2013-03-03 14:55:40
Sayın Başbakan'ın "Her türlü
milliyetçiliği ayaklarımızın altına alırız" sözünün yankıları hala devam
ediyor. İmralı'da PKK terör örgütünün eli kanlı elebaşı ile BDP heyetinin
görüşme notları basına sızınca bu son gelişme tabi olarak gündemin baş sırasına
oturdu.
Adalet Bakanlığı'nın müsaadesiyle
yapılan malum görüşmenin notlarının kim veya kimler tarafından sızdırıldığı
birkaç gün daha tartışılacaktır.
Bu görüşme notlarını mühim medyatörler;
bulundukları zaviye ve paylaştıkları role göre muhtelif ve malum TV
kanallarında yorumlamaya devam edecektir.
Bu programları ilgiyle ve merakla
seyredenlerin zaman zaman kafası karışacak, kim haklı kim haksız ikilemi
içerisinde bocalayıp duracaktır.
İstenen de budur. Daha baskın olan taraf
medya gücüyle kendi tarafı lehine kamuoyu oluştuğunu görünce, yakın geçmişte
yaşandığı gibi başka sahifelerin açılması için yeni düğmelere basılması talimatı
gelecektir.
Hatırlayalım Habur rezaletini.
Habur'da yaşananlardan mutluluk
duymamanın mümkün olmadığını söyleyenleri.
Sevinçlerini erkenden kamuoyuna
aktaranları.
Sonra ne olmuştu? PKK üniformalı birkaç
seçilmiş figüranın terör örgütü lehine gösterileri ve her Türk'ün bağrını
dağlayan o zavallı ve şanssız görüntüler.
Neticede Habur'a, PKK'lıların ayağına
gönderilen seyyar mahkemeler ve Habur'da yaşanan rezaletler hükümetin yanına
kar kaldı(!)
Bu defa her şey tersinden okunmaya
başlandı. Hükümetin iyi niyetli "Açılım" projesinin PKK'nın içinde
etkin olan başka unsurlarca provoke edildiği söylendi.
Önceleri AKP iktidarı kamuoyunda hızla
gelişen toplumsal tepkiyi ve yüksek tansiyonu düşürmek için gayrete düştü.
Hükümet sözcüleri peşi peşine milliyetçi söylemlerle milletin tepkisini absorbe
etmeye başladılar. Bu süreçte teröristlere yönelik hava destekli operasyonlar
da işe görsel boyut kazandırdı.
Zamanla toplumsal tepkinin azaldığı
hissedilince, işe yeniden kaldıkları yerden devam etmeye başladılar.
Hükümet Habur'da yaşananlardan dolayı
azmini ve kararlılığını kaybetmediğini açıklayarak kolları yeniden sıvadı.
Bu süreçte MHP Genel Başkanı Sayın
Devlet Bahçeli hükümetin Öcalan'la müzakere dönemine başladığına işaret etti.
Hükümet için PKK ile mücadeleden müzakereye geçiş sürecinin başladığı
kamuoyunda konuşulmaya başlandı.
Başbakan Sayın Erdoğan Türk
Milliyetçileri için çok özel ve önemli olan Erciyes Dağı'nın eteklerindeki
Kayseri'de yaptığı konuşmayla Sayın Bahçeli'yi iftira ve hakaret tarzında
suçlayarak iddiayı şiddetle reddetti.
Oslo görüşmeleri basına sızınca durum
açığa çıktı. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli'nin iddiasında haklı olduğunu,
Sayın Başbakan'ın bir gerçeği daha gizlediği ve PKK'nın eli kanlı elebaşı ile
devlet yetkililerini kendi iradesi ile görüştürdüğünü kamuoyu açıkça öğrenmiş
oldu.
Yine devreye malum medyatörler girdiler.
Her biri rol paylaşımları gereği hızla sahnedeki yerlerini aldılar. Kimi
toplumun gazını alma adına, kimi Türk-Kürt ayrıştırmasını hızlandırma adına,
kimi birlikte yaşamanın tartışılmasını başlatma adına, rolleri neyse oynamaya
başladılar.
Olan yine benim ülkesine, vatanına ve
bayrağına aşık milletime oldu. En büyük acıyı Irak, Suriye sınırına yakın
bölgemizde ikamet eden Kürt kardeşlerimiz yaşadı. PKK teröristlerinin silahlarından
çıkan ölüm ateşlerinden yaşlı, kadın çocuk fark etmeden onlar nasiplendiler.
Tıpkı onları ve onlarla birlikte sınırlarımızı korumak için canı bedeline
görevlerinin başında şehit düşen güvenlik güçlerimize mensup Mehmetçikler gibi.
Sonra yine Oslo görüşmelerine yönelik
toplumsal tepkilerin düşürülmesi faaliyetleri aşağı yukarı aynı taktiklerle
devam etti.
Tepkilerin azaldığı, tansiyonun düştüğü
anlaşıldıktan sonra Sayın Başbakan bizzat Oslo görüşmelerine sahip çıktı.
Devlet adına görüşenleri kendisinin görevlendirdiğini itiraf etti. Başka
türlüsü zaten mümkün olamazdı. Toplum bu gerçeği bile bile olup bitenleri
anlamaya çalışmaktan vazgeçmedi.
Sayın Başbakan her türlü siyasi riskini
alma bedeli karşılığında üçüncü aşamayı, yani İmralı sürecini başlattığını
açıkladı.
Önce terörle mücadele, BDP ile müzakere.
Sonra idam cezalarını yeniden gündeme
getirip, BDP'ye kapıları kapatma.
Ve en sonra BDP ve İmralı ile
müzakereleri birlikte yürütme, hatta Anayasa konusunda da birlikte hareket etme
gibi zikzaklı bir metot devreye alınmış oldu.
Yani önce Habur rezaleti, ardından Oslo
fiyaskosu derken, şimdi de İmralı batağı…
Yine birlikte hatırlayalım. Yakında iyi
şeyler olacak diye "Açılım" düğmesine basıldığında hükümeti Sayın
Bahçeli uyarmış, Açılım'ın bir ihanet projesi olduğunu söylemişti. Habur da
yaşananlar O'nun haklılığını gösterdi.
Terörle mücadeleden vazgeçip, müzakere
metodunun benimsenmesinin tehlikeli bir viraj olduğunu söylemişti. Oslo,
hükümetin kamyonu devirdiği virajın adı oldu.
En son yaptığı grup konuşmasında Sayın
Bahçeli hükümeti İmralı konusunda yine uyardı. Hatta bu son sürecin "ver
başkanlığı, al özerkliği" pazarlığına dönüştüğüne dikkatleri çekti. Malum
kesim bu açıklamaları çok keskin ve sert bulduklarını dillendirdiler. Ne zamana
kadar? BDP heyeti ile Öcalan'ın görüşme notları basına sızana kadar.
Oysa şimdi o notları okuyanlar Sayın
Devlet Bahçeli'nin öngörüsünde yine haklı çıktığını gördü.
Şu anda ülkemizde yaşanan sıcak
gelişmeleri takip eden aklı başında herkes gözlerini ve kulaklarını yeniden MHP
Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'ye çevirdiler.
Zira görüyorlar ki;
Hükümet her türlü milliyetçiliği ayaklar
altına almakla övünüyor.
Hükümete bu süreçte kredi açan ana muhalefet
ise o sözlerin Rize'de de söylenmesine işaret buyuruyor.
Açılım'ı AKP uygulamaya koymaya
çalışıyor.
CHP ise ana muhalefet olarak AKP'ye
kredi vererek süreci destekliyor.
Açılımın figüranı BDP, malzemesi PKK
oluyor, kurbanı ise maalesef masum Kürt kardeşlerimiz.
Yeni Anayasa'nın Açılıma cevaz veren bir
muhtevada olması ve Sayın Başbakan'a Başkanlık yolunu açması için İmralı'daki
terörist bebek katilinin himmeti ve engin tecrübelerine başvuruluyor.
Ne yazık ki bu süreçte tarihi boyunca
Türk'ün kurduğu ve yaşattığı devletlere isyan edenler masum; isyanı bastırıp
devletin bekası için şehit ve gazi olanlar suçlu gösterilmek isteniyor.
Ve bütün bu olaylar Suriye'deki iç
savaşın devam ettiği esnada, ABD'nin Irak'ı işgalinin 10. yıldönümüne
girdiğimiz günlerde ülkemizde yaşanmaya maalesef devam ediyor.
Son on yılda Ortadoğu ve Irak'ta
yaşananlardan hiç de ders alamadan.
Türk'ün Anayasasında yer alan
"TÜRK" kelimesinden rahatsız olanlarla, Türk'e kefen biçmek için
sıraya girenlerin irtibatsız; ülkemizde cereyan eden milliyetçilik düşmanlığını
da sadece mental yorgunluğu olarak nitelemek biraz saflık olmaz mı?
Kaynak:http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=12848