Değerli Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Basınımızın Kıymetli Mensupları,
Bu
haftaki Meclis grup toplantımızın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
İster
yüzeysel bakalım, ister esas bakımından irdeleyelim, Türkiye’nin belli
başlı üç önemli sorunu bulunmaktadır.
Bu
kapsamda ilk sırayı işsizlik ve işsiz kardeşlerimizdeki kaygı verici yığılma
almaktadır.
Tüm
iddiaların aksine bir işi olmayan vatan evlatlarının sayısı gün geçtikçe
artış göstermekte, bunların iş bulmaları gittikçe imkânsızlaşmaktadır.
Bu
haliyle aileler perişan, çocuklar buruk, hayaller bulanıktır.
Bize
göre, en son açıklanan işgücü istatistikleri, işsizlik konusundaki ağır
tabloyu göstermesi bakımından son derece dikkate değerdir.
Buna
göre, ülkemizde işsiz sayısı 2 milyon 790 bin kişiye, resmi işsizlik oranı
yüzde 10,1’e, tarım dışı işsizlik de yüzde 12,4’e yükselmiştir.
Üstelik
gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 19,8 seviyesine ulaşarak hepimizi
derinden üzmüştür.
Sırf
bu veriye bakarak bile, her beş gencimizden birisinin işsiz, güçsüz,
yarınsız, umutsuz ve mutsuz olduğunu rahatlık söylememiz mümkündür.
Yarınlarımızın
teminatı, Türkiye’nin geleceği, Türk milletinin devamlılığının garantisi
gençlerimizin işsiz kalması, bir işe sahip olmamaları hepimizi düşündürmeli
ve herkesi endişelendirmelidir.
Dağılan
yuvaların, çatırdayan beraberliklerin, sorgulanan toplumsal dirliğin en başta
gelen sorumluluğu işsizlikte aranmalıdır.
İş
aramayıp da çalışmaya hazır olan 2 milyon 69 kişiyi de değerlendirmelerimizin
arasına aldığımızda, ki doğal ve doğru olanı budur, toplamda işsiz sayısı 4
milyon 859 bine ulaşacaktır.
Bu
durum karşısında, işsizlik oranının gerçek manada yüzde 16,4 düzeyine
sıçrayacağı tüm açıklılığıyla anlaşılacak ve ortaya çıkacaktır.
Şurası
nettir ki, işsizlik; sefaletin, yokluğun, yoksulluğun, anarşinin, çatışmanın
ve toplumsal girdabın kaynağıdır, sevk ve idare merkezidir.
Başbakan
Erdoğan’ın, geçmişte defalarca sarfettiği, “Her üniversite mezunu iş
bulacak diye bir şey yok” sözleri, bir yönüyle başarısızlığın
itirafı, diğer yönüyle ekonomi politikaların iflası ve tam olarak da
işsizlerimizi umursamayan itici yaklaşımın ifadesidir.
Yandaşlar
malı götürmüş, ihaleyi kapmış, küpü doldurmuş, rahata gömülmüş, devleti
soymuş, hazineyi yağma etmiş; ancak işsizler, yoksullar, muhtaçlar avutulmuş,
oyalanmış ve kandırılmıştır.
AKP
döneminde milyarderlerin sayısı artmış, hırsızların iştahı kabarmış, ama
milletimizin geliri azalmış, hayat standardı düşmüş, elinde avucunda bir şey
kalmamıştır.
Bu
zihniyet dar gelirliyi, orta halliyi, garip gurebayı, fakir fukarayı yüz üstü
bırakmış, ufak tefek yardım ve desteklerle aldatmış, hakkı olanı gasp
etmiştir.
Başbakan
Erdoğan 10 yıl içindeki milli gelir artışından övünmektedir; fakat bu paranın
kimlerin eline geçtiğini, kimlerin kontrolüne girdiğini ve kimlerin banka
hesabını kabarttığını ne hikmetse saklamayı tercih etmektedir.
Geride
kalan zaman içinde artan gelir değil pahalılıktır.
Çoğalan
zenginlik değil; zam, faiz, masraf, borç, şikâyet ve derttir.
Başbakan’ın
iftihar ettiği milli gelir; vatandaşlarımızın cebini boşaltma pahasına, etrafındakilerin,
yanında duranların ve işbirlikçilerin cebini doldurmuş ve taşırmıştır.
Vatandaş
minimum imkânla, yandaş maksimum ihyayla taltif edilmiştir.
Vatandaş
parasızlıkta uzmanlaşmış, yandaş debdebede ustalaşmıştır.
Vatandaşın
hanesine makarna, yandaşın hanesine mal, mülk sahibi olmak düşmüştür.
Vatandaşımız
nafaka derdindedir, AKP yandaşı nam ve nakit biriktirme hesabındadır.
Vatandaşımızın
eli nasırlı, gözü yaşlı, şikâyeti kabarıktır; AKP nalıncı keseri gibi her
şeyi kendisine yontmakta, nakış nakış yolsuzluğu dokumaktadır.
Gelir
dağılımındaki adaletsizlik almış başını yürümüştür.
Ekonomik
büyüme frene basmış ve irtifa kaybetmiştir.
√ Ekonomik maluliyet ve mahkûmiyet her taraftadır.
√ Ekonomik afet her hanededir.
√ Ekonomik problem her insanımızın peşindedir.
√ Ekonomik yetersizlik her kardeşimizin yakasından
yapışmıştır.
Tarım
çökmüş, esnaf bitmiş, sanayici dara düşmüştür.
Küçük
ve orta ölçekli işletmeler imdat çağrısı vermektedir.
Emeklimiz
aç ve açıkta, çiftçimiz bungun ve borçlu, memurumuz sinmiş ve sindirilmiştir.
İşçimizin
içler acısı durumunu söylemeye gerek bile yoktur.
Başbakan
Erdoğan’ın hala ekonomide gelişme ve büyüme masalları anlatması, başarı
hikâyelerinden dem vurması eğer şaşkınlık ve panik hali değilse, biliniz ki,
milletimizin aklıyla alay etmek, umursamazca dalga geçmektir.
Bu
zihniyet yalan ve dolanı bırakmalı, bankaları; eşe, dosta ve hısımlara nasıl
peşkeş çektiğini, kredi musluğunu ardına kadar nasıl açtığını, kamu
kaynaklarını nasıl ulufe gibi dağıttığını açıklamalıdır.
Banka
mağdurlarının, borç içinde yüzenlerin, çileli anaların, hüzünlü babaların,
simit parası dahi bulamayan körpe yavruların, işsizlerin, yoksul
bıraktıklarının hesabını vermelidir.
Ekonomi
çözüm beklerken, insanımız yardım eli gözlerken, herkes umut ışığı görmek
isterken; Başbakan’ın, Türk milletinin çözülmesi ve Türkiye’nin çökmesi için
verdiği mücadele elbette kabul edilemeyecek, elbette makul
karşılanamayacaktır.
Bizim
açımızdan ortada ne bir başarı, ne övgüyü hak eden zafer havası, ne de
ekonomisini istikrara ve intizama sokmuş bir siyaset ekolü vardır ve
olmamıştır.
AKP
hükümeti, ekonomide sınıfta kalmış, küresel ekonomik ilişkilere tümüyle
angaje olmuş, ithalata kökünden bağlanmış, başkalarının tasarrufuna bel
bağlamıştır.
Bundan
sonra hükümetin, ekonomide mucize yaratmasına ihtimal vermek dahi, olmayacak
duaya âmin demekten farksızdır.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye’nin
ikinci sorunu ise eğitim alanındaki açmazlar, bu çerçevedeki kapatılamayan
gedikler ve ciddiyetle ele alınması gereken aşınmalardır.
Bildiğiniz
gibi, geçen hafta sonunda Yüksek Öğretime Geçiş imtihanı yapılmış ve 1 milyon
851 bin evladımız kendilerine ayrılan sürede ter dökmüşlerdir.
En
başta YGS’ye umut bağlamış her kardeşime hedefledikleri puanları almalarını
temenni ediyor, girecekleri LYS neticesinde de istedikleri üniversitelerde
okuma şansı bulmalarını içtenlikle diliyor, hepsine başarıla diliyorum.
Temenni
ederim ki, sınavlarda yeni bir kopya skandalı yaşanmaz ve verilen emekler
heba olmaz.
Bugünden
eğitim ve öğretim alanına yapılan yatırımlar, sergilenen özverili tutumlar ve
belirlenen hedeflere sıkıca tutunmalar başarıyı ve beklenen sonucu
getirecektir.
Bundan
kuşku duymuyorum.
Bugünkü
şartlarda eğitim sistemi öncelikle milli vasıftan bihaber ve insan odaklı
kurgudan azadedir.
AKP
hükümeti, Türk milletinin geleceğini planlamak, Türkiye’nin milli
gerçeklerine ve milli bünyesine müzahir bir eğitim yapısı kurmak yerine,
siyasal gayeler güden bir anlayışın takipçisi olarak her şeyimize yazık
etmektedir.
Çünkü
eğitim ve öğretim; sosyolojik bütünleşmenin, kardeşlik duygularının, iyi bir
insan olmanın, milli kimliğin, milli varlığın ve sonuç olarak Türk milletinin
alâmetifarikasıdır.
Ezbere
dayanan eğitimle, yalnızca sınıf geçmeye odaklanmış bir bakış açısıyla,
milliğe mesafeli müfredat bütünüyle mesafe almak, gelişmiş milletlerle açılan
arayı kapatmak hayal ötesidir.
Gençlerimiz
en verimli, en heyecanlı, en üretken ve en diri çağlarında sınav kaygısıyla,
birbiri ardına ulanarak devam eden sınav maratonlarıyla canlarından
bezmektedir.
Bunların
yanında aileler her şeylerini seferber ederek, kaldırılması kolay olmayan
külfetlerin altına girerek, evlatlarının okuması, meslek sahibi olması ve
kimseye el açmaması için çırpınmaktadır.
Her
şeyden önce bu durum son derece saygıdeğer ve takdire şayandır.
Biliyoruz
ki, yeterince doymayan, iyi bir eğitim alamayan ve özellikle de umduğu işi
bulamayan gençlik toplum için dezavantaj haline gelecektir.
Heba
edilen potansiyeller, hüsrana uğrayan beklentiler, ülkemiz kalkınmasına
yönlendirilmeyen beşeri kaynak olumsuzlukları katlayacak, geleceğin
kararmasına yol açacaktır.
Bunun
için çok yönlü, çok boyutlu, dengeli, tutarlı, milli ve manevi değerlerle
bezenmiş istikrarlı bir eğitim sistemine gereklilik vardır ve bu ihtiyaç düne
göre bugün hissedilir derecede artmıştır.
Milliyetçi
Hareket Partisi bilhassa üniversite imtihanını gereksiz görmekte ve
kaldırılması gerektiğine inanmaktadır.
Bunun
yerine, ilköğretim ve orta öğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak,
uygulanacak müfredat ile orta öğretim başarısını ve orta öğretim sonunda
yapılacak “Olgunlaşma İmtihanı”nı esas alan ve fırsat
eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemini önermekte ve bunu vaat
etmektedir.
İnşallah
Milliyetçi Hareket’in milli ve herkesi kucaklayan iktidarında Türk gençliği
üniversite kapılarında beklemeyecek, boyun bükmeyecektir.
Aileler
üzülmeyecek, kopyacılara fırsat verilmeyecek, sınav çetelerine müsaade
edilmeyecek ve çocuklarımız bezginliğe itilmeyecektir.
Biz
varız, biz buradayız ve Allah izniyle her meselenin de üstesinden geliriz.
Muhterem Milletvekilleri,
Türkiye’nin
üçüncü ve şu an itibariyle en önemli meselesi asayişsizlik, toplumsal şiddet,
terör ve bölücülük konusudur.
Üzülerek
söylemeliyim ki, kadınlara yönelik şiddet artarak devam etmektedir.
Suçlular
serbest, çeteler rahat ve vahşet haberleri sarsıcıdır.
Sokaklar
suça ve toplumsal yapımız gözü dönmüşlere havale edilmiştir.
Buna
ek olarak, bölücü terörün palazlanması, desteklenmesi, müzakereler yoluyla
ilgi ve yakınlık gösterilmesi Türkiye’nin başına türlü musibetleri açmış,
özellikle milli güvenliğimizi ve milli birliğimizi zaafa uğratmıştır.
Bu
meyanda yapacağım tespit ve değerlendirmelere geçmeden evvel, hafta sonunda
Bursa’da gerçekleştirdiğimiz ve hepimizin iftihar endazesi olan ‘Kuruluş
Mitingi’ne ve Manisa ilimizde göğsümüzü kabartan gelişmelere kısa da olsa
temas etmek istiyorum.
23
Mart günü Bursa’da düzenlediğimiz Kuruluş temalı açık hava toplantımızda,
muhterem vatandaşlarım yeri göğü inletmiş, Türk milletini yüceltmiş,
Türkiye’nin sahipsiz olmadığını haykırmışlardır.
Kuruluşumuzun
aziz anıları, milletimizin çağları aşan kudreti hamd olsun, Bursa’da ayağa
kalkmış, zalime mesaj, dosta güven vermiştir.
Bursa
Kent Meydanı’nı dolduran yüzbinlerce milliyetçi vatansever kardeşlerimiz,
Türkiye ve millet sevdalısı faziletli yürekler gök kubbeyi çınlatmış,
vatanımızın her yöresine heyecan vermiştir.
Bursa’da
tertip ettiğimiz, ‘Kuruluş Mitingi’mize siyasi görüşü ne olursa olsun,
hevesle iştirak eden her bir kardeşimize en derin sevgi ve saygılarımla
birlikte teşekkürlerimi sunuyorum.
Hepsiyle
gururluyum, hepsine müteşekkirim.
Bursa
Türk milletinin sözü ve sözcüsü olmuştur.
Bursa
kuruluş hatıramızın küllenen ateşini alevlendirmiştir.
Bursa
Cumhuriyet’e, Gazi Mustafa Kemal ve kurucu kahramanların ve muhterem
şehitlerimizin kutlu emanetlerine sadakat göstermiştir.
Diyarbakır’da
inen Türk bayrağı çok şükür Bursa’da yükselmiş; haine, bölücüye,
müzakereciye, eyyamcıya, etnikçi soytarılara şamar gibi çarpmıştır.
Şimdi
Allah nasip ederse, Milli Değerleri Koru ve Yaşat adı altında
düzenleyeceğimiz ve ana teması “Bayrak” olan ikinci açık hava toplantımızı 20
Nisan 2013 günü İzmir’de şevkle ve inanmışlıkla yapacağız.
Türk
Bayrağını tahrik olarak gören, bayrağa sahip çıkmayı şov olarak değerlendiren
eşbaşkanlar, bakalım İzmir’den sonra ne yapacaklar ve nereye
saklanacaklardır.
Kıvancımız
olan İzmir’i, gâvur diyerek suçlayan gafiller, bu kutlu vatan parçasının Türk
mü gâvur mu olduğunu meydanlardan yükselen milli kararlılık beyanlarıyla
tekrar işitmek durumunda kalacaklar, bölücülükten her yanı mikroplaşmış
kafalarına mutlaka da sokacaklardır.
Bursa’dan
sonra ikinci durağımız Manisa olmuştur.
Her
yıl düzenlenen ve geleneksel hal alan 473’ncü Mesir Şenliği’nde Manisalı
kardeşlerimin coşkusuna şahit olmak bizleri oldukça motive etmiş ve doğru
yolda olduğumuzu teyit etmiştir.
Ayrıca
Manisa Belediye Başkanımızın mesai arkadaşlarıyla birlikte göstermiş olduğu
başarılı çalışmaları, anlamlı yatırımları bizleri oldukça sevindirmiş ve
onurlandırmıştır.
Açılışını
yaptığımız belediye hizmetlerinin Manisalı kardeşlerime tekrar hayırlı,
uğurlu olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Buradan
tüm Manisalı kardeşlerime şükranlarımı sunuyor, önümüzdeki yıl yapılacak
Mahalli İdareler Seçimleri’nde yeniden Milliyetçi Hareket Partisi’nde karar
kılacaklarına ve oylarıyla destek vereceklerine içtenlikle inandığımı
belirtmek istiyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Milli
kimliği kabullenmeyen, millet nedir bilmeyen, milliyetçilik nedir anlamayan,
üstelik namus ve şeref simgesi şanlı bayrağımızı bez parçası olarak
tanımlayan vicdansızlar PKK terör örgütünün eline düşmüş, yemini yutmuştur.
Türkiye
AKP’nin kurumuş, kapanmış, kaçık, kaçkın, kahredici, kamburlaşmış
politikaları altında ezilmiş, aynı zamanda erimeye başlamıştır.
Kayıtsız
şartsız bölücülüğün kaydırağına binen, menfaate dayalı olarak da İmralı
canisiyle dostane ilişki kuran Başbakan ve hükümeti, kontrolsüz şekilde
karanlığa doğru hızla kaymaya yüz tutmuştur.
Ne
ibretliktir ki, Türkiye bölücü terör örgütünün peş peşe gelen diklenmelerine
ve meydan okumalarına sahne olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Hükümet
ise tüm bu olup bitenleri ezile büküle izlemekte ve dizginleri gönüllü olarak
verdiği İmralı canisinin şımarıklılığını çözüm diyerek alkışlamaktadır.
Aziz
milletim artık fark etmiştir ki;
√ AKP’nin çözümü Türkiye’nin mahvıdır.
√ AKP’nin çözümü Türk milletinin imhasıdır.
√ AKP’nin çözümü milli devlet yapısının inkârıdır.
√ AKP’nin çözüm süreci isyankârları beslemek, büyütmek,
kuşandırmak ve saldırı aşamasına getirmektir.
√ AKP’nin çözüm süreci tabi olarak milli ve manevi
değerlerimizin çöküşünden başka bir anlama gelmemektedir.
AKP
hükümetiyle birlikte;
√ Karalanan birliğimizdir, kırpılan bütünlüğümüzdür ve
buharlaşmak üzere kaynatılan hayat haklarımızdır.
√ Kırılan milli benliğimizdir, kapatılan milli ruhumuzdur,
kundaklanan milli heyecanımızdır.
√ Doğranan kardeşliğimizdir, didiklenen milli huzurumuzdur,
dibe çekilen yaşama sevincimizdir.
Türkiye’nin
nabız atışı zayıflamakta ve soluk alıp verişi yavaşlamaktadır.
Büyük
milletimiz, AKP’nin kapalı gişeye çevirdiği çözüm furyasında her tarafından
yara almakta, her yanından ısırılmakta, tümüyle darp edilmekte ve üzüntü
verici şekilde dejenerasyona uğramaktadır.
İmralı
canisi süreç ve çözüm kayyumu sıfatıyla, AKP’yi kendisine kapı kâhyasına
dönüştürmekte, bundan dolayıdır ki bir dediği iki yapılmamaktadır.
Geçtiğimiz
hafta kutladığımız Nevruz Bayramı her şeyi gözler önüne sermiş, Türkiye’nin
ne hale geldiğinin delilli ispatlı örneği olmuştur.
Başbakan
Erdoğan’ın yardım ve kolaylaştırıcı girişimleriyle İmralı canisinin başına
talih kuşu konmuş, PKK paçavraları meydanları kaplamış, bölücülük propagandaları
süreç kaporası sayesinde zıvanadan çıkmıştır.
Türkiye’yi
yönetmekle sorumlu ve görevli bir hükümet, on yıllardır mücadele ettiğimiz
terör örgütü PKK’yı şehre taşımış, militanlarına zafer havası yaşatmış,
canibaşının mesajlarının pervasızca okunmasına zemin açmıştır.
Başbakan
Erdoğan bu manzarayı olumlu karşılamış ve umut verici bulmuştur.
Bu
ortam içinde Türk bayrağı inmiş, Türk milleti incinmiş, Türk devleti hafife
alınmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin en bunalımlı dönemlerde bile, hakeza krizlerle iç içe geçmiş
devirlerinde dahi bu şekilde bir çirkinlik, iğrençlik ve kepazelik
yaşanmamıştır.
Acaba
ne zamandan beridir, kanlı teröristleri övmek, suçun ve suçluların
propagandasını yapmak meşru, masum ve olağan görülmektedir?
Türk
Ceza Kanunu’nun 215’nci maddesinde yer ve ifade bulmuş olan; “İşlenmiş
olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse,
iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” kuralına neden hala
riayet edilmemektedir?
Terör,
cebir, şiddet ve tehditle işlenen suçların veya bu suçları işleyen faillerin
övülmesinin, bu övgünün beraberinde kamu düzeni açısından açık ve yakın bir
tehlikeyi ortaya çıkarma ihtimalinin yüksek olacağı gözden uzak
tutulmamalıdır.
Öte
yandan Türk bayrağının inmesine göz yummaya, canilerin mesajını sanki doğal
ve sıradan bir halmiş gibi göstermeye hukuk kitaplarının hangi sayfasında
müsaade ve cevaz vardır?
Açıkça
Türkiye’nin çözülmesi ve çökmesi için bir teröristin kanlı mesajları ne
zamandan buyana olumlu görülür ve müspet karşılanır olmuştur?
Sorarım
sizlere, Cumhuriyet’i savunmakla görevli savcılar, hâkimler nerededir, nereye
gitmişlerdir?
Şayet,
21 Mart tarihinde Diyarbakır’da olanlar suç değilse, bundan sonra suç olarak
neyi göreceğiz, nelere suç diyeceğiz?
Yine
terör ve bölücülük propagandası yapmak normal hale geldiyse, lütfen birisi
söylesin, Türkiye Cumhuriyet’i nasıl ayakta kalacak, Türk milleti nasıl
varlığını koruyacaktır?
Böyle
bir devlet, art niyetlilerin eline geçmiş böyle bir ülke dünyanın
neresinde vardır?
Bu
tarz bir hukuk anlayışı ve adalet mantığı yeryüzünün neresinde mevcuttur?
Bağımsız,
objektif, yalnızca vicdanlarıyla baş başa olan vatansever hukuk insanları
devreye girmek için neyi beklemektedir?
Enkaza
çevrilmedik, çiğnenmedik, öğütülmedik, entrikayla, asılsız sözlerle, kuru laf
kalabalığıyla haklanmadık daha neyimiz kalmıştır?
Rengini
şehit kanlarından almış, milletimizin bağımsızlık sembolü olarak hürmetle
selamladığımız, hayranlık duyarak dalgalanmasını izlediğimiz ay yıldızlı al
bayrağımızı lekeletmeye, kirletmeye, hakir görmeye hangi faninin, hangi
bedbahtın gücü yetecek ve hakkı olacaktır?
Olanları
görmezden mi gelelim, yapılanları sümen altı mı yapalım, nasıl olsa bir
kereden bir şey olmaz diyerek bayrağın aşağılanmasına sessiz mi duralım?
Ey
AKP, ey bölücüler, ey bayrak nedir bilmeyenler, ey dönekler, ey düşman
ağzıyla konuşanlar, bu şanlı bayrak size rağmen var olacak, size rağmen nazlı
nazlı dalgalanacaktır.
Ve
biliniz ki, Türk milletinin önüne düşerek tüm çapsızların ve çapulcuların
temizlenmesine ön ayak olacaktır.
Dikkat
ediniz, BDP’nin bir eşbaşkanı, 21 Mart Nevruz Bayramı’nda, PKK’ya terörist
damgası vurmak isteyenlerin iflas ettiğini aklınca zırvalamış, teröristbaşı
için yasal güvence isteyecek hadsizliğe kadar işi götürmüştür.
Hükümeti
ve devleti etkileme gücüne ulaştıklarını sözlerinde esneme payı bırakmadan
dile getirmiştir.
Görülmektedir
ki, AKP’nin başına BDP yuları geçirilmiş, aralarındaki ilinti, ilişki,
illiyet bağı tüm hatları görülecek şekilde yüzeye çıkmıştır.
Başbakan
Erdoğan öylesine taviz ve teslimiyet döngüsüne düşmüştür ki, hükümetinin kimi
temsil ettiği, kimlerle karanlık diyaloglara girdiği hakikaten de meçhul bir
duruma gelmiştir.
Acaba
Başbakan en başta İmralı canisine neleri vaat etmiş, bölünmüş Türkiye için
neleri gözden çıkarmıştır?
İmralı
canisinin çeyizi, PKK’nın ödülü, BDP’nin kazancı, peşmergenin sabırsızlıkla
beklediği ödünler nedir, neleri kapsamaktadır?
Vatansever
ve mukaddes değerlere bağlı olduklarını bildiğim önemli sayıdaki AKP’li
milletvekili arkadaşlarım acaba, PKK’yla el sıkışılmasını, zulme ortak
olunmasını nasıl kabullenmektedir?
Hükümet
bu oyuna nasıl gelmiş, bu tuzağa, bu esarete nasıl düşmüş, bu tutsaklığa
nasıl gözü kapalı eyvallah etmiştir?
Başbakan
lafı dolandırmadan, dolambaçlı yollara sapmadan, dümdüz şekilde ve dobra
dobra konuşmalıdır.
Başbakan
Erdoğan İmralı canisine neyi ya da neleri peşkeş çekmiş, hangi sözleri
vermiş, niçin kefil olmuş, halaskarlığını nasıl içine sindirebilmiştir?
PKK
terör örgütünün galibiyetini tanımıştır da toprak ve tazminat mı vermeyi
aklından geçirmektedir?
Başbakan’ın
çözümü, Başbakan’ın barışı, Başbakan’ın süreci nereye dayanmaktadır, neleri
kapsamaktadır?
Anlaşılan
Başbakan bu sözlerimizden, bu suallerimizden rahatsızdır.
Bu
kapsamda kendisi, hafta sonunda Eskişehir’de yaptığı bir konuşmasında aynen
şunları ifade etmiştir: “Muhalefet İmralı’ya söz verdiniz, diyor. Siz bu
iddiayı ispat etmediğiniz müddetçe namertsiniz. Bizim oraya verilmiş bir
sözümüz yok. Bizim millete verilmiş bir sözümüz var.”
Başbakan
Erdoğan millete değil, başkalarına verdiği sözleri bir bir tutmaktadır.
Ve
herhalde Başbakan, Türk milletine PKK ve canibaşıyla nasıl haşır neşir
olacağına dair bir söz de vermiş değildir.
Sayın
Başbakan, belki unutmuşsundur, belki aklından çıkarmışsındır, belki de hafıza
kaybına uğramışsındır.
Yine
böylesi bir polemiğin içine gömülerek İmralı canisiyle görüşme konusunda
şeref bahsini ileri sürmüş, yaptığın müzakere ve temasları inkâr etmiş ve
gözlerin yerinden çıkarcasına bizi de şerefsizlikle suçlamıştın.
Çok
değil, kısa bir süre sonra Başbakan’ın şerefsizliktir dediği iddiamız
sabitlenmiş, şereften kimin nasibini alamadığı belli olmuş, böylece kötü söz
sahibine faiziyle birlikte aynen iade edilmiştir.
Eğer
Başbakan Erdoğan, şeref masasında kaybettiklerini namertlik kartını ileri
sürmekle geri alacağını düşünüyorsa, çok yakın zaman içinde, yine yaş tahtaya
basacağını ve isminin başına yeni bir sıfat ekleneceğini muhakkak ki görecek
ve tekrar mahcubiyetten kimselere bakacak yüzü kalmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
AKP’nin
PKK ve İmralı canisiyle yürüttüğü müzakere ve pazarlık trafiği gittikçe
hızlanmakta ve sahasını genişletmektedir.
Anlaşılan
Başbakan tüm umutlarını kara gün dostu terörist Öcalan’a bağlamıştır.
Şu
talihsizliğe ve köhnemişliğe bakınız ki, Başbakan Erdoğan, PKK ve İmralı
canisiyle ortak ihanet komisyonunda buluşmuş, var olan tüm değerlerimizin,
kabullerimizin, ilke ve esaslarımızın kavrama noktasından tutarak deşmeye ve
dağlamaya yönelmiştir.
PKK’ya
ve İmralı canisine sözde çözüm ve barış adına kefil olanlar, bu da yetmezmiş
gibi kefaret altına girenler vicdanlarını rehin bıraktıkları için milli
perspektifi ve milli konsepti tamamen dışlamışlardır.
Bildiğiniz
gibi, İmralı canisi geçen haftaki ölüm metninde, PKK’lı militanların sınır
dışına çekilme aşamasına geldiklerini duyurmuştur.
AKP,
yandaş basın, satılmış kalemler, çürümüş beyinler, donmuş kalpler hemen bu
kurnaz ifadenin üstüne atlamışlar ve PKK’nın sınır dışına çıktığını canlı
yayınlardan, manşetlerden veya değişik vasıtaları kullanarak gündeme
getirmişlerdir.
Oysa
ki canibaşı böyle bir şey dememiştir.
Kaldı
ki PKK’nın buna niyeti de görülmemiştir.
PKK’nın
sınır dışına çekileceğini müjdeleyen ihanet senfonisi bir kez daha karavana
atmış, milletimizi yanıltmak ve kandırmak için her pis tezgâhtan, her
ahlaksız komplodan istifade etmeye tevessül etmişlerdir.
Hepsinden
daha da önemlisi, PKK’nın yuvalandığı, saldırılarını ve suikastlarını
planladığı terör kamplarının sınır dışında olmasıdır.
Sınır
ötesinde kan ve ölüm denklemi kuran, pusuları icra etmek ve can almak için
elleri tetikte bekleyen katiller, nasıl olacak da sınır dışına yeniden
çıkacaklardır.
Kandil
neresi, mahmur kampı neresi, Türkiye sınırları içinde mi?
Bu
hayaldir, temelsizdir, boştur ve avuntudur.
PKK’nın
ateşkes kararı da stratejik olmayıp, yalnızca günü kurtarmaya yönelik taktik
mahiyetli bir hamledir.
Bugüne
kadar PKK, sekiz defa sözde ateşkes kararı vermiş, ama kısa süre sonra kanlı
saldırılarını artırarak ölüm saçmıştır.
Şimdiki
de diğerlerinden farksız olmayacaktır.
Üstelik
kanlı örgütün elebaşları, sözde ateşkesin karşılıklı olacağını küstahça iddia
edebilmiştir.
Ayrıca
adıyla müsemma olan PKK’lı Karayılan, terör örgütünün sözüm ona sınır dışına
çekilmesi için hükümete ve Meclis’e görev hatırlatması yapmış, yasal
güvenceler istemiştir.
Bu
teröristin, AKP’nin hışmına uğrayan, köşesi elinden alınan, kalemi epey zaman
önce kırılan ve 12 kötü adamdan birisi olarak performansı pek de fena
sayılmayan Hasan Cemal’e geçtiğimiz günlerde verdiği üçüncü mülakatı
ibretliktir.
Buna
göre, AKP’nin Oslo ihanetine 2008 yılının Eylül ayında başladığı
anlaşılmaktadır.
PKK’lı
Karayılan, sözde barışın ön şartı olarak İmralı canisinin özgür kalmasını
vurgulamıştır.
Devamla
Başbakan’ın “Silahları ayaklarınızın altına alın ve gelin siyaset yapın”
sözlerine karşılık olarak KCK tutuklularının salıverilmesini talep etmiştir.
Bunun
yanı sıra, PKK’nın anayasadan beklentisi de üç aşamalı olarak ifade edilmiş,
bunlar yeni vatandaşlık tanımı, kimliklerin tanımı ve Türk milletinin tanımı
noktasında düğümlenmiştir.
Hatta
PKK’lı Karayılan tıpkı 2009 yılının mayıs ayında söylediği gibi, Akil Adamlar
Heyeti kurulmasını dayatmış ve dillendirmiştir.
AKP’de
bunu kabul etmiş olacaktır ki, kimliği, niyeti, ideolojisi, maksadı zifiri
karanlık olan yeni bir kötüler listesi organize ederek düğmeye basmıştır.
Görünen
gerçek şudur; AKP zihniyeti PKK’nın zorlamalarına çoktan ikna olmuş ve onay
vermiştir.
Akil
Adamlar Heyeti oluşturulması, PKK’ya çözüm çekilişinden çıkan meblağı yüksek
ve kabarık bir ikramiye olarak belirginlik kazanmıştır.
Başbakan
Erdoğan geçtiğimiz hafta sonunda Eskişehir’e giderken PKK’nın muhatabı olarak
hükümeti göstermiştir.
Ve
Akil Adamlar Heyeti’nin; akademisyenlerden, iş dünyasından, sivil toplum
kuruluşlarından ve medyadan temsilciler almak suretiyle yedili gruplarla
teşkil edileceğini söylemiştir.
Bu
açıklamasında, akılları durduran, milli vicdanları sükûtu hayale uğratan bir
tespit ve yorumda da bulunmuştur.
Başbakan
Erdoğan’a göre, bu yedili gruplar Türk milletine psikolojik harekât yapacaktır.
Başbakan’a
göre bu zevat, toplumsal algının yönetilmesiyle, milletimizin PKK konusunda
hazırlanmasıyla meşgul olacaktır.
Bu
olacak, pas geçilecek ve küçümsenecek bir şey değildir.
Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti, yetki aldığı, vekâletini üstlendiği aziz milletimize
harekat yapmak için kolları sıvamıştır.
Bu,
bir nevi yargısız infazdır.
Bu,
bir tür soğuk savaş şartlarından kalma alışkanlığın tezahürüdür.
Bir
Başbakan, siyasi sorumluluğunu taşıdığı milletine nasıl olur da çürümüş,
kimliksiz ve kimlere hizmet ettiği malum aklını kaybetmişlerin kurduğu bir
heyet marifetince psikolojik savaş açmaya cüret edebilmektedir?
Bu
siyasi anlayış Türk milletini ne zannetmektedir?
Bize
kudurmuş diyerek hakaret eden bu zihniyetin, asıl kudurmuşun kim olduğunu
görmesi için daha nelerin yaşanması gerekecektir?
Ayan
beyan ortadadır ki, PKK, AKP’yi kıskıvrak yakaladığından basiretini bağlamış,
bastırdıkça almış, aldıkça da akılsızlığın ve körlüğün mahzenine süre süre
sokmuştur.
Diğer
taraftan partimizin dimdik duruşundan rahatsız olanlar, milli heyecanından
kıvrananlar kan durursa, terör biterse bizim de biteceğimizi, baraja
takılacağımızı ve kapımıza kilit vuracağımızı bayat ve bayağı sözlerle
açıklamışlardır.
Allah’a
şükürler olsun ki, Milliyetçi Hareket Partisi bu omurgasızların, bu küfre
batmışların, bu iftira seline kapılmışların oyunlarını boza boza, tuzaklarını
yara yara, bunlar gibileri yene yene 44 yılını geride bırakmıştır.
Aynısını
yine yapacak, bozguna uğramak için kaşınanların yine cesaretle ve
milletimizin eşsiz desteğiyle üstesinden gelecektir.
Kabul
edilsin ki, bunların dilekleri gerçekleşseydi, gökten ne yağacağını herkes
görürdü.
Bu
çevrelerin, küçücük kafalarıyla, kompleksli şahsiyetleriyle, narsist
tutumlarıyla, egoist tavırlarıyla ve gayri milli özellikleriyle MHP hakkında
hüküm vermeleri, asılsız yorumlarda bulunmaları boylarını ve hadlerini
fazlasıyla aşacaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi; Türk milletinin içinden çıkan, yine milletin huzuru,
kardeşliği, dirliği, refahı ve iyiliği için varını yoğunu ortaya koyan,
üstelik Türkiye’nin var olması için her şeyi göze alan milli ruhtur,
milliyetçi şuurdur.
Şiddet
ve barbarlığın yanında hizalanmış, katillerin elinden su içmiş, onların
bilirkişiliğine intisap etmiş çok yüzlüler ne bizi anlayabilecek ne de
bizimle birlikte olabileceklerdir.
İlave
olarak, hafta sonunda Bursa’da gerçekleştirdiğimiz Kuruluş Mitingimizde,
meydanı şereflendiren vatandaşlarımın hep bir ağızdan beyan ettikleri ve
Türkiye’nin batışına, milletin çözülmesine itiraz eden, bizzat millet
iradesinin inisiyatif almasına vurgu yapan sözlerine karşılık “Merak
etmeyin onun da zamanı gelecektir” ifadesini kararlılıkla kullandım.
Bugün
de bu sözümün sonuna kadar arkasındayım.
Asla
dilemeyiz ama, hükümetin teslim olduğu, teröristlerin hâkimiyet kurduğu, Türk
milletinin bölündüğü, son yurdumuzun parçalandığı bir ortamda bizim duyarsız,
tepkisiz kalacağımız mı zannedilmektedir?
Herkes
bilsin ki, yeri ve zamanı geldiğinde ne yapacağımız ve neyi göze alacağımız
mutlaka görülecek, tümüyle de anlaşılacaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi geçilmeden hain niyetler amacına ulaşamayacaktır.
Türkiye
sevdalısı cesaret timsalleri aşılmadan Türk milleti ayrılamayacak,
dağıtılamayacak ve Türk vatanı ufalanamayacaktır.
Bizim
sözlerimizden dolayı tarihi hata yaptığımızı söyleyen, miting meydanımızın
kalabalığından kâbuslar gören bilinci kaymış zavallılar da; tarihi ihanetin
içine çoktan battıklarını, milletimize tarihi kötülüğün daniskasını
yaptıklarını günü geldiğinde idrak etmek durumunda kalacaklardır.
Muhterem Arkadaşlarım,
31
Mayıs 2010 tarihinde İsrail askeri güçlerinin, Gazze’de tecrit edilen
Filistinli kardeşlerimize insani yardım malzemesi götüren sivil gemilerimize
saldırması son yılların en barbar hadisesi olmuştur.
Mavi
Marmara gemisindeki 9 vatandaşımız maalesef bu hunhar saldırıda hayatını
kaybetmiştir.
Biz
daha o günlerde, bu saldırıyı Türk milletine karşı açık bir düşmanlık olarak
gördük ve böyle değerlendirdik.
Gerek
31 Mayıs 2010 tarihli yazılı basın açıklamamızda, gerekse de 1 Haziran ve 8
Haziran 2010 tarihli Meclis grup toplantılarımızda bu konuya ayrıntısıyla
değindik ve hükümete tekliflerimizi sıraladık.
İsrail’in
vahşi saldırısı gerçekleştiği esnada Başbakan Erdoğan Şili’de, Dışişleri
Bakanı da Brezilya’da bulunmuş, hatırı sayılır bir süre kimseden çıt
çıkmamıştır.
Arkasından,
Dışişleri Bakanlığı İsrail’e sonuçlarına katlanırsınız mesajı vermiş,
Başbakan Erdoğan’da yetti artık türünden boş çıkışlarla İsrail’e rest
çekmiştir.
Maalesef
AKP zihniyeti izleyen yıllarda bu mütecaviz harekete karşı gerektiği gibi
karşı koyamamış ve lazım gelen cevabı verememiştir.
Başbakan
Erdoğan hamaset nutuklarıyla vakit geçirmiş, onuru yara alan Türk milletinin
müsterih olması için hiçbir derinlikli ve sonuç alıcı yöntem
geliştirememiştir.
Biz
başından beridir, İsrail tarafından özür ve tazminat meselesinin yerine
getirilmesinden bahsettik, bu görüşümüzden de bir an olsun ayrılmadık.
Başbakan
Erdoğan’ın, bizim tarafımızdan söylendiğini iddia ettiği, “İsrail özür
dilemez, beklemeyin,” sözleri ise tam anlamıyla yalan ve iftiradan
ibarettir.
Kendisinin
İsrail’e yönelik olarak sarfettiği; “terörist, bozguncu, sapık, vahşi,
barbar, katil, cani” sözleri gerçek olup henüz tazeliğini korumaktadır.
Üstelik
Mavi Marmara saldırısından çok kısa bir süre sonra, İsrail’in OECD’ye üye
olmasına onay veren de Başbakan ve hükümetinden başkası olmamıştır.
Şimdi
kalkıp İsrail Başbakanı’nın Obama talimatlı ve bölgesel hesaplar öyle
gerektirdiği için özür dilemesini iç siyasete malzeme yapılması,
istismarcılığının tekrar tescili olarak görülmelidir.
Anlaşılan
İsrail, kaz gelecek yerden tavuğu esirgememiş, yaklaşık 3 yıllık süründürme
ve oyalamadan sonra, Suriye ve İran’ı baz alan gizli gündem nedeniyle özür
dilemiştir.
ABD
Başkanı iki tarafı da terbiye etmiş, telefon diplomasisiyle aralarını
bulmuştur.
Elbette
bu özür meselesinin birçok düşündürücü tarafları, sorgulanması gereken
yanları vardır.
Ancak
teknik ayrıntıya girmeksizin ifade etmek gerekirse, AKP hükümeti bölgesel
projeler kapsamında İsrail’e yanaştırılmış, BOP’un hedeflerine, küresel
planların emellerine kanalize edilmiştir.
Başbakan
Erdoğan, Avusturya’da Siyonizm’e yönelik kullandığı sözlerini bu şekilde
tamir etmiş ve beklendiği gibi ABD’nin tepkilerini de frenlemiştir.
Obama’nın
Ortadoğu seyahati sırasında gerçekleşen bu özür meselesi tesadüf görülmemeli,
İsrail’in bir tavizi olarak değerlendirilmemelidir.
Hedef
Suriye’dir, hedef İran’dır ve hedef İsrail’in güvenliğini sağlama alarak,
Kürdistan’ın kurulmasına yol ve alan açmaktır.
Tüm
bu gerçekler ortadayken, özür meselesinden siyasal rant ummak, billboardları
Başbakan’a minnet sözleriyle donatmak ilkel bir mantığın ürünü, fırsatçı
zihnin telaşı olarak görmek lazımdır.
Başbakan
Erdoğan keşke Filistin’in üzerine düştüğü kadar Türkiye’nin hakkını
savunabilseydi, keşke İsrail’e söylediği ağır sözlerin küçük bir bölümünü
PKK’ya ve himaye eden güçlere yönelik seslendirebilseydi.
Ama
PKK’ya gelince hava gazı olan bu kafa yapısı, istimara gelince havalarda
gezmiş, İsrail’e de, düne kadar verilen izin çerçevesinde hava atmaktan geri
durmamıştır.
Ne
var ki, bu aldatma ve kandırmaya artık kimse inanmamakta, kimse de itibar
etmemektedir.
AKP
sinsiliği bundan sonra tezgâhını başka yerlerde açmalı ve maharet sahibi
olduğu istismarın yenilerini aramalı ve bulmalıdır.
Bu
düşüncelerle konuşmama son verirken, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı
ve saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor,
başarı, sağlık ve mutlulukla geçecek bir hafta diliyorum.
Sağ olun, Var olun.
Kaynak:http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/2671/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_TBMM_Grup_Toplantisinda_yapmis_olduklari_konusma_26_Mart_2.html
|