SİYASET /
2013-03-12 13:36:23
MHP Lideri Devlet Bahçeli, ''Türk milleti hangi Başbakan'a, hangi
Erdoğan'a inanmalı ve itibar etmelidir? Türkiye'yi kaç Başbakan yönetmektedir?
Ve Başbakan Erdoğan'ın kaç yüzü, kaç rengi, kaç dili ve kaç ruhu
bulunmaktadır'' diye sordu.
BAŞBAKANIN kendisine güvenilmesini istediğini belirten Bahçeli,
''Kısa süre önce BDP'lerin dokunulmazlığını kaldırmaya çalışan Başbakan'a mı,
yoksa BDP'lilerle yapışık ikiz olduğunu tescilleyen Başbakan'a mı
güvenilmelidir? BDP'lilere en ağır sözleri sıralayan Başbakan'a mı, yoksa
Sinop'taki olaylardan sonra bölücü milletvekilleri arkalayan ve söz söyletmeyen
Başbakan'a mı güvenilmelidir'' dedi
BAHÇELİ, sorularını şöyle sıraladı: ''Vatan coğrafyası üzerinde
ameliyat yaptırtmam diyen Başbakan'a mı, etnik cerrahlığa soyunarak İmralı
canisinin pas tutmuş neşterini zimmetine geçiren Başbakan'a mı
güvenilmelidir?Teröristbaşını kast ederek, "Ben olsam asardım" diyen
Başbakan'a mı, İmralı'yla çözüm sürecini başlattık diyen Başbakan'a mı itimat
edilmelidir?
PKK'ya yönelik olarak, "Silahlarınızı ayaklarınızın altına
alacaksınız, siyasetinizi parlamentoda yapacaksınız" açıklamasını yapan
Başbakan'a mı, "Döktükleri kanda boğulacaklar" diyen Başbakan'a mı
inanılmalıdır?"Biz bu milletin hizmetkârıyız" diyen Başbakan'a mı,
"nankör, ekmek bulamayanlar, ekmeği tepenler, al ananı da git, o oy senin
olsun, önüne gelen şehit-gazi derneği kuruyor, gözünü toprak doyursun, askerlik
yan gelip yatma yeri değildir" diyerek herkesi azarlayan Başbakan'a mı
itibar edilmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin
grup toplantısında çok önemli açıklamalar yaptı. Bahçeli, ''Türk milleti hangi
Başbakan'a, hangi Erdoğan'a inanmalı ve itibar etmelidir? Türkiye'yi kaç
Başbakan yönetmektedir? Ve Başbakan Erdoğan'ın kaç yüzü, kaç rengi, kaç dili ve
kaç ruhu bulunmaktadır'' diye sordu.
Bahçeli, ''Yürütülen pazarlıkların bir ucunda teröristbaşı
bulunurken, diğer ucunda heyecanla yerini sağlamlaştıran Başbakan Erdoğan
Türkiye ve Türk milletini bölünmenin ve paylaşmanın karanlık labirentine
çekecektir.Bize göre tam bir çöküş ve çözülüş olan süreç içinde, yabancı
ülkelerin, bölgesel unsurların etkin ve yönlendirici bir pozisyonla müdahil
olacakları göz önüne alındığında, Türkiye'nin çok bilinmeyenli bir kördüğümün
içine kıstırılacağı şimdiden görülmelidir.Bu şartlar altında PKK'nın silah
bırakması, Başbakan'ın deyimiyle silahlarını gömmesi imkansızdır.AKP bu gidişle
ateşkese razı olacak ve PKK terör örgütü iktidarı tümüyle avucunun içine
alacaktır'' dedi.
ALMANYA'DAKİ
FACİA
Sözlerine ''Geçtiğimiz hafta Pazar günü, Almanya'da meydana gelen
bir yangın ve sonucunda ortaya çıkan felaket tablosu hepimizin içini burkmuş ve
hepimizi müteessir kılmıştır'' diyerek başlayan Bahçeli, ''Afyonkarahisar'dan
çıkıp iş ve geçim arayışıyla Almanya'ya kadar giden bir Türk ailesinin umutları,
özlemleri ve hayalleri maalesef yarıda kalmıştır.Nitekim Almanya'daki yangında
birisi kadın, yedisi çocuk olmak üzere sekiz evladımız hayata gözlerini
yummuştur.
Bu elem verici yangında vefat eden kardeşlerimize Cenab-ı Allah'tan
rahmet, ailelerine, sevdiklerine, Afyonkarahisar'lı vatandaşlarıma başsağlığı
dileklerimi iletiyorum.Almanya'da belirli aralıklarla meydana gelen yangınlar
ve bunun neticesinde hayatlarını kaybeden Türklerin varlığı herkesin bildiği
gerçekler arasındadır.Şu güne kadar, Türklerin oturduğu evlere yönelik
düzenlenen değişik türden saldırı ve yapılan provokasyonlar fazlasıyla can ve
mal kayıplarına yol açmıştır.İşin dikkat çekici ve düşündürücü yanı, Almanya'da
çıkan yangınların nedense hep Türkleri bulması ve Türklerin oturduğu evlerin
yanmasıdır.
Ekmeğinin peşinde olan kardeşlerimin kundaklanan her evi, yakılan
her binası ümitlerin kaybolmasına, yaşama heveslerinin yitirilmesine yol
açmaktadır. Başta Almanya olmak üzere, Türk aileleri gözü dönmüş saldırganların
ve yabancı düşmanı marjinal çevrelerin değişik zamanlarda hedefi haline
gelmiştir.Ne var ki, ağır kayıplarımıza neden olan vahşi saldırıların tam
manasıyla çözüldüğünü, fail ve zanlıların net olarak bulunduğunu söylemek şu
ana kadar pek mümkün olmamıştır.
Özellikle Almanya'nın sicili bu anlamda iç acıcı olmayıp,
gurbetçilerimizin yaşadığı dramlar, maruz kaldıkları acılar, uğradıkları
suikastlar tümüyle bilinmektedir.Bu ülkedeki ırkçı dehşetin, Neo-Nazi
şiddetinin ve zenofobi hastalığının kardeşlerimizi nasıl hedefine aldığı farklı
hadiselerden çıkardığımız tecrübelerle sabittir.Sekiz günahsız kardeşimizin
yanarak ve zehirlenerek can verdiği menfur hadisede tüm ihtimaller göz önüne
alınmalı, tüm ipuçları özenle değerlendirilmelidir.Alman yetkili makamlarının,
arızalı bir sobadan çıktığıyla ilgili kamuoyuna açıkladıkları görüşleri, bize
göre peşin yargının, acele hükmün bir eseridir.
Henüz bu üzücü olayın üzerinden birkaç gün bile geçmeden ve
soruşturmanın selametle sonuca ulaşması beklenmeden böylesi bir izahat hiç
şüphesiz yangının çok yönlü araştırılmasına fren olacaktır. Parti olarak
isteğimiz ve beklentimiz, AKP hükümetinin imkan ve kaynaklarını kullanarak bu
yangının peşini bırakmaması, soru işaretlerinin giderilmesi için elinden geleni
çabayı göstermesidir.Alman hükümetinin; varsa suçluları ortaya çıkarması ya da
yangına neden olan her ne ise kuşkuya yer bırakmayacak şekilde aydınlatması hem
zorunlu, hem gerekli, hem de insanlığa karşı bir vazifesidir'' açıklaması
yaptı.
''İSTİKLAL
MARŞI'NDA MİLLET VARDIR, TÜRKLÜK VARDIR, MİLLİYETÇİLİK HER SATIRINDADIR''
Bahçeli, ''Bugün çok önemli bir tarihin yıldönümünü idrak ediyoruz.
Bağımsızlığımızın manifestosu, milli varlığımızın manzum ifadesi olan İstiklal
Marşımız 92 yıl önce bugün, yani 12 Mart 1921 tarihinde TBMM'nde büyük bir
coşku ve heyecanla kabul edilmiştir. Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un
eşsiz duyuş ve hissedişiyle kalem alınan istiklalimizin dizeleri aziz millet
varlığına milli şuur ve inanç kaynağı olmuştur.
Büyük Millet Meclisi'nde ilk kez 1 Mart 1921 tarihinde Maarif
Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunan ve 12 Mart 1921 Cumartesi günü de
tezahürlerle kabul edilen istiklalimizin mısraları kurtuluşumuzun müjdesini
vermiş, millet varlığının büyüklüğünü ilan etmiştir.
İstiklal Marşımız, yazıldığı ölüm kalım devrinin olduğu kadar, Türk
milletine ait ebedi unsurların da bir destanı, sönmeyecek ve eskimeyecek bir
şiirsel ifadesi olarak milli vicdanlarda yer etmiştir.
Milli varlık uğruna fedakârlık yapmanın kudsiliği, merhum şairimizin
büyük telkin gücüne eklenen ve sadece Mehmet Akif'e ait olan vatan lirizmiyle
birleşmiş ve ortaya muazzam bir eser çıkmıştır.
Merhum Akif, Türk milletinin ruhuna, benliğine ve gönlüne hitap
ederek, üzeri küllenmiş iddiaları, geriye düşmüş hedefleri, bastırılmış milli
arzuları alevlendirmiş ve kendisine has üslup marifetiyle harekete geçirmiştir.
Asırlarca elde ettiğimiz başarılara hem sebep hem de kaynak olan
millet olma ve millet halinde yaşama ülkümüz İstiklal Marşımızın temel motifi
olarak oldukça belirleyici olmuştur.
Türk milletinin iman dolu varlığının, istilacıların, uçaklı, zırhlı
ve ezici silahlarından daha üstün, daha kudretli ve daha tesirli olduğu merhum
şairimiz tarafından dile getirilmiştir.
Bu imanın zaferi, bu milli şahlanışın eşsiz duruşu en başta
Çanakkale'de çeliğe ve tekniğe boyun eğmemiş, ardından da milli mücadelede her
türlü mütecaviz emellere rağmen diz çökmemiştir.
İstiklal Marşımız milliyetçiliğin, Türk milletine duyulan derin
sevgi ve bağılığın sonucunda hayat bulmuş, esas anlamına kavuşmuştur.
Tereddütsüz diyebilirim ki, milliyetçiliği ayaklar altına alan
siyasi zihniyet ne merhum şairimizi ne de istiklalimizin manzum seslenişini
gerçek anlamda kavrayamayacak ölçüde milli köklerimize yabancılaşmış ve
uzaklara düşmüştür.
Zira merhum şairimizin kökeni ne olursa olsun, her deyişi, her
beyanı ve her mücadelesi Türk milletini yükseltme, Türk milletini hak ettiği
yerlerde görme ülküsü üzerine bina edilmiştir.
Sömürgeci niyetlerin Türk milletinin iman dolu göğsüne çarparak
sönmesi, Türklüğün duvarını aşamadan durdurulması en güzel ve veciz şekilde
onun dizelerinde özetlenmiştir.
Emperyalistlerin namert komplosu, insanlığı boşa çıkaran bozguncu
ve işgalci adımları ancak ve ancak, merhum şairimiz gibi Türk milletine
derinden bağlanan faziletli ve vatansever yürekler tarafından ezilmiş ve
reddedilmiştir.
Tek dişi kalmış canavarlar, insanlıklarını barut ve silah
yığınağının içinde kaybetmişler, çok şükür ne yaptılarsa amaçlarına ulaşamamışlar,
neyi öngördülerse başaramamışlardır.
Merhum Akif, zulme direnen, zalime teslim olmayan, kanlı ellere
sırf çözüm ve barış namına sırnaşmayı, dalkavukluğu aklından dahi geçirmeyen
yüksek bir ahlak timsali olarak gönüllere taht kurmuştur.
Akif'in yazdığı İstiklal Marşı, Türk milletinin müşterek iradesi ve
beyanı olarak görmesini bildikten sonra herkese önemli sorumluluklar
yüklemiştir.
İstiklal Marşı'nda millet vardır, Türklük vardır, milliyetçilik her
satırındadır.
Bağımsız yaşama, bağımsız kalma ve bağımsızlığa leke sürdürmeme
isteği ana fikir olarak belirlenmiş, her şeyin önüne koyulmuştur.
Merhum şairimizin her şiiri, zamanın ve mekanın mahdut planından
öteye atlayarak varlığın ve yaratılışın özü üstünde bizi düşünmeye, sızlanmaya
ve coşmaya götürmektedir.
Akif bilhassa Türk milletine hediye ettiği İstiklal Marşıyla,
içinde yaşadığı devri aşmış, zamanın dar cetvellerini kırmış, milli bedeni
kalıplara sokmaya çalışan karamsarlıkları haykırarak yıkmıştır.
Onun dizelerinde Türk milleti merkezde, kapsayıcı ve dışa dönük
milliyetçilik kılavuz değerde, Türklük ise rehber olarak ön plandadır.
Kendisine, bir ara, "Üstad sizi Türkçü görüyorum"
diyen birisine karşı verdiği şu ibret verici cevap ise merhum şairimizin sahip
olduğu düşünce ve zihniyetinin adeta özetidir:
"Ya ne zannediyorsun. Türk'e hiçbir kavmin horoz olmasına
tahammül edemem."
İşte Mehmet Akif Ersoy budur, bu kadar net ve milli bir
şahsiyettir.
İstiklal Marşımızı da bu anlayışla kaleme almış ve Türk milletine
emanet bırakmıştır.
"Türklükle karşımıza gelmeyin"
diyenlerin merhum şairimizin kapısından bile geçemeyeceği, milliyetçiliği
ırkçılıkla bir görenlerin adını bile anmaya yüzlerinin olmayacağı gün gibi
ortadadır.
Mehmet Akif Ersoy sömürgecilerden beslenmemiş, küresel planlara uyduluk
yapmamış, düşmana paspaslık etmemiş, çözüm diyerek vatana göz diken
uğursuzlardan hamd olsun medet ummamıştır.
Kendisi Türklüğünü inkâra gitmediği gibi, milleti de etnik
kimliklerden ibaret görmemiştir.
Çünkü Mehmet Akif Ersoy Türk olmuş, 36'yı değil biri, birliği
benimsemiş, Türk kalmış ve Türk milletinin övüneceği milli bir deha olmayı her
haliyle hak etmiştir.
İstiklal Marşımızın kabul edilişinin 92'nci yıldönümünde merhum
vatan şairimizi şükran hislerimle anıyor, kendisine Cenab-ı Allah'tan rahmet
diliyorum.
Dileğim odur ki, Yüce Allah bir daha bu aziz millete İstiklal Marşı
yazdırmasın, bir daha kara ve karanlık günler yaşatmasın ve bir daha da
bağımsızlığını tehlikeye düşürmesin'' dedi.
''TÜRKİYE
AKP'YLE BİRLİKTE DÜNÜNDEN, DİRLİĞİNDEN, DİLEKLERİNDEN VE DİRENCİNDEN HIZLA
KOPMAYA BAŞLAMIŞTIR''
Bahçeli şunları söyledi ''Milletçe karşı karşıya kaldığımız bugünkü
tehlikeler anormal boyutlara ulaşmış durumdadır.
İtinayla, dikkatle, titiz bir perspektifle takip ediyoruz ki,
millet ve devlet olarak yakın tarihin en ağır bunalım ve karanlık döneminden
geçmekteyiz.
Türkiye'nin varlığı, Türk milletinin birliği ve hayat hakları vahim
şekilde tırpanlanmakta, acı verici biçimde hırpalanmaktadır.
Çıkış merkezi ve yayılma güzergâhı malum nifak bulutu ülkemizin
üzerini örtmüş, milli birliğimizi sıkıntıya sokmuştur.
AKP yönetimi istilacı ve işgalci unsurları aratmayacak derecede
zulmün ve milli değer karşıtlığının ismi olmuş, aynı zamanda her melanete kucak
açmıştır.
Türkiye AKP'yle birlikte dününden, dirliğinden, dileklerinden ve
direncinden hızla kopmaya başlamıştır.
Milleti inkâr eden, milliyetçiliği imha etmeye kalkışan ve Türk
kimliğini bastırmayı hedefine alan iktidar partisi kontrol ve dengesini tamamen
kaybetmiştir.
Yeni mandacılar, palazlanan bölücüler, cesaret kazanan teröristler,
küstahlaşan kimliksizler, zıvanadan çıkan vatansızlar, ipten kazıktan boşanan
millet düşmanları AKP'yle bir olmuşlar, beraberliklerini pekiştirmişlerdir.
Millilik hissiyatına tahammülsüz çevreler gittikçe azıtmışlar ve
kendilerine sunulan geniş imkânları sonuna kadar kullanmışlardır.
Siyasi, ahlaki ve vicdani yörüngesini kaybeden AKP hükümeti, tüm
belaların, tüm kötülüklerin ve tüm bedbahtlıkların ana arteri haline gelmiştir.
''TÜRKİYE
DÖRT BİR KOLDAN KUŞATILMIŞ, HER TARAFINDAN SARILMIŞTIR''
Ülkemizin bugünkü durumu maalesef çok ciddidir, gelişmeler kaygı
vericidir ve ortaya çıkan ilişkiler felaket habercisidir.
Abartısız söylemek isterim ki, Türkiye dört bir koldan kuşatılmış,
her tarafından sarılmıştır.
Nerede duracağı, nasıl biteceği, hangi kayıplarla dineceği kabaca
belli olan yıkım ve çöküş süreci her tarafı kaplamış, her yere sıçramıştır.
Medya tarafsızlığını yitirdiğinden, iktidarın borazanı haline
gelerek milletimizi bölme kampanyasına destek çıkmaktadır.
İş dünyası yalnızca kârını, elde edeceği kazancını hesap ederek
iktidarla ters düşmemek adına her mihnete kucak açmakta, her kepazeliğe onay
vermektedir.
Önemli sayıdaki sivil toplum kuruluşları iktidarın taciz ve
gözdağlarıyla kafaları bulandırmak, akılları karıştırmak ve milli
duyarlılıkları saptırmak amacıyla var gücüyle inisiyatif almaktadır.
Manevi değerlerimiz, inanç ve iman ölçülerimiz yanlışı ve
yozlaşmayı toplumun geniş kesimlerine kabullendirmek için malzeme yapılmaktadır.
İsminin başına aydın sıfatı ekleyerek kalemlerini silah gibi
kullanan güruh, iktidar nimetlerinden istifade etmek için her ilkesizliğe
payandalık yapmakta ve yüzsüzce ihanet projelerinin savunuculuğunu
üstlenmektedir.
Sağdan sola tüm renkleri içinde barındıran siyaset kurumu taviz ve
teslimiyet şemsiyesi altında toplanarak Türkiye'nin tasfiye olmasına katkı
vermektedir.
İşsizlik ve yoksulluk ağında can çekişen toplum kesimleri doğal
olarak kendi dertlerine düştüklerinden hazin gelişmelere karşı ilgisiz ve
mesafeli durmaktadır.
Tüm bunlar olurken, umut güneşimiz gölgelenmekte, pozitif
beklentiler körelmektedir.
İstikrara çıkan yolların bir bir kapanmasına karşılık, kaos
kapıları süratli bir şekilde açılmaktadır.
Türkiye, içinde AKP'nin bulunduğu malum çevreler tarafından
uçuruma, bitişe, sona ve imhaya doğru hızla itilmektedir.
Gayrimeşru oluşum ve istekler, yasadışı eğilim ve iddialar pıtrak
gibi çoğalmakta, sel gibi yayılmaktadır.
Söyler misiniz bana, Türk milleti yüz yüze kaldığı alçaklıkları
nasıl ve ne şekilde telafi edecektir?
Karşılaştığı rezaletlerin hangi yollarla üstesinden gelecektir?
Milli damarlarımızı kesmeye çalışan, milliyetçiliği ayaklar altına
alan, Türklüğü yok etmeye çalışan art niyetlilere bundan sonra nasıl tahammül
edecek, nasıl katlanacaktır?
Yaşanmadık daha ne kalmıştır? Görülmedik daha neler vardır?
Türk milleti daha ne kadar aldatılacak, daha ne kadar hüsrana
uğratılacaktır?
''REJİM
İÇTEN İÇE OYULMAKTA, TÜRK MİLLETİ PEŞ PEŞE SALDIRI VE TAHRİKLERE MARUZ
KALMAKTADIR''
Açıktır ki, Türkiye kötü, iş bilmez, beceriksiz ve kusurlu bir
siyasi yönetim altında çok ciddi sorunlarla sarsılmaktadır.
Milletimiz feryat etmekte ve şikâyetler gün geçtikçe artış
göstermektedir.
Rejim içten içe oyulmakta, Türk milleti peş peşe saldırı ve
tahriklere maruz kalmaktadır.
AKP hükümetiyle birlikte dibe vuran demokratik kültür, yıpratılan
milli kimlik, heba edilen bin yıllık kardeşlik, israf edilen ve boşa geçen
yıllar hepimiz için kaygı verici bir düzeye gelmiştir.
Bugün
Türkiye;
* Kanlı
terörün itibar kazandığı, militanlarının meşru siyasi aktör mertebesine
çıkarılmak için uğraşıldığı ve bölücülüğün hükümet eliyle yaygınlaştırıldığı,
* Milli
birliğimizin ve üniter devlet yapımızın imhasını amaçlayan hain senaryoların,
terör dayatmalarının her gün bir yenisinin servis edildiği,
* Çözüm
diyerek çözülmenin, barış diyerek bitişin ısrarla hükümetin başını çektiği
bölünme heveslisi ittifak tarafından seslendirildiği ve ileriye taşındığı,
* Etnikçi,
kavmiyetçi ve ilkel bir mantık garabetiyle milleti küçültmeye, milli
değerlerimizi ufalamaya son sürat devam eden mihrakların durmak bilmeyen yıkıcı
adımlarının yaşandığı sahipsiz ve korumasız bir ülke haline dönüştürülmüştür.
AKP
hükümetinin baştan savma ve yalnızca kardeşliğimizi zedelemeye yol açan
politikalarıyla;
* Milli
değerlerimiz aşınmış, milli kimliğimiz linç edilmiştir.
* Milli
birliğimiz yaralanmış, birlikte yaşama idealimiz zayıflatılmıştır.
* Tarihi
gerçeklerimiz çarpıtılmış, geçmişimiz suçlanmıştır.
* Dilimiz
sahipsiz bırakılmış, maneviyatımız istismar malzemesi yapılmıştır.
* Üniter
devlet yapımız saldırılara açık hale getirilmiş, güvenliğimiz zedelenmiştir.
* Bölücülük
kutsanmış, bölücü talepler karşılanmış ve bölücü terör aşama aşama amaçlarına
ulaşma kulvarına sokulmuştur.
* Terör
suçluları hak arayan masumlar, terör örgütü devlete denk bir aktör haline
getirilmiştir.
Gelişmelerden anlaşılmaktadır ki, insan öldürmekle pozisyonlarını
sağlamlaştıran, yakıp yıkmakla pazarlık güçlerini artıran caniler AKP'ye yön
vermekte ve siyasi kararlarını rehin almaktadır.
Bugün milletimizin karşısında oluşan ve bir araya gelen
AKP-BDP-PKK-CHP ve İmralı canisinden oluşan birleşik husumet cephesi her geçen
gün etkinlik kazanmakta, tahrik kampanyasına her seferinde yenilerini
eklemektedir.
Başbakan Erdoğan'ın telaş ve aceleyle her zemin ve platformda
destek dilenciliğine müracaat ettiği sözde çözüm süreci bu cephenin yegane
umudu, yegane varlık nedeni haline gelmiştir.
AKP zihniyeti, İmralı canisi ve örgütüyle kurduğu ilişki ve
diyaloglarına süreç kılıfı giydirmiş, çözüm elbisesi dikmiştir.
Türk milletinin yanlışa rıza göstermesi, bölünmeye sessiz kalması,
teröristbaşıyla yapılan pazarlıkları makul karşılaması için yoğun ve olağanüstü
bir gayret bizzat Başbakan tarafından sergilenmektedir.
Başbakan Erdoğan analardan destek istemekte, hayır dua
beklemektedir.
Ne büyük bir çelişkidir ki, "Siz isterseniz olur"
diyerek sanki analar istemiyormuş gibi bir algı ve imaj oluşturmanın arayışına
ve istismarına yönelmiştir.
''ACABA,
BAŞBAKAN İMRALI CANİSİ LEHİNE DUA İSTEDİĞİNİN FARKINDA MIDIR?''
Başbakan'ın, kötülüğün, günahın, fitnenin ve bozgunculuğun
meşrulaşması adına dua talebinde bulunması münafıkça bir tavır olarak
görülmeli, böyle bilinmelidir.
Acaba, Başbakan İmralı canisi lehine dua istediğinin farkında
mıdır?
PKK'nın taleplerine destek toplama çabasına girerek riya ve yalana
battığının bilincinde midir?
Başbakan Erdoğan ve hükümeti BDP'yle birlikte işbirliği halinde
Kandil ve İmralı'ya köprü vazifesi görürken, milletimizin şahit olduğu
manzaralar milli vicdanları infiale sürüklemiştir.
İmralı canisinden, kanlı mürekkeple yazılan mektupları alarak
Kandil ve Avrupa'nın yolunu tutan BDP'li milletvekillerinin, AKP müsamahası ve
toleransıyla içine girdikleri ilişkiler ağı, verdikleri pozlar her anlamda
utanç vesikasıdır.
İnanıyorum ki, her millet evladı, 1 Mart tarihinde bölücü siyasetin
uzantısı BDP'li milletvekillerinin, PKK terör örgütünün Kandil inindeki görüntülerini
lanetlemiş ve nefretle karşılamıştır.
Bir masa etrafında toplanarak PKK paçavralarının ve İmralı canisi
posterinin altında görüntü verilmesi neresinden bakarsak bakalım rezalettir,
ihanettir ve Türk milletine meydan okumadır.
Kandil'deki terör elebaşısı Karayılan, kurulan bir masanın baş
köşesine tünemiş ve TBMM üyesi olarak her imkanı kullanan sözde milletvekili
suretleri de terbiye edilecek bir çocuk edasıyla süklüm püklüm kendilerine
ayrılan yerlere çökmüşlerdir.
''BDP'LİLER
HAKKÂRİ'DEKİ KUCAKLAŞMALARINI DAHA İLERİYE TAŞIMIŞLAR, BU KEZ DE AKP
MÜŞAHİTLİĞİ ALTINDA ÖZLEMLERİNİ KANDİL'DE GİDERMİŞLERDİR''
Bu manzaranın, geçtiğimiz yılın 18 Ağustos günü, Hakkari'nin
Şemdinli ilçesine 15
kilometre uzaklıktaki Güzelyaka Mezrasında, BDP'li 9
milletvekiliyle bir grup PKK militanın sarmaş dolaş görüntüsünden hiçbir farkı
olmadığı, hatta daha da kötüsü olduğu su götürmez bir gerçektir.
BDP'liler Hakkâri'deki kucaklaşmalarını daha ileriye taşımışlar, bu
kez de AKP müşahitliği altında özlemlerini Kandil'de gidermişlerdir.
Hakkâri'deki görüntülere köpüren Başbakan nedense Kandil'deki
fotoğraflara ses çıkarmamış, herhangi bir eleştiri getirmemiştir.
Oysaki Başbakan'ın geçtiğimiz yılki ihanet buluşmasından sonra
BDP'lilere yönelik olarak çok sert beyanatlar verdiği hepimizin hatırındadır.
Bu
kapsamda, şu sözler Başbakan Erdoğan'ın ağzından BDP'yi hedef alarak
çıkmıştır:
* "Gördüğünüz
gibi milletvekilleri kardeşler olarak birbirlerine sarılabiliyorlar. Öyle
diyorlar. Bütün bunların hepsi kayıtlarda var. Medya zaten bunların tespitini
yapmış vaziyette. Tabii bize düşen nedir? Bu ne muhabbet demektir."
* "Bunlar
siyasetçi olmaktan çıktılar. Teröristle kucaklaşana ben nasıl siyasetçi deyim.
Dokuz milletvekilinin gösterdiği tablo yenilir yutulur bir tablo değil. Biz
böyle bir milletvekili tanımıyoruz"
* Milletin
gözünün önünde gittiler efendilerine sırtlarını sıvazlattılar. İnanın kameralar
orada olmasaydı bunlar o terörist efendilerinin ellerini öperlerdi. İnanın
kameralar olmasaydı bunlar terörist efendilerinden üç kuruş da harçlık
alırlardı.
* "Kalkacaksın
teröristlerle kucaklaşacaksın, sonra 'merhaba dedik' diyeceksin. Artık
merhabanın adresi de değişti. Bu parlamento yol geçen hanı değildir. Samimi
olarak bu millete hizmet etmek isteyenlerin yeridir. Bu parti isminin aksine
barışı isteyen değil barışı engelleyen parti oldu. Silahlı efendilerine karşı
cesur bir tavır sergileyemedi."
* Gidip
teröristle kucaklaşacak, milletin gözüne baka baka fotoğraf verecek, bu tür
densizlikleri yapacak kadar bu ülkeden kopmuşlar. Yargı görevini yapar.
Parlamentoya gelince biz de gereği neyse yapacağız. Arkadaşlar bu parlamento
yol geçen hanı değil.
* Ya
Kandil'e ya Meclise gideceksin. Bunların sine-i milletleri var mı? Bunlar
sine-i PKK'ya dönerler. Milletin sinesinde bunlara yer yok.
* Kandil'deki
efendilerine yeter artık diyecek cesareti hiçbir zaman kendilerinde
bulamadılar. Kandil'in emirlerini, talimatlarını sorgulayabilecek kadar bile
kendi ayaklarının üzerinde duramadılar. Dağdaki teröristin elini öpüp sırtını
sıvazlatıp 3 kuruş da bayram harçlığı alacak kadar zavallılaşmışlar. Bu BDP
yönetiminden sorgusuz sualsiz itaatten başka hiçbir şey beklenemez.
* Meclise
geldiğinde bizler, dokunulmazlık zırhına bürünen bu zevatla ilgili kararımızı,
dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle vereceğiz. Ondan sonrası artık yargıya
aittir.
Üstün
körü baktığımızda, Başbakan'ın bu sözleriyle BDP-PKK arasında gerçekleşen sevgi
gösterilerine çok kızdığı anlaşılmaktadır.
Çok değil, yaklaşık 6 ay önceki beyanatlarıyla BDP-PKK buluşmasına
zehir kustuğunu görülmektedir.
BDP'ye kızgınlığı, BDP'ye hıncı ve BDP'ye tahammülsüzlüğü bu
sözlere bakıldığında bir hayli fazladır.
''MERAKIMIZ
BAŞBAKAN'IN, BDP'LİLERİ KAPSAMINA ALAN YENİ BİR DOKUNULMAZLIK RESTİ ÇEKİP
ÇEKMEYECEĞİDİR''
Ancak aynı sahnelerin daha ağırı ve daha vahimi, bu defa terör
örgütünün bir elebaşısı ve BDP'li milletvekilleri arasında herkesin gözü önünde
cereyan etmiş, fakat Başbakan'dan en küçük bir eleştiri gelmemiştir.
Peki, sorarım sizlere, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan
değil midir?
PKK'yla görüşmek, militanlara sarılmak ve sevgi yumağı oluşturmak
dün kötüdür de, bugün mü makbuldür?
Bu kısa zaman içinde değişen ne olmuştur?
Merakımız Başbakan'ın, BDP'lileri kapsamına alan yeni bir
dokunulmazlık resti çekip çekmeyeceğidir.
Nasılsa kendisi Türk milletini yalanlarla, tozpembe masallarla
yanıltmaya alışmış ve bunu da meslek edinmiştir.
TBMM'nde görev alan bir grup milletvekilinin, PKK terör örgütüyle
ne ad altında olursa olsun bir araya gelmesi, aleni görüşme yapması, mesaj alıp
vermesi Türk devletine ve Türk milletine işlenmiş en büyük suçlardan birisidir.
Ve buna göz yuman, destek sağlayan, kolaylık gösteren, ortam açan
kim olursa olsun, isminin başında hangi sıfat yer alırsa alsın ihanete kasten
ve bilerek tam teşebbüsten çanak tutmakla suçlanacaktır.
İmralı'dan Kandil'e kadar, AKP ve diğerlerini de içine alan ihanet
kuşağının kara yüzlüleri şimdilik rahat olsalar da, günü geldiğinde bugünlerin
hesabını faiziyle birlikte vermek durumunda kalacaklardır.
''BU
ŞARTLAR ALTINDA PKK'NIN SİLAH BIRAKMASI, BAŞBAKAN'IN DEYİMİYLE SİLAHLARINI
GÖMMESİ İMKANSIZDIR''
Teröristbaşı Öcalan'ın, muhataplarına iletilmek üzere, İmralı'ya
giden ikinci heyete verdiği üç mektubun, BDP, Kandil ve Avrupa'ya ulaştırıldığı
hepimizin malumlarıdır.
İmralı canisi, söz konusu mektuplarda, 15 Ağustos 2009 tarihinde
deklare ettiği yol haritalarını kısaltarak yeniden hazırlamış ve üç aşamalı
sözde çözüm önerilerinin 21 Mart 2013 tarihine kadar hayata geçirilmesini beyan
etmiştir.
Bölücübaşı ve örgütü aradıkları fırsatları bulduklarından dolayı
müzakerelerin yönünü belirlemekten ve sözde çözüm süreci isimli çöküş
pazarlıklarının seyrini tayin etmek için her kozu kullanmaktan geri durmayacaktır.
Bundan sonraki ilk aşamada, bölücü terör örgütü ve canibaşının
MİT'in devreden çıkması için bastıracakları ve sözüm ona siyasal aktörlerin
sürece girmesini dayatacakları beklenmelidir.
PKK'nın direkt olarak sanal çözüm sürecine girebilmesi için AKP
üzerinde yoğun kulis faaliyeti yürütülmesi sürpriz sayılmayacaktır.
Görüşmelerle iyice olgunlaşan ve alıp verme üzerine yaslanan
doğrudan müzakereler bir engel çıkmazsa ivme alacak, parlamento içerisinden
heyetler oluşturulması AKP zihniyetinin bastırmasıyla gerçekleşebilecektir.
Yürütülen pazarlıkların bir ucunda teröristbaşı bulunurken, diğer
ucunda heyecanla yerini sağlamlaştıran Başbakan Erdoğan Türkiye ve Türk
milletini bölünmenin ve paylaşmanın karanlık labirentine çekecektir.
Bize göre tam bir çöküş ve çözülüş olan süreç içinde, yabancı
ülkelerin, bölgesel unsurların etkin ve yönlendirici bir pozisyonla müdahil
olacakları göz önüne alındığında, Türkiye'nin çok bilinmeyenli bir kördüğümün
içine kıstırılacağı şimdiden görülmelidir.
Bu şartlar altında PKK'nın silah bırakması, Başbakan'ın deyimiyle
silahlarını gömmesi imkansızdır.
AKP bu gidişle ateşkese razı olacak ve PKK terör örgütü iktidarı
tümüyle avucunun içine alacaktır.
Bugünkü müsait ortam içinde, BDP'liler çıldırmış gibi konuşmakta,
yağma mala konmuş sıkılmaz, utanmaz ve arlanmaz güruh gibi hareket etmeyi mubah
saymaktadır.
İyice zıvanadan çıkan bu bölücü kadronun bildik üsluplarını
kokusuzca kullandığı görülmektedir.
Artık AKP ile BDP bir olmuş, birliktelik kurmuş; İmralı amigoluğu
ve Kandil soytarılığı rollerini hevesle oynamaya başlamışlardır.
Türk milletine muhasım, Türk milletine yan bakan ve tuzak kuran bu
iki bölücü siyaset adresi çirkinlikte sınır ve kural tanımaz hale gelmiştir.
Başbakan ise dünkü sözlerine aldırmadan, sanki hiçbir şey olmamış
gibi önüne bakmakta, karanlıkta ıslık çalan korkak bir ruh haliyle PKK-BDP ve
İmralı diklenmelerini sünger gibi emmektedir.
Bir gazeteye sızan İmralı canisinin beyanatlarını kim ya da kimler
tarafından servis edildiğini manidar şekilde kafaya takan Başbakan, gerçek
faili görmezden gelmeyi var gücüyle sürdürmektedir.
Halbuki, İmralı canisinin açıklamaları her şeyi gözler önüne
sermekte, PKK'nın niyetlerini ve taleplerindeki tavizsizliği tüm hatlarıyla
ifşa etmektedir.
Ancak Başbakan hala "Açıklayın, yoksa ben açıklarım"
diyerek BDP'ye sözüm ona tehditler savurmaktadır.
Anlaşılan sızıntının ihalesi BDP'deki çaycı, fotokopici ve
odacıların üzerine kalacak, bu şekilde çakma bir kurban ve kurbanlar listesi
sus payı olarak AKP'ye iletilecektir.
Başbakan Erdoğan da mutlu olacak, gönül huzuruyla süreç denilen
milleti süründürme pespayeliğine artan bir şevkle devam edecektir.
''ERDOĞAN
NESİNE GÜVEN DUYULMASINI, HANGİ SÖZÜNE İNANILMASINI İSTEMEKTEDİR?''
Başbakan Erdoğan katıldığı her programda, düzenlediği her yurt içi
ziyarette, yaptığı her konuşmada İmralı canisinin beyanatlarını kast ederek
yalana, dedikoduya ve asılsız haberlere itibar edilmemesini istemektedir.
Ve kendilerine güvenilmesini beklemektedir.
Başbakan Erdoğan nesine güven duyulmasını, hangi sözüne
inanılmasını istemektedir?
Kısa süre önce BDP'lerin dokunulmazlığını kaldırmaya çalışan
Başbakan'a mı, yoksa BDP'lilerle yapışık ikiz olduğunu tescilleyen Başbakan'a
mı güvenilmelidir?
BDP'lilere en ağır sözleri sıralayan Başbakan'a mı, yoksa
Sinop'taki olaylardan sonra bölücü milletvekilleri arkalayan ve söz söyletmeyen
Başbakan'a mı güvenilmelidir?
Vatan coğrafyası üzerinde ameliyat yaptırtmam diyen Başbakan'a mı,
etnik cerrahlığa soyunarak İmralı canisinin pas tutmuş neşterini zimmetine
geçiren Başbakan'a mı güvenilmelidir?
Teröristbaşını kast ederek, "Ben olsam asardım"
diyen Başbakan'a mı, İmralı'yla çözüm sürecini başlattık diyen Başbakan'a mı
itimat edilmelidir?
PKK'ya yönelik olarak, "Silahlarınızı ayaklarınızın altına
alacaksınız, siyasetinizi parlamentoda yapacaksınız" açıklamasını
yapan Başbakan'a mı, "Döktükleri kanda boğulacaklar" diyen
Başbakan'a mı inanılmalıdır?
"Biz bu milletin hizmetkârıyız" diyen
Başbakan'a mı, "nankör, ekmek bulamayanlar, ekmeği tepenler, al ananı
da git, o oy senin olsun, önüne gelen şehit-gazi derneği kuruyor, gözünü toprak
doyursun, askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diyerek herkesi
azarlayan Başbakan'a mı itibar edilmelidir.
''TÜRKİYE'Yİ
KAÇ BAŞBAKAN YÖNETMEKTEDİR?''
Türk milleti hangi Başbakan'a, hangi Erdoğan'a inanmalı ve itibar
etmelidir?
Türkiye'yi kaç Başbakan yönetmektedir?
Ve Başbakan Erdoğan'ın kaç yüzü, kaç rengi, kaç dili ve kaç ruhu
bulunmaktadır?
Sayın Erdoğan'ın böyle bir zihni bulanıklığı, şuursuzluğu ülke
yönetimindeki ehliyetini kaybettiğini de göstermektedir.
Bu aşamada, konumuzla ilgi ve yakınlığı itibariyle, rahmet elçisi
efendimizin bir hadisini sizlere hatırlatmayı zorunlu addediyorum.
Peygamberimiz, Yüce Allah'ın kıyamette üç grup insanla
konuşmayacağını buyurmaktadır.
Bunlar; yalan söyleyen, hileye başvuran ve halkına eziyet eden
yöneticilerdir.
Görüldüğü kadarıyla Başbakan Erdoğan'ın işi bir hayli zorlaşmış,
bir hayli de tehlikeli hal almıştır.
Başbakan her defasında, büyük lokma yemiş, büyük laf etmiş ve doğal
olarak bunların altında bir bir ezilmiştir.
Gelgitleri, zikzakları bize göre, çifte standardın, ikiyüzlülüğün,
siyasi iffetsizliğin daniskasından başka bir şey değildir.
Başbakan Erdoğan işine geldiğinde BDP ve PKK'ya atıp tutmakta,
işine gelmeyince de suya yazı yazmakla, ipe un sermekle ve üç maymunu oynamakla
meşgul olmaktadır.
Bir siyasetçi; ne zaman başarısız olduğunu anlar, ne zaman işlerin
sarpa sardığını fark ederse, o andan itibaren korkunun zindanlarına, çelişkilerin
hücrelerine, yalanın bodrum katlarına zihnini ve düşüncelerini esir bırakacak
kadar kendisini inkâra yönelmektedir.
Siyasi tarihimizin her devresi böylesi zavallılarla, böylesi
karakter fukaralarıyla doludur.
Bu söylediklerim Başbakan Erdoğan açısından iki defa daha doğru,
iki defa daha geçerlidir.
Başbakan Erdoğan talkını ele verirken, salkımı da kendi
yutmaktadır.
Gerçekleri çarpıtan, yolundan dönen, sürekli kıvıran, doğrularla
yollarını ayıran, tutarsızlıkta bocalayan ve her adımı fiyaskoya dönen siyaset
ahlaksızlığı, Türkiye'nin hâlihazırda başına musibet olarak çökmüştür.
Anlaşılan Başbakan hem kendisinden hem de gerçeklerden kaçacak
kadar iradesini çarçur etmiş ve bunu da başkalarının eline bedelsiz
devretmiştir.
Türkiye fosilleşmiş bir siyasetçinin, cılkı çıkmış yalan
abidesinin, foyası dökülmüş aldatma markasının üzülerek söylemeliyim ki
pençesinde can çekişen bir duruma gerilemiştir.
Kendisinin ve partisinin eridiğini, sahtekârlıkla hatları çizilen
ısmarlama AKP mizanseninin çöktüğünü gören Başbakan'ın ayağı dolaşmakta ve her
seferinde tenakuz çamuruna düşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Başbakan'ın inşa ettiği siyasi mimari çürümüş, popülizmden
nemalanan siyaset üslubu dibe inmiştir.
Buradan şimdilik çıkış yoktur ve kalmamıştır.
Tüm yollar tıkanmış, tüm geçitler yalan ve palavraya batan
Başbakan'a kapanmıştır.
Biliniz ki, kendisi için buradan çıkış yalnızca Yüce Divan
vasıtasıyla olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi her şeyi izlemekte, gerekli tüm
notlarını almakta ve Türk milleti adına yapılan yanlış ve hainliklerin
faturasını muhataplarının önüne bir bir koymak için sabırsızlanmaktadır.
''İMRALI
CANİSİ KILAVUZ KAPTAN ROLÜYLE DÜMEN BAŞINA GEÇMİŞ, BAŞBAKAN ERDOĞAN'A
TALİMATLAR VERMİŞTİR''
AKP gemisi süreç dehlizine gözü kapalı girmiş ve yönünü
kaybettiğinden rotasını bodoslama fırtınanın ortasına çevirmiştir.
İmralı canisi kılavuz kaptan rolüyle dümen başına geçmiş, Başbakan
Erdoğan'a talimatlar vermiştir.
Tabiatıyla Başbakan'ın ne olduğu, ne durumlara düştüğü ve hangi
küçültücü hallere saptığı bizim meselemiz değildir.
Ancak Türkiye ve Türk milleti çok ciddi bunalım döngüsünün tam
ucunda olduğundan, endişemiz doğal olarak artmıştır.
Hem ülke içinde, hem de ülke dışında alarm zilleri kuvvetli şekilde
çalmaktadır.
Sınırlarımızın önemli bir bölümünün PKK'nın denetim ve kontrolüne
geçtiği medyaya kadar yansımıştır.
AKP zihniyeti, Esad rejimiyle mücadele etmek uğruna PYD-PKK
terörüne göz yummuş, kucak açmıştır.
Ayrıca El Kaide örgütlenmesi de almış başını gitmiştir.
Görülmektedir ki, sınırlarımızın hemen yanı başında birden fazla
Kandil Dağı imal edilmektedir.
Muhtemelen, PKK stratejik hedefleri doğrultusunda AKP'yle köşe
kapmaca oynayacak, sağ gösterip sol vuracaktır.
Gelişmelerin istikameti bu yöndedir.
PKK'nın silahı bırakarak sınır dışına çıkacağı iddiaları kuşkusuz
gerçekleşmeyecek, gerçekleşse bile sınırlarımızın hemen bitişiğinde kurulan
mobil terör kampları militanların yeni sığınağı haline gelecektir.
İmralı canisine ümit bağlayan Başbakan ve hükümeti, bir yandan
caninin özgürlük yolunu yavaş yavaş asfaltlarken, diğer yandan özerkliğin,
arkasında da bağımsız Kürdistan'ın kuruluş senedini el altından
hazırlamaktadır.
BDP'li bölücülerin; "Öcalan'a özgürlük, PKK'ya statü"
olarak yorumlanabilecek sözleri aslında her şeyi gözler önüne sermektedir.
Bu esnada PKK'nın kaçırarak alıkoyduğu evlatlarımız iğrenç bir
pazarlığa konu edilmekte, AKP, Türk devletini terör örgütünün seviyesine
düşüren acizlik içinde kıvranmaktadır.
Dünyanın hiçbir yerinde, herhangi bir terör örgütünün alçakça
kaçırdığı kişi ya da kişiler tutsak olarak adlandırılmamaktadır.
PKK, insan ticareti yapan, masumları şerefsizce kaçırarak fidye
talebinde bulunan, elinde tuttuğu sivil veya kamu görevlilerini tehdit vasıtası
yapan kanlı ve zalim bir örgüttür.
AKP hükümetinin bölücülere kol kanat geren muameleleri sayesinde
militanlarla kaçırılan görevlilerimiz zımnen eşit bir konuma getirilmiştir.
Bu düpedüz haysiyet kırıcıdır, millet vicdanının sakatlanmasıdır ve
devlet adabının yerlere çalınmasıdır.
İnanmışlıkla ifade etmek isterim ki, Türk devleti teröristin
insafına terk edilmez, bırakılmaz, bırakılamaz.
Türkiye Cumhuriyeti öyle bir devlettir ki, Türk milleti öyle bir
kudrettir ki, PKK'nın elinde tuttuğu vatan evlatları her nerede ise aranır,
bulunur ve hainlerin de ciğeri sökülür.
Önemli olan bunu gösterecek siyasi iradeye, siyasi kararlılığa ve
siyasi cesarete sahip olmaktır.
AKP'de ise bu yoktur ve hiç olmamıştır.
Başbakan Erdoğan, Milliyetçi Hareket'e söylediği ağır sözlerin
yüzde birini PKK ve İmralı canisine şu ana kadar sarfetmemiştir.
Büyük Türk milleti bunu esef ve öfkeyle karşılamaktadır.
Türkiye'nin bu iflas etmiş siyaset figüründen kurtulması, taptaze
bir başlangıç yapması lazımdır.
Unutulmasın ki, Türk milleti AKP'nin bölücü emellerine
bırakılmayacak, milli irade kabararak ve kabından taşarak bu siyasi zihniyeti
Allah'ın izniyle silip süpürecektir.''
Kaynak:http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?haber=turkiye-39yi-kac-basbakan-yonetmektedir&id=27847