sürekli olarak mesafe almıştır.
Dağa methiyeler düzen, dağa
çıkmayı marifet sayan, teröriste ağlamayanı insanlıktan çıkaran bir anlayışın
başka türlü davranması eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.
AKP YÖNETİCİLERİNİN
SÖZLERİ BDP'NİN TEZLERİYLE BİREBİR ÖRTÜŞMEKTEDİR
Canımızı alan, kanımızı döken,
kurşunla, mayınla, pusuyla askerimizi, polisimizi, korucumuzu ve masum
insanlarımızı katleden insanlık suçlularını; " onlarda bu ülkenin çocuğu,
dağdaki terörist ölmesin istiyoruz " diyerek masumlaştıran AKP'liler bu
milletin yüz karası olmaktan gocunmamaktadır.
Bilinsin ki, her değerimize
hainlik yapanlar, varlığımıza namlu doğrultanlar bu ülkenin çocuğu da, genci
de, büyüğü de olamaz, olmayacaklardır.
Bunun hilafına tutum takınan
siyaset kalıntıları da, çok istekli ve meraklı iseler, silahlanıp
arkadaşlarının yanına İmralı vizesiyle en kısa zamanda varmanın yollarını
aramalıdırlar.
Nasıl olsa irtibat ve
haberleşmeleri kesintisiz sürmektedir.
AKP yöneticilerinin bu sözleri
BDP'nin tezleriyle birebir örtüşmektedir.
Türkiye işte bu kadar sıkışmış,
bu kadar sarılmış, bu kadar dara düşmüştür.
Türk milleti AKP hükümetinin
teslimiyetçi tutumuna, milli ve manevi ilkelerle yolunu ayırmasına karşı
kaygılı ve öfkelidir.
Türkiye öylesine bunalmış,
öylesine risklere mahkm olmuştur ki, bir adım ötesini görmek ve az sonrası
için öngörüde bulunmak bile şüpheli hale gelmiştir.
Hükümetin pısırıklığından,
sinmişliğinden istifade eden PKK terör örgütü yine ölüm saçmaya, yine kan
akıtmaya ve eylemlerini ısrarla sürdürmeye devam etmiştir.
Bir yanda " barışa çok
yakınız, silahı bıraksınlar yurt dışına çıksınlar " nafile sözleri servis
edilirken, diğer yanda Hakk‰ri'nin Irak sınırındaki Çukurca ilçesine bağlı
Karataş Jandarma Karakolu'na yaklaşık 100 kişilik terörist kafile 7 Ocak
tarihinde görüşmeler sürerken saldırmıştır.
Bu kapsamda bir uzman çavuşumuz
şehit olurken, iki askerimiz de yaralanmıştır.
Buradan, şehidimize Cenab-ı
Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
AKP İmralı'da, içine girdiği
taviz ve boyun eğmeyle milletimizin hak ve hukukunu çiğnerken, kanlı şebeke boş
durmamış ve kendisinden beklenen aşağılık saldırılarına devam etmiştir.
PKK, bundan sonra da
eylemlerinden vazgeçmeyecek, bilhassa havaların ısınmasıyla inlerinden çıkan,
yuvalandıkları yerlerden harekete geçen militanlar can almak için bir kez daha
silaha sarılacaklardır.
Bunu bilmek ve ileri sürmek için
k‰hin olmaya gerek yoktur.
Türkiye böylesi bir tabloyu
sayısız kere yaşamış, kışın yavaşlayan ve hız kesen terörist faaliyetler bahar
aylarıyla birlikte eski gücüne yeniden kavuşmuştur.
Mücadeleyi askıya alan
müzakereyi de rehber yapan AKP zihniyeti, insanlıkla bağ ve bağlantısını
koparan PKK'nın dümen suyuna girdiğinden gerçeklerden tamamen kopmuş ve
uzaklaşmıştır.
PKK'nın kiralık cinayet örgütü
olduğunu, bölgesel ve küresel çapta değişik ülkelerin çıkarına uygun olarak
yönlendirildiğini, suikast ve saldırılarla efendilerinin talimatlarını yerine
getirdiğini görmezden gelen AKP zihniyeti, hem kendisini hem de Türk devletini
karanlık bir tünelin içine sokmuştur.
Bugünkü şartlarda, çok başlı ve
çok merkezli olduğu yönünde şüphe kalmayan bölücü terörün, kimlerin kontrolü
altında bulunduğu ve kimlerin hangi emelleri için kullanıldığı aşağı yukarı
bellidir.
Uluslararası bir çeteye dönüşen,
parayı basanın tetiğini çeken bölücü örgütün, acımasızlığına ve vicdansızlığına
değişik zamanlarda şahit olunmaktadır.
Bu kapsamda PKK'nın Paris'teki
bir bürosuna yapılan saldırıda üç militanın infaz edilmesi, her şeyden önce
ölüm üzerinden kurulan kanlı bir denklemin sonucu, rüzg‰r ekenin fırtına
biçeceğinin açık bir göstergesidir.
Elbette su testisi su yolunda
kırılacaktır ve öyle de olmuştur.
İşi gücü öldürmek, katletmek
olan bir terör şebekesinin, iç hesaplaşma veya değişik ülkelerin istihbarat
teşkilatlarıyla kurduğu gizli ilişki ve temaslar sonucunda böylesi bir
neticeyle karşılaşması doğal ve kaçınılmazdır.
Paris'teki militanların ölümüne
çok üzülen AKP'li başbakan yardımcısı da, yine kendisinden bekleneni yapmış ve tahminlerimizde
bizi yanıltmamıştır.
AKP VE PKK ARTIK SON
KARTLARINI AÇMIŞLARDIR
Başbakan Erdoğan ise, suikast
sonucu öldürülen ve İnterpol tarafından da kırmızı bültenle aranan terör örgütü
kurucularıyla " düzenli görüşüyorduk " diyen Fransa Cumhurbaşkanının
sözlerini, dünkü bir konuşmasında tenkit etmekte ve izah beklediğini
açıklamaktadır.
Başbakan Erdoğan bu beyanatıyla
iki açıdan boşluğa düşmüştür.
Birincisi Avrupa ülkelerinin
bölücü terör örgütüne bakışı bellidir.
Teröristlere kol kanat geren
tercihleri malumlarımızdır.
PKK'nın parasal kaynaklarını
yönetmesine, yönlendirmesine, militan devşirmesine yıllarca sessiz kaldıkları,
hatta örgütü el altından teşvik edip besledikleri de tartışmasızdır.
Kaldı ki, bölücü terörün
Paris'in en işlek caddelerini mesken tutması ve buralara konuşlanması başka
türlü nasıl açıklanacaktır?
Öyle ki Fransa yönetiminin
Kürtçülüğün gelişmesi ve irileşmesi, PKK'nın faal olması için müzahir ve müsait
bir ortam temin ettiği unutulmamıştır.
Geçmişte cumhurbaşkanı eşlerinin
ne dolaplar çevirdiği, sabıkalı bölücülere nasıl arka çıktığı ve PKK
tutkularının hangi aşamalara vardığı halen canlılığını ve sıcaklığını
korumaktadır.
Türk milleti hafızasını hamd
olsun kaybetmemiş, geçmişteki tuzakları ve düşmanca muameleleri aklından çıkarmamıştır.
Başbakan'ın bu gerçekleri
bilmemesi mümkün değildir.
O halde davulun kasnağına
vurmasının hiçbir inandırıcılığı ve geçerliliği yoktur.
İkinci olarak, adama demezlermi
ki, sen teröristlerin başıyla görüşüyorsun, televizyon veriyorsun, siyaset
çemberine sokuyorsun ve özel bakıma alıyorsun da, bizim mi görüşmemizi
yadırgıyorsun?
Böyle bir soruya Başbakan
Erdoğan ne cevap verecektir?
Ayrıca Paris'teki kanlı
tezg‰hın, İmralı müzakerelerini sabote etmek ve sulandırmak için icra
edildiğini söylemek en başta aklın ve zek‰nın ink‰rıyla eşdeğer görülmelidir.
BDP'nin ise derin devleti işaret
eden kokuşmuşluğu AKP'den kalan bir alışkanlığı olsa gerektir.
İlaveten bu hadisenin,
Kandil-İmralı ihtilafı neticesinde gerçekleştiği yönündeki tezviratların hiçbir
inandırıcılığı olmadığı gibi, teröristbaşının masum, samimi ve iyi niyetli
olarak sunulması da ilerletilmeye çalışılan bölücü stratejinin ara
duraklarından başka bir şey değildir.
İmralı canisi sözde barış
istiyor da, buna Kandil direniyor ve engel çıkarıyor izlenimi oluşturmak;
siyaset işportacılığına göz diken, yalanı ve riyayı ruhunda bütünleştiren
kimliksiz ve omurgasız zihniyetlerin hezeyanları olarak görülmelidir.
Anlaşıldığı kadarıyla ülke
içinde ve dışında sansasyonel eylemler aracılığıyla PKK iyice gündemin
başköşesine oturacaktır.
Bundan sonra, Allah korusun ama,
Türkiye içinde ses getirecek örtülü operasyonların, saldırıların ve ölümle
sonuçlanacak suikastların olabilirliği dikkat ve gündeme alınması gereken bir
husustur.
Zira AKP ve PKK artık son kartlarını
açmışlardır.
Son vuruşu yapmak için her yolu
deneyecekler, her tahrik ve tertibattan kaçınmayacaklardır.
Geçtiğimiz yıllarda şehitler
üzerinden nasıl pazarlık yapıldıysa, benzeri aynı şekilde ilerleyen süreçte
olabilecektir.
Böylesi şaibeli ve sancılı
ortamı fırsat bilen, ülkemiz üzerinde karanlık niyet ve hesabı bulunan bazı
ülkeler, önümüzdeki dönemi kan ve ölüme tahvil etmek maksadıyla PKK terör
örgütüne fazladan mesai yaptıracak, bunun da faturası başka yerlere ihale
edilebilecektir.
Bilinmelidir ki, izleyen süreçte
İmralı'yla yapılan görüşmeleri sürdürebilmek adına iç direnç diye tarifi ve
tanımı yapılan ne varsa hedef yapılması söz konusudur.
Net olarak söylemek mümkündür
ki, Türkiye iç ve dış kaynaklı bölücülük salgınına yakalanmış ve göz göre göre
alacakaranlık bir kuşağın içine çekilmiştir.
Afrika seyahatinde kabile
danslarıyla keyiflenen Başbakan Erdoğan, Türk milletini gördüklerinin seviye ve
konumuna getirmek için her şeyi yapacaktır.
Ancak buna izin vermemiz herkes
bilsin ki, söz konusu bile olmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi
cesaretle, vatan aşkıyla, millet sevdasıyla ve milli mücadele ruhuyla her tür
saldırıya göğüs gerecek, bölücülüğü meşrulaştırmak amacıyla ellerini taşın
altına koyanları mutlaka şaşkına çevirecektir.
AKP'NİN GİZLİ AJANDALARI
Türkiye'nin karşısına dikilen
ciddiyet düzeyi yüksek konu başlıkları elbette çözümsüz değildir.
Ne var ki, iyice güçlenen
bölücülüğün ve doğal bir sonucu olan etnik merkezli terörün sözde hak
talepleri, anayasal çözüm ısrarları, sözde Kürt sorunu çevresindeki teklifleri
şayet önlem alınmazsa, Türkiye'yi çöküşe götürecektir.
Türkiye önce iki dilli ve iki
ortaklı, gelişmelere göre çok dilli ve çok ortaklı bir federal devlet
yapılanmasına doğru adım adım sürüklenmektedir.
Demokratik özerklik, yerel
yönetimlerin güçlendirilmesi önerileri buna yönelik bir ön hazırlıktır.
TBMM'nde kabul edilen Büyükşehir
kanunu bu kapsamda aşılan önemli bir eşiktir.
PKK'lı teröristlerin ve İmralı
canisinin affı, arkasından da siyasete taşınmaları AKP'nin gizli ajandasında
olanlardan bir kısmıdır.
1923 kuruluş yapısı itibariyle
temel teşkil eden ve sonraları değişmez yapı taşları olan milli ve üniter
devlet çatısının federalizme dönüş göstermesi ve hatta bağımsız Kürdistan'a
taşıyıcılık yapması mevcut millet ve devlet nizamı korunduğu müddetçe
imk‰nsızdır.
Devletine Türkiye Cumhuriyeti ve
milletine Türk milleti denilen bu ana omurga göçertilmeden yeni bir devlet veya
toplum yapılanması hayalden öte bir anlam taşımayacaktır.
Ancak temel milli
değerlerimizin, kabullerimizin ve müesseslerimizin; " demokratikleştirme,
özgürleştirme, normalleştirme, Türkiyelilik, çok kültürlülük, alt kimliklerin
tanınması ve ana dilde eğitim " gibi kavramlarla bulanıklaştırılması
önümüzdeki en ciddi problemlerden yalnızca bir bölümüdür.
Sosyolojik olarak üst kimlikte
birleşme ve buluşma süreciyle biçimlenen milletleşme olgusu, ne yazık ki karşı
çıkışlarla nefesi kesilmeye ve geriye dönüş emaresi göstermeye başlamıştır.
Kimlik taleplerinin iç ve dış
tesirlerle çoğalması ve maya tutması halinde, ki böylesi bir süreç belirmiştir,
Türk milleti etnik kimliklerin hücumuna uğrayacak ve bu ortamda milli nitelikli
üniter yapıyı korumak neredeyse mucize haline gelecektir.
Bu noktaya pek tabidir ki, Türk
milletini 36 parçadan müteşekkil görme zaafları, Türkiyelilikten gurur duyma
sefillikleri ve millet bünyesinde sorun keşfine çıkma aymazlıkları eşliğinde
gelinmiştir.
Yıllardan beri devam ede gelen
süreç içinde, Türkiye ve Türk milleti dört temel tehditle karşı karşıya
kalmıştır.
Bunlardan birincisi varlığımıza
yönelmiş tehdittir.
Türk milleti ve devletinin
bütünlüğü ve geleceği beka düzeyinde tehlike altındadır.
İkincisi, birliğimize yönelik
tehdittir.
Türkiye'nin siyasi ve sosyal
yapısı yönetilebilir ve kontrol edilebilir olmaktan çıkmasıyla tetiklenebilecek
iç çatışma ortamı kanlı bir bölünmeyi beraberinde getirebilecektir.
Bunun işaretleri yurdumuzun
değişik yerlerinde verilmiş ve adeta etnik nitelikli bir gerilimin provaları
yapılmıştır.
Geçmişte, Bursa İnegöl, Aydın
Germencik, Afyonkarahisar Sultandağı, Muğla Dalyan, Balıkesir Altınova'da çıkan
olaylar hepimiz için uyarıcı olmalıdır.
Üçüncü olarak muhatap kaldığımız
tehdit sosyolojik ufalanma ve dağılmadır.
Eğer böyle giderse, milletleşme
sürecinin aniden terse dönerek bugüne kadar elde edilen tüm milli ve manevi
kazanımların heba olması abartılı ve afak” görülmemelidir.
Ve en nihayetinde de, siyasal
parçalanma tehdidir ki, bu da Türkiye'nin sonu ve milletimizin imha olmasına
neden olacaktır.
Sözde Kürt sorunu tanımı bu
hazin sona hizmet etmektedir.
Türk milletinin eşsiz ve yeri
dolmaz fertlerini sorun olarak gören işbirlikçi zihniyet, açıkça birliğimizi ve
millet hazinemizi sabote etmektedir.
Sözde Kürt sorunundan maksat
Türk milletinin yaralı ve yamalı olduğu tezg‰hına ve iftirasına zemin açmaktır.
Bu, beraberinde ister istemez
çetrefilli başka sorunları da doğuracaktır.
Buna en başta Kürt kökenli
kardeşlerimin itiraz etmeleri ve karşı çıkmaları gerekmektedir.
Bireysel hak ve özgürlüklerinden
dolayı bir eksiklikleri veya talepleri varsa, bunlar her zaman karşılanabilecektir.
Kolektif temelli hak ve özgürlük
arayışları ise bölünmeyi aklına koymuş, emperyalizmin peşine takılmışların
hedefidir ki, buna sonuna kadar direneceğimizi kimse aklından çıkarmamalıdır.
Bundan dolayı, kuru gürültülere
pabuç bırakmayacağız, ödün vermeyeceğiz, ilkelerimizden caymacağız ve
pozisyonumuzdan milim ayrılmayacağız.
Şu kadarını ifade etmeliyim ki,
yapılan evlilikler, kurulan ortaklıklar, aynı apartmandaki komşuluklar, iş ve
meslek paylaşımları, tarihte birlik, vatanda birlik, ahlak ve maneviyatta
birlik, gelecekte de birliktelik gayesi bizi bir millet yapmıştır.
Diyarbakırlı İstanbul'a gelmiş,
Şırnaklı İzmir'de geleceğini aramış, Mardinli Antalya'da ekmeğinin derdine
düşmüştür.
Sorun definesine çıkanlar, çözüm
diye zorlayanlar, özgürleşme ve demokratikleşme sakızı çiğneyenler, içiçe
geçmiş bir milleti etnik tahrik ve yönlendirmelerle bölmeye çalıştıklarını ne
zaman anlayacaklardır?
Bu ülkede sadece Diyarbakır'ın,
yalnızca Siirt'in mi sorunu vardır?
Erzurum'un, Konya'nın, Bursa'nın,
Mersin'in, Giresun'un, Yozgat'ın, Ankara'nın ve daha birçok vatan köşesinin
sorunlarını ne yapacağız ve nasıl çözeceğiz?
Devlete ve millete sadakat
duyanlar sesini çıkarmıyor diye, onları sorunsuz mu göreceğiz?
Her sorunu olan, her derdi
bulunan eline silah alsın da, en yakın dağa mı çıksın?
Bu olacak ve makul görülecek bir
şey değildir.
Milliyetçi Hareket Partisi,
ülkemizde yaşayan tüm vatandaşları Türk milletinin vazgeçilmez bir değeri
görmektedir.
Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti
kurulurken, millet kavramı bir tek kaynaştırıcı ve birleştirici unsur olarak
görülmüş; kimsenin etnik kökenine, anasının diline, mezhebinin ne olduğuna ve
inancının şekline bakılmamıştır.
İkaz ve heyecanla bildirmek
isterim ki;
Türk vatanı; parsellenecek,
ihaleye konu olacak, satışa çıkarılacak veya belirli süreyle kiraya verilecek
bir arazi ve tarlanın adı değildir.
Türkiye bir semt, bir mahalle ve
de gelip geçici arzuların sığınağı değildir.
Türkiye ismi üst kimliğin izini,
emanetini ve ruhunu taşırken; milletle anlamlı, tarihle şanlı, Türkçeyle zengin
ve asırların hatıralarıyla bütünlük kazanmaktadır.
Ne olursa olsun, Türkiye'nin
milli birliği ve milli varlığı ise, dil, soy ve din unsurlarını aşan tarihi bir
mirastır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN
DEVLETİ TEKTİR, BÖYLE KALACAKTIR
Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk
milletine vücut veren herkesin birlikte yaşama ülküsü ve müşterek kaderi
paylaşma iradesi kurmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşunda
milletleşme sürecinin katalizörü duyguya ve tamamen kültürel bir tercihe dayalı
Türk milleti kavramı olmuş, " Ne mutlu Türküm diyene " sözü ırka
değil kardeşliğe ve birliğe çağrı yapmıştır.
4 Mayıs 2005 tarihli basın
toplantımızda da dile getirdiğimiz gibi, Türk vatandaşlığı ve Türk milli
kimliği; Türk milletini yekpare oluşturan Türk vatandaşlarının etnik köken, din
ve dillerini inkar anlamına gelmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti bu birleştirici
ve bütünleştirici temel üzerinde hayat bulmuştur.
Ancak etnik kimliklerin
vatandaşlık kavramının yerine geçirilmeye çalışılması ve etnik odaklı siyaset
yolunun açılması, sadece milli birliğimizi tahrip etmekle kalmayacak, aynı
zamanda milli ve üniter devletin de sonunu getirecektir.
Sözde Kürt sorununu ele alanlar,
İmralı canisiyle müzakere yürütenler, en başta Türk milletinin özgüvenini,
hukukunu ve varlık haklarını gasp etmektedir.
H‰lihazırda tüm okların
çevrildiği Türklüğün Anayasa'dan çıkarılmasını ve milli devlet yapımızın
tasfiye olmasını çözüm diye yutturmaya çalışanlar, Türklüğün ağır bedeller
ödenerek, nice badireler aşılarak kazanılan milli bir kimlik olduğunu er ya da
geç mutlaka kalın kafalarına sokacaklardır.
Son söz olarak diyeceğim
tekraren şudur:
Türkiye Cumhuriyeti'nin devleti
tektir, böyle kalacaktır.
Ülkesi, milleti ve bayrağı
birdir, böyle olmaya devam edecektir.
Cumhuriyet'in temel ilkeleri
yaşayacak, AKP'ye rağmen yaşatılacaktır.
Şehitlerimizin aziz hatıraları,
ecdadımızın muhteşem eserleri ne pahasına olursa olsun dimdik ayakta
kalacaktır.
Unutulmasın ki, Türk milleti el,
etek öperek değil; muhasım güçlere, düşman unsurlara el ve etek öptürerek bu coğrafyayı
vatanlaştırmıştır.
Bundan dönüş yoktur.
Bu duygu ve düşüncelerle basın
toplantımıza katılan herkesi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyor,
esenliklerle dolu günler diliyorum.
Sağ olun, var olun, hepiniz Yüce
Allah'a emanet olun.
Ne Mutlu Türküm Diyene."
Kaynak:http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=26999