28 Şubat 2013 Perşembe

MHP çiftçinin yanında




EKONOMİ / 2013-02-27 16:10:02
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir'de yaşayan köylümüzün ve çiftçimizin bankalar tarafından ipotek edilerek el koyulan tarlaları ve arazileri ile soya üreticimizin mağduriyeti hakkında TBMM'ye 4 yazılı soru önergesi verdi. Tanrıkulu "Son on yıldır " Köylü milletimizin efendisidir " anlayışı unutulmuş, köylü ve çiftçi vatandaşlarımız kaderlerine terk edilmişlerdir" dedi.
Konu hakkında açıklama yapan Tanrıkulu; "Tarımla geçimini sağlamaya çalışan İzmirli köylümüz, çiftçimiz başarısız tarım politikaları neticesinde başta Bakırçay ve Menderes havzalarında olmak üzere bankalara borçlanmakta, ancak ya öngörülmeyen doğal afetlerin zararlarından, ya da ürettiği ürünün para etmemesi nedeniyle bu borçlarını ödeyememektedirler.
Bu olumsuz durumun sonucunda bankalara ipotek ettirdikleri tarlaları, bahçeleri ellerinden alınarak durum daha da vahim hale getirilmektedir.
Son on yıldır " Köylü milletimizin efendisidir " anlayışı unutulmuş, köylü ve çiftçi vatandaşlarımız kaderlerine terk edilmişlerdir.
Bugün ailecek, aylarca uğraşıp ürettikleri ürünler masraflarını karşılamamakta, buna mukabil bankalar kıskaç altına almakta ve birçok alanda su ve elektrik sayaçları borçları nedeniyle sökülmektedir.
ON YIL ÖNCE PARA EDEN ÜRÜNLER ARTIK PARA ETMİYOR
AKP ise 'tarım destekleri veriyorum' söylemiyle bütün bu olumsuzlukları görmezden gelmekte ve uzun yıllardan bu yana çözüm için gerekli yasal düzenlemeleri hayata geçirmemektedir.
Hal böyle olunca; bir sonraki dönemin ürününü ekebilmek, yetiştirebilmek için bankalardan kredi kullanan çiftçimizin borcunu biraz geciktirmesi, tarlasının, arazisinin bankalar tarafından el koyulmasıyla sonuçlanmaktadır.
Çiftçimiz, köylümüz hiçbir dönem bu kadar sahipsiz, bir başına bırakılmamıştı. On yıl önce para eden ürünleri artık para etmiyor.
Bu yetmiyormuş gibi yem fiyatları arttığında; yem girdilerinden soyanın, yerli hasat mevsimi olan 2012-Eylül ayında gümrük vergilerinin indirilmesi ile yerli soya üreticilerimiz de mağdur edilmiştir. Oysa bu mağduriyet; soya ithalatındaki gümrük vergilerinin hasat mevsimi olan Eylül ayında değil de, yerli soya stokunun bittiği Şubat veya Mart aylarında indirilmesiyle önlenebilirdi.
Ancak böyle bir zihniyetin iş başında olmaması ülkemizde tarımı bitirme noktasına getirerek, tarihinde ilk kez saman ithal eden bir sürece getirmiştir. Tüm bu olumsuzlukları giderilmesi ve çiftçimizin rahat bir nefes alabilmesi için TBMM'de vermiş olduğum yazılı önergelerimle bu mağduriyetlerin giderilmesini bekliyorum." diyerek, her alanda yaşanan sıkıntıların gün geçtikçe arttığını dile getirmiştir." dedi.

 

Devamını oku...

27 Şubat 2013 Çarşamba

MHP KARŞISINDA BAŞBAKANIN ÇARESİZLİĞİ



KÖŞE YAZILARI / 2013-02-27 10:31:13
Salı günü yapılan grup toplantıları liderlerin katıldığı ve ülke meselelerinin tartışıldığı bir açık oturuma dönüşmeye başladı. Türkiye'de ne olup bittiğini merak eden, doğruyu ve haklıyı görmek isteyen herkese bu toplantıları dikkatle izlemelerini tavsiye ediyoruz. Zira, bu toplantıları izleyen akıl, vicdan, insaf ve iman sahibi herkes doğruyu kısa zamanda görecek ve tavrını ona göre alacaktır.
Hani muhatap almıyordun?
Her zaman olduğu gibi dünkü grup toplantılarının ilkini yine MHP yaptı. Genel Başkan Dr. Devlet Bahçeli, Türkiye'nin içinden geçtiği şartları çok açık, çok anlaşılır bir şekilde anlattı. AKP'nin nereden gelip nereye gittiğini, ülkeye nasıl bir akıbet biçtiğini örnekleriyle ortaya koydu. Bu ülkede yaşayan ve bu vatanın bölünmez bütünlüğünden yana olan herkesin aklına gelen ve mutlaka cevap verilmesi gereken sorular sordu. Sonrasında AKP grubu başladı. Kürsüye başbakan çıktı. Daha geçen hafta MHP'yi ve sayın Bahçeli'yi muhatap almadığını ve cevap vermeyeceğini söylüyordu. Ancak, MHP grup toplantısında sayın Bahçeli'nin ülkenin içinden geçtiği hazin durumu çok açık biçimde ortaya koyarak, milletin uyanmasına ve gerçekleri görmesine yardımcı olacak tespitler yapması üzerine, geçen hafta söylediğini unutup panikle konuşmasının çok büyük bölümünü MHP'yi karalamaya ayırdı.
Akla ziyan gerekçeler
Başbakan Erdoğan, sayın Bahçeli'nin tespitlerine, eleştirilerine, sorularına cevap vermek yerine, yine milattan önce yaşanmışlara sarılarak, karşısında oturan Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Hüseyin Çelik gibi milletvekillerinin içinde bulunduğu ANAP ve DYP döneminin talanlarını, yetersizliklerini, yanlışlarını MHP'nin içinde bulunduğu koalisyona mal ederek, zihin bulandırmaya uğraştı. Ülkeyi ekonomik anlamda da, siyasi anlamda da, terör ve bölücülükte de düze çıkarıp kendilerine teslim eden MHP'ye teşekkür etmek yerine, akla ziyan gerekçelerle gerçekleri tersine çevirdi. Bir hafta önce milliyetçiliği ayaklarının altına alan sanki kendisi değilmiş gibi, bu defa da ne kadar milliyetçi olduklarını trajikomik örnekler vererek anlatmamaya çabaladı. O kadar ki, "millet" diyor, ama o milletin adını bir türlü söyleyemiyor. "Ay yıldızlı bayrak" diyor, o bayrağın ne bayrağı olduğunu ifade edemiyor. Erol Güngör'den dem vuruyor, "Türk" kelimesini ağzına alamıyor.
Kimyaları bozuluyor
Bu telaşın sebebini anlıyoruz. Macun tüpten çıkmıştır. AKP'nin ne olduğu nerelerde programlandığı, BOP yolundaki gidişi artık anlaşılmıştır. Çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyorlar. MHP lideri sayın Bahçeli'nin her konuşması Türk milletinden çok büyük bir ilgi ve yangı bulurken, AKP'nin kimyasını bozuyor. Bütün hesapları, bütün beklentileri alt-üst oluyor. Ne yaptılarsa, ne dedilerse, hangi oyunu oynayıp, hangi tezgahları kurdularsa fayda etmedi. MHP'nin bu ülkenin varlığının ve birliğinin teminatı olduğu gerçeği değişmediği gibi, daha da perçinlendi.
Katiller ne zaman tutsak kabul edildi?
Hiç dolandırmaya, bahane üretmeye, paniklemeye gerek yok. Sayın Bahçeli'nin yaptığı tespitler, sorduğu sorular gayet açık. Eğer cesaretiniz varsa, eğer yaptığınızın doğruluğuna inanıyorsanız, bu tespitleri ve bu soruları sulandırmak, saptırmak, zihin bulandırmaya uğraşmak yerine cevap verin. Mesela, "Ne zamandan beridir, Mehmetçiklerimizi, polislerimizi ve masum insanlarımızı gözleri dönmüşçesine katleden teröristler, insanlık suçu işleyen vampirler tutsak kabul edilir olmuştur? Başbakan Erdoğan buna ne diyecektir?Yoksa kendisi, şehide kelle, katile sayın dediği gibi, militanlara da tutsak mı diyecektir? Türkiye eşit ve dengi bir ülkeyle savaşa girmiştir de, cephelerde esir almış veya esir mi vermiştir? Cenevre Sözleşmesi'nde savaş tutsaklarına sağlanan haklar tersten yorumlanıp, eğilip bükülüp AKP tarafından PKK'lı katillere de uygulanacak mıdır? Türkiye'yi böyle bir rezaletin, böylesi bir acziyetin içine düşürmeye kimin ne hakkı vardır?" sorularına verilecek bir cevabınız var mı?
Caninin imdadına yetiştiler
Peki ya, "AKP'nin yalvar yakar sağlamaya çalıştığı, ama bölgesel denge ve Türkiye'yle ilgili hesaplar göz önüne alındığında mümkünatı olmayan silahlı mücadeleyi terk kararını PKK yaklaşık 14 yıl önce zaten vermiştir. Ve bu kapsamda terör sıfırlanmış, Türk devleti de bölücü terör örgütünün başını ezmiştir. Fakat AKP, küle dönmüş, başaramayacağını anladığından iskelet haline gelmiş terörist örgütü yeni baştan diriltmiş, canlandırmış ve üstelik bir de yanına alarak Türk milletine müştereken cephe açmıştır. Teröristbaşı İmralı'da çürümeye terk edilmişken, Başbakan ve partisi bölücülük aşısıyla ilk yardım müdahalesini yapmış ve bu katili yeniden ayağa kaldırmıştır" tespitine ne diyorsunuz? Hadi çıkın, bunun böyle olmadığını söyleyin de görelim.
Ver başkanlığı, al bağımsızlığı
Sayın Bahçeli'nin "Ver Başkanlığı, Al Özerkliği', 'Ver Başkanlığı, Al Bağımsızlığı', 'Ver Başkanlığı, Al Anadilde Eğitimi', 'Ver Başkanlığı, Al Güneydoğu'yu' İşte Türkiye böylesi dar bir alana kıstırılmış, böylesi hasis ve kendisinden başkasını düşünmeyen menfaatçi, omurgasız, günahkâr, ikiyüzlü ve fitne zihniyetler tarafından buhrana sürüklenmiştir. İmralı canisi, Başbakan'ın muadili haline terfi ederek, İmralı'daki koğuşunu özerkliğin gişesi, bölünme biletinin kesildiği bir mekân haline getirmiştir." Sözleri, AKP'nin Türkiye'ye ne hallere getirdiğini çok net biçimde ortaya koymuyor mu?
Ezber bozuldu
Sayın Bahçeli'nin "Merkez Bankası döviz rezervi artışını milliyetçilik olarak yorumlayabilmek için bir insanın ya cahil ya da BOP'a eşbaşkan olması yeterli olacaktır. Acaba Başbakan Erdoğan; Merkezi yönetim borç stokunun 532,8 milyar liraya çıkmasını nasıl izah etmektedir?"sorusu bir ezberi daha bozmuştur.
Zillete tahammül
Geliyoruz herkesin kendi vicdanında cevabını mutlaka vermesi gereken asıl soruya: "AKP içinde Türklüğünden gurur duyan değerli milletvekili arkadaşlarım da Mustafa Sabri Efendi'nin ardından, Damat Ferit'in çizgisinden gitmeye ne zamana kadar devam edeceklerdir? Bu partiye yıllardır oy vermiş değerli kardeşlerim daha ne kadar bu zillete tahammül gösterecekler ve Türklüğü çiğneyen BOP'çuya daha ne zamana kadar sessiz duracaklardır?"
ORHAN KARATAŞ

                   




Devamını oku...

İŞTE TÜRKİYE GERÇEĞİ: MUTSUZLUK


 

26/02/2013 18:58 - Salı

Halk işsizlik, geçim sıkıntısı, zamlar, düşük ücretler derken yüzündeki tebessümü yitirdi.

Türk halkı işsizlik, geçim sıkıntısı, zamlar, düşük ücretler derken yüzündeki tebessümü yitirdi. Türkiye’de 2011 yılında mutsuz olduğunu beyan eden bireylerin oranı yüzde 9.9 iken, bu oran 2012’de 0.3 puan artarak yüzde 10.2’ye yükseldi. Mutlu olduğunu beyan eden kişilerin oranı da bu dönemde azalarak yüzde 62.1’den yüzde 61’e geriledi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2012 yılına ait Yaşam Memnuniyeti Araştırması verilerini açıkladı. Yaşam Memnuniyeti Araştırması (YMA), bireylerin genel mutluluk algısını, toplumsal değer yargılarını, temel yaşam alanlarındaki genel memnuniyetini ve kamu hizmetlerinden memnuniyetini ölçmek, memnuniyet düzeylerinin zaman içindeki değişimini takip etmek amacıyla, ilki 2003 yılında Hanehalkı Bütçe Anketi’ne ek bir modül olmak üzere 2004 yılından itibaren düzenli olarak gerçekleştiriliyor. YMA sonuçlarına göre Türkiye, kent ve kır düzeyinde tahmin üretiliyor. Anket kapsamında, örneğe çıkan hanelerdeki 18 ve daha yukarı yaştaki kişiler ile görüşme yapılıyor.
-MUTSUZ KİŞİ SAYISI ARTTI-
Bireylerin yüzde 62.1’i, 2011 yılında mutlu olduğunu beyan ederken bu oran 2012 yılında yüzde 61’e düştü. 2011 yılında bireylerin yüzde 9.9’u mutsuz olduğunu beyan ederken, bu oran 2012 yılında yüzde 10.2’ye yükseldi. Kadınlarda mutluluk oranı, 2011 yılında yüzde 64.6 iken 2012 yılında bu oran yüzde 62.8’e düştü. Erkeklerde mutluluk oranı 2011 yılında yüzde 59.5, 2012 yılında ise yüzde 59 olarak gerçekleşti.
Mutluluk düzeyinin, yaş gruplarına göre ise değiştiği görüldü. 18-24 yaş grubundaki bireylerde mutluluk oranı, 2012 yılında yüzde 64.6 iken 65 ve daha yukarı yaştaki bireylerde ise bu oran yüzde 60.3 oldu.
-EVLİLER BEKARLARA GÖRE DAHA MUTLU-
İstatistiklere göre, evli bireylerin, evli olmayanlara göre daha mutlu olduğu görüldü. 2012 yılında evli bireylerin yüzde 63.9’u mutlu iken, evli olmayanlarda bu oran yüzde 52.9 oldu.
-BİREYLERİ EN ÇOK AİLELERİ İLE SAĞLIKLI OLMALARI MUTLU EDİYOR-
Türk halkını en çok aileleri ve sağlıklı olmaları memnun etti. Kendilerini en çok ailelerinin mutlu ettiğini ifade edenlerin oranı, 2011 yılında yüzde 73.8 iken bu oran 2012 yılında yüzde 69.6’ya düştü. Kendilerini en çok sağlıklı olmanın mutlu ettiğini ifade edenlerin oranı, 2011 yılında yüzde 72.8 iken bu oran 2012 yılında yüzde 70.8’e geriledi.

-EĞİTİM DÜZEYİ ARTTIKÇA MUTLULUK DÜZEYİ DE ARTTI-
Mutluluk oranı eğitim düzeyiyle eşit orantılı seyretti. İlkokul mezunu olanlarda mutluluk oranı, 2012 yılında yüzde 60 iken, yükseköğretim mezunu olanlarda bu oran yüzde 67.4’e yükseldi.
-SAĞLIK HİZMETLERİNDEN MEMNUNİYET AZALDI-
Bireylerin kamu hizmetlerinden genel memnuniyet düzeylerine bakıldığında, 2012 yılında sosyal güvenlik, eğitim ve ulaştırma hizmetleri ile adli hizmetlerden memnuniyet 2011 yılına göre artarken sağlık hizmetlerinden memnuniyet azaldı. Sağlık hizmetlerinden memnuniyet, 2011 yılında yüzde 75.9’dan 2012 yılında yüzde 74.8’e düştü. Asayiş hizmetlerinden memnuniyet düzeyi ise yüzde 79.4 ile aynı kaldı.
-BİREYLERİN YÜZDE 76.6’SI KENDİ GELECEKLERİNDEN UMUTLU-
Kendi geleceklerinden umutlu olan bireylerin oranı, 2011 yılında yüzde 75.2 iken bu oran 2012 yılında yüzde 76.6’ya yükseldi. Kendi geleceklerinden umutlu olan kadınların oranı ise 2011 yılında yüzde 74.9 iken bu oran 2012 yılında yüzde 76.9’a yükseldi. Kendi geleceklerinden umutlu olan erkeklerin oranı ise, 2011 yılında yüzde 75.5 iken bu oran
 2012 yılında yüzde 76.3’e ulaştı.
-VATANDAŞ UCUZ OLANA YÖNELDİ-
Ekonomik gelişmeler karşısında bireylerin yüzde 55.7’si 2011 yılında daha ucuz ürün tükettiğini belirtirken, bu oran 2012 yılında yüzde 56.6’ya yükseldi. Bununla birlikte, 2012 yılında bireylerin yüzde 36.7’si borçlanırken yüzde 24.7’si tasarruflarında azalma olduğunu ifade etti. Bu oranlar 2011 yılında sırası ile yüzde 32.3 ve yüzde 26 olarak gerçekleşmişti.


Devamını oku...

26 Şubat 2013 Salı

Ver başkanlığı al Güneydoğu’yu


26 Şubat 2013 Salı 11:38


MHP lideri Devlet Bahçeli grup toplantısında konuştu.
MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Konuşmasında Erdoğan'ı süvaiye benzeten Bahçeli bu sözleri le Erdoğan'ı kızdıracağa benziyor.
Bahçeli konuşmasına Azebaycan'da yaşanan Hocalı katliamını değerlendirerek başladı. Konuşmasının devamında hükümetin İmralı ile yaptığı görüşmeye de değinerek şu ifadeleri kullandı; "Erdoğan Öcalan'In özgürlüğünün garantisi, umut ışığı sunan İmralı süvarisi olarak PKK'nın takacağı nişana hak kazanmıştır."
İşte Bahçeli'nin konuşmasındn satırbaşları;
'HOCALI MAZLUM, HOCALI MAHSUN'
Ermeni çeteleri Bakü'de Gence'de ve vatanımızın birçok yerinde oluk oluk kan akıtmışlar öldürme konusundaki seviyelerini göstermişlerdir. Geçmişte emperyalistlerin tetikçiliğine soyunan Ermeni çetelerinin yaptıkları ortadadır. hocalı'da insanlık yerin dibine geçmiştir. İnsanların kafatasları yüzülmüş, anaların karnı yarılmış, işkenceler uygulanmıştır.
Ermeni ölüm tacirleri ve onların arkasında duranlar babanın gözünün önünde evladı katletmiştir. Tarih şahittir ki Hocalı karanlığa gömülmüştür.
''Gencecik bedenler Hocalı'da toprağa koyulmuştur. Hocalı mazlum, Hocalı mahsun, Hocalı çileli, Hocalı yaralıdır. Ancak herkes bilmelidir ki Hocalı haklıdır. Hocalı'nın kanına girenler günü geldiğinde hesabını verecektir. Sayın Cumhurbaşkanı Gül'ün Ermenistan'da seçimleri kazanan Sarkisyan'a tebrik mesajı göndermesi yakışık kaçmamıştır. Bu hepimizi incitmiştir. Tebrik gönderilen kişi Hocalı'da katliam yapanlar arasındadır. Hocalı'nın feryadı dinmemişken, bu tebrik mesajını göndermek hangi akla hizmettir? Sarkisyan, vatan topraklarımızla ilgili yüzsüzce hak iddia etmektedir. Hocalı'nın kanı kurumadan, Ermeni mezaliminin açtığı yara kabuk bağlamadan hiç kimse bir şey olmamış gibi davranmamalıdır. Başta Hocalı olmak üzere tüm şehitlerimize rahmet diliyorum.''


AKP CANİNİN KAPI KULU OLMUŞTUR
AKP hükümetinin PKK terör örgütü ve Öcalan ile yürüttüğü müzakereler her gün boyut almakta. Türkiye İmralı adasında sürdürülen pazarlığa kilitlenmiştir. Görülmektedir ki terörist başı adına çözüm adı verilerek tepeye çıkarılmıştır. AKP caninin kapı kulu haline gelmiştir. Bugüne kadar terör saldırılarıyla dilediklerini yaptıramayan örgüt beklentilerini Başbakan'la aynı çizgiye oturtmuştur. AKP hükümeti bir avuç eşkiyaya başı önde siyasi namusunu devretmiştir.
MİLLETİMİZİ MAHVETMİŞTİR
Etnik temelli örgüte sevdalanması bir bebek katiline muhabbeti onur kırıcıdır. Türkiye'nin 29 yıldır mücadele ettiği kasaplara devleti teslim etmiştir. Erdoğan klasik bir PKK ağzı olan barış ve çözüm laflarına sığınarak milletimizi mahfetmiştir.
Örgüt her fırsatta barıştan diyalogdan bahsederek yanına birilerini aramıştır. Her barış sözlerinin ardından pusular peş peşe gelmiştir. Çözüm sözleri masumiyet zırhı taktiktir.
SEN İSTESENDE MİLLİYETÇİ OLAMAZSIN
Başbakan Erdoğan ısrarla Türk milliyetçiliğini ayakları altına aldığını söylemeye devam etmekte ve milli değerlerimize ardı arkasına hakaretleri sıralamaktadır.
Ana muhalefet CHP'nin genel başkanı da, bu sözleri şurada söyle, burada söyle diyerek, adeta Başbakan'a mihmandarlık yapmakta, milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasından zevk duyan bir ruh hali göstermektedir.
Başbakan'a tüm kötü sözlerini aynen iade ediyor, iftiralarının selinde bir gün boğulmaktan kaçamayacağını iyi biliyor, milli değerlerimize tahammülsüz olan dilinin çok fazla uzadığını ikazla bildirmek istiyorum.
Bu zihniyet bir yanda milliyetçiliği ayaklar altına alırken, diğer yanda tutarsızca, çelişkilere batmışçasına milliyetçilik ve vatanseverlik konusunda ahkâm kesmekte, bilirkişi rolü oynamaktadır.
Geçtiğimiz haftaki AKP grup toplantısında şu sözler Başbakan'ın ağzından bir bir ağzından çıkarmıştır:
"Milli bankamız Merkez Bankası'dır. Siz bize Merkez Bankası'nı nasıl teslim ettiniz? 27,5 milyar dolar döviz rezerviyle, bunun da yarıdan fazlası yurt dışındaki vatandaşlarımızın parasıydı, onu da söyleyeyim. Peki şimdi bu rakam nereye çıktı? Şimdi bu rakam 125 milyar doları aştı; insaf. İşte gerçek manada milliyetçilik, gerçek manada vatanseverlik, milliyetperverlik bu."

Merkez Bankası döviz rezervi artışını milliyetçilik olarak yorumlayabilmek için bir insanın ya cahil ya da BOP'a eşbaşkan olması yeterli olacaktır.
Acaba Başbakan Erdoğan;
Merkezi yönetim borç stokunun 532,8 milyar liraya çıkmasını nasıl izah etmektedir?
Türkiye'nin dış borç stokunun 330 milyar dolara yaklaşmasını, özel sektörün dış borcunun 220 milyar dolar sınırlarına gelmesini nasıl görmektedir?
Ekonomik bağımsızlığı kaybetmek, ithalatın dibine kadar bağımlı bir ihracat sistemini kurumsallaştırmak bahsettiği vatanseverliğin neresinde yazılıdır?
Sıcak paraya mecbur olmak, bankaları, sigorta şirketlerini, yolları, limanları ve her türlü kamu varlıklarını şeyhlere, sultanlara ve hanslara yok pahasına satmak milliyetperverliğin nesiyle bağdaşmaktadır?
Çiftçilerimizin bankaların haciz ve icra kıskacına düşmesini, emeklimizin bitkin ve muhtaç hale gelmesini, esnafın umudunu kaybetmesini, vatandaşlarımızın ve küçük işletmelerin bankalara olan borçlarını geri ödemede muazzam sıkıntılar çekmesini nasıl değerlendirmektedir?
Karşılıksız çekteki patlamayı, protestolu senetlerdeki yığılmayı, kredi kartı mağdurlarının çığ gibi büyümesini vatanseverlik mi zannetmektedir?
Vatandaşlarımızın; kredi-kredi kartı-faiz-banka açmazına sürüklenmesine ve borcu borçla kapatma çaresizliğine neden olan ekonomi politikalarını vatanseverlik olarak mı kabul etmektedir?
2002'ye göre, hanehalkı toplam borç stokunun 2012 sonu itibariyle 74 kat artmasını milliyetperverlik olarak mı yorumlamaktadır?
Kredi kart ve bireysel kredideki batık tutarının 8 milyar liraya yaklaşması, borcunu ödeyemeyenlerin sayısının 400 bin sınırını zorlaması bahsettiği vatanseverliğin mi bir sonucudur?
Resmi rakamlarla 2 milyon 630 bin kişiye ulaşan işsiz kardeşlerimizi kendi haline terk etmek, yoksulluğu zirveye taşımak, yandaşa devlet malını deniz anlayışıyla ikram etmek, gelir dağılımındaki adaletsizliği yaygınlaştırmak vatanseverliğin nesiyle uyuşmaktadır?
Akaryakıt fiyatlarında dünya rekorları kırmak, doğal gaza ve elektriğe arkası arkasına zam yağdırmak, ekmeğe, peynire, domatese, bibere, tüp gaza, kısaca iğneden ipliğe her şeye fahiş zamlar yapmak sorarım sana Sayın Başbakan vatanseverlik veya insanseverlik midir?
17 Aralık 2012'de tamamlanan ve toplam uzunluğu bin 975 kilometre olan Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile sekiz otoyolu kapsayan özelleştirme işlemini, önce sevinçle karşılayıp, sonra da sinsi hesaplar uğruna iptal edip, yabancı konsorsiyuma satma hazırlıkları da vatansever Erdoğan'ın mı marifetidir?
Tarım ülkesi olan Türkiye'de saman ithal etmek, hayvan üreticisi Türkiye'de ithal angusları kesip kesip yedirmek mi milliyetçiliktir?
Sayın Başbakan sen istesen de milliyetçi olamazsın, sızlansa da milliyetçiliğin kapısından geçemezsin.

Çünkü senin ne birikimin, ne içinden çıktığın fikri muhitin, ne şahsi özelliklerin, ne de sicilin buna elvermez, buna imkân tanımaz.
Sen, başkalarına hayranlıkla şekillenen alışkanlıklarını Türk milliyetçiliğinde bulamazsın, etnikçi ve ırkçı özelliklerini bizim aramızda nafile yere çabalasan da göremezsin.
Bunun için Türk'üm diyemiyorsun, bunun için Türk milletine aidiyeti kabullenemiyorsun ve Türk bayrağını dahi ağzına alamayarak tıpkı yabancılar gibi Türkiye bayrağında karar kılıyorsun.
Unutma ki, kendi değerlerine hürmet duymayanlar, kimseden saygı ve sevgi beklememelidir.
Başbakan'ın milliyetçiliği ayaklar altına alması bir PKK tavsiyesidir.
Türklüğü etnik bir seviyeye çekmesi yeni dostu İmralı canisinin temennisidir.


PKK İÇİN DÖNÜM NOKTASIDIR
İmralı canisinin yakalanması PKK için dönüm noktasıdır. PKK terör örgütü silahı bırakmıştır. lütfen dikkat ediniz şimdi AKP'nin yapmaya çalıştığı ve mümkün olmayan silahlı mücadeleyi terk kararını PKK zaten 14 yıl önce vermiştir. Bu kapsamda terör sıfırlanmıştı. Fakat AKP küle dönmüş terörist örgütü yeni baştan diriltmiş ve üstelik Türk milletine müştereken cephe açmıştı. Geçmişte barış çözüm diyerek urnazlığa başvuranlar 2002 yılında toprağa gömülmek üzereyken iktidara taşınan Erdoğan imdada yetişmiştir.
HEYET 3 MEKTUP İLE GERİ DÖNMÜŞTÜR
Erdoğan Öcalan'In özgürlüğünün garantisi, umut ışığı sunan İmralı süvarisi olarak PKK'nın takacağı nişana hak kazanmıştır. Gerektiğinde papaz elbisesi bile giymekten çekinmeyen birisi için ödül kazanmak yadırganmayacaktır. Erdoğan buna layık olmak için bütün gücünü sarfetmektedir.
Yıkımdan sorumlu Başbakan yardımcısı sürecin kimlerin himayesinde olduğunu ifşa etmiştir. AKP'nin belirleyeciliği ile 3 Ocak'ta adaya giden birinci heyetten sonra ikinci heyet hediyelerle gitmiş, üç mektup alarak geriye dönmüşlerdir. Erdoğan da ziyareti yakından izlemiş risk almadan neticeye varamayız diyerek duruşunu belli etmiştir. İmralı canisi niyetini BDP ile göstermiştir.
PKK'NIN ELİNDEKİ TUTSAKLAR
Bu açıklamada tarihi bir süreç olduğu devletin ve PKK elindeki tutsaklara vurgu yaparak tam bir utanmazlık gösterilmiştir. imralı canisi ahlaksızlıkta sınır tanımamış Türk devleti ve PKK yı aynı kefeye koymuştur. Erdoğan buna ne diyecektir? Yoksa kendisi şehide kelle dediği gibi militanlara tutsak mı diyecektir? Türkiye'Yi böyle bir rezaletin içinde düşürmeye kimin ne hakkı vardır. İmralı canisi bu yüzü Başbakan'dan almıştır. AKP İmralı'nın gözüne girmek adına 4'üncü yargı paketini hazırlamıştır.
İmralı canisinin bu paketle ilgili bazı sızlanmaları AKP'ye iletilmişse de AKP'nin bunu düzelteceği görülmektedir. Kenan Erenoğlu, Nadir Özgen'in Abdullah Zöpçeler, Zihni Koç ve Kemal Ekinci hiçbir şartsız serbest kalmalıdır, pazarlık olmamalıdır.
ÖCALAN RESMEN ANAYASA SÜRECİNE GİRDİ
PKK militanlarına af çıkararak devlet yönetilmez senin 1 yıl geçmesine rağmen devlet yönetiminin bir adabı vardır.
Anayasa hazırlığı sürecine PKK ve İmralı canisi resmen girmiştir. Anayasa uzalaşma komisyonundan iki BDP'linin varlığı dikkate alındığında sözlerimizin temelsiz olmadığı açıkça görülmüştür.
VER BAŞKANLIĞI AL ÖZERKLİĞİ


Bize göre Başbakan ve İmralı canisinin arasındaki paslaşma ve pazarlık şu şekildedir. Ver başkanlığı al özerkliği. Ver başkanlığı al güneydoğuyu. kendisinden başkasını düşünmeyen menfaatçi fikirler taradından ülke buhrana sürüklenmiştir. Kamuoyuna sunulan iyimser beklentiler AKP'nin ayağına dolanacaktır.


Birinci olarak İmralı canisinin çatışmasızlık sunacağı söylenmiştir. Şayet yeni bir çatışmasızlık kararı alınırsa bu diğerlerinden farklı olmayacaktır. İkinci olarak PKK militanlarının diğer ülkelere çekilmesi söz konusudur. Burada bulunan gerçek terörist kamplarının zaten sınır dışında olduğu gerçeğidir. PKK'lı teröristlerin değişik ülkelerde barındığını zaman zaman hatırlamasına rağmen bunu hasır altı etmektedir. Üçüncü olarak silah bırakma görüşmelerinin yapılacağı belirtilmektedir. Bunun neyin karşılığıında yapılacağı bilinmemektedir.
Başbakan'ın çözüm süreci dediği bize göre çöküş olan gidişatın Türk milletini götüreceği mecra işte bu kadar tehlikelidir. Tabiyatıyla buna müsade etmemiz mümkün olmayacaktır. MHP ayaktadır sadece MHP tepki göstermektedir. MHP vatan ve millet mücadelesinde son derece azimli ve heyecanlıdır. Türk milletinin umudu ve gücü sadece Milliyetçi Hareketçi Partisi'ne bağlanmıştır. Biz sorumluluğumuzu biliyor ve görüyoruz. Hiçbir şart altında geçilmeyeceğimizi ve aşılamaycağımızı inanmışlıkla cesaretle ilan ediyorum.
Türk adaleti siyasallaşmanın altına girmiştir. Verilen kararlar hakkaniyetten uzaktır. Adalet duygularının örselendiği bir dönemde elbette güven sarsılacaktır.
HUKUK CİNAYETİDİR
Sayın eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tanık olarak dinlenmesini istediği kişilerin tanık olmasının reddedilmesi hukuk cinayetidir. İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre bir suçla yargılanan gerkesin iddia edene soru sorma hakkı vardır. Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre bu hakkın kısıtlanması mümkün değildir. Sanığın bu hakkını gözetmek zorundadır.
Bu zihniyet bir yanda milliyetçiliği ayaklar altına alırken bir yandan miliyetçilik ve vatanseverlikte bilirkişi rolü oynamaktadır. Geçtiğimiz hafta AKP grup toplantısında Erdoğan "Milli bankamız Merkez Bankası'dır. Siz bize 27,5 milyar dolar döviz rezerviyle. Peki şimdi bu rakam neye çıktı. 120 milyar doları çıktı. İşte gerçek mana milliyetçilik bu" Merkez bankası döviz artışını milliyetçilik olarak tanımlaması içinn bir insanın ya cahil ya da BOP eşbaşkanı olması yeterlidir.
Acaba Başbakan Erdoğan merkezi yönetim borç stokunun artmasını nasıl izah edecektir? Sıcak paraya mecbur olmak, yolları yok pahasına satmak milliyetperverliğin nesiyle bağdaşmaktadır? Çiftçilerimizin bankaların haciz ksıkacına düşmesini, vatandaşlarımızın ve küçük işletmelerimizin borçlarını geri ödemede sıkıntı çekmesini nasıl değerlendirmektedir. Karşılıksız çekte patlama, kredi kartı borcunun artmasını vatanseverlik mi zannetmektedir?
Resmi rakamlarla 2 milyon 630 bine ulaşan işsiz rakamlarımızı terk etmek, gelir dağılımındaki adaletsizliği yaygınlaştırmak vatanseverliğin nesiyle bağdaşmaktadır?

Devamını oku...

Tiyatrokare Manisalılarla Buluştu

MANİSA Belediyesi aylık kültür sanat etkinlikleri kapsamında Tiyatrokare’nin aile komedisi ‘Aşk’a 103 Adım’ oyununu sanat severlerle buluşturdu. İzleyenlerin keyifli bir akşam geçirdiği oyundan elde edilen gelir Bedensel Engelliler Derneği’ne bağışlandı.
        Özel tiyatroları Manisalı sanat severlerle buluşturmaya devam eden Manisa Belediyesi bu kez Tiyatrokare’yi ‘Aşk’a 103 Adım’ adlı oyunuyla ağırladı. Kültür Merkezi Lale Salonu’nda gerçekleştirilen oyunu Adalet Komisyonu Başkanı Halil İbrahim Limoncuoğlu, İl Jandarma Komutanı Vekili Albay Sinan Pektaş, Belediye Başkan Vekili Hüseyin Köroğlu, Belediye Başkan Yardımcısı Nursel Ustamehmetoğlu, MHP Merkez İlçe Başkanı Engin Kabadağ, Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün eşi Şeyda Ergün, Belediye Başkan Yardımcısı Azmi Açıkdil’in eşi İnci Açıkdil ile çok sayıda sanat sever izledi. Neil Simon’ın yazdığı, Nedim Saban’ın uyarlayarak sahneye koyduğu oyunda televizyon ve tiyatro dünyasının sevilen yüzleri Özge Özberk, Bülent Seyran, Umran Ertok, Koray Kurt  ve Suna Keskin yer aldı. Büyük bir aşkla evlenen bir sanatçı kız ve avukatın, daha ilk haftadan uçuruma sürüklenen evliliğini anlatan oyunda ekonomik sıkıntılar ve kültürel çatışmalar esprili bir dille anlatıldı. İzleyenlere keyifli bir akşam yaşatan oyuncular, oyun sonunda ayakta alkışlandı. Oyundan elde edilen gelir Bedensel Engelliler Derneği’ne aktarılırken, dernek başkanı Yasemin Yıldız, emeği geçen herkese teşekkür etti. Belediye Başkan Vekili Hüseyin Köroğlu da oyuncuları tebrik ederek, kendilerine çiçek takdim etti.  










Kaynak: http://www.manisa.bel.tr/icerik/27/4810/tiyatrokare-manisalilarla-bulustu.aspx

Devamını oku...

Manisa’nın MHP’li Belediye Başkanları Mütevelli’de Toplandı


MHP'li Belediye başkanlarının her ay düzenli olarak bir araya geldiği ve görüş alışverişinde bulunduğu toplantı, bu kez Mütevelli Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşti. Toplantıya Manisa Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün de katıldı.
Her ay bir belediyenin ev sahipliğinde yapılan ve MHP’li Belediye Başkanlarının bir araya gelerek karşılıklı görüş alışverişinde bulunduğu toplantıların sonuncusu Mütevelli’de yapıldı. Toplantıya Manisa Belediye Başkanı Cengiz Ergün, Alaşehir Belediye Başkanı Gökhan Karaçoban, Demirci Belediye Başkanı İhsan Temel, Selendi Belediye Başkanı Nurulllah Savaş, Kemaliye Belediye Başkanı Mehmet Ok, Gökkaya Belediye Başkanı İbrahim Kara, İcikler Belediye Başkanı Mevlüt Karabacak, Yılmaz Belediye Başkanı Ferudun Ogan, İshakçelebi Belediye Başkanı Hakan Ulak, Mütevelli Belediye Başkanı Süleyman Kahraman, Urganlı Belediye Başkanı Halil Daşkan, eski belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri ile birlikte partililer katıldı. Toplantıların 2009 yılından bu yana düzenli olarak devam ettiğini ifade eden Belediye Başkanı Cengiz Ergün, yaklaşan yerel seçimler öncesinde de yapılan toplantıların önemine dikkat çekti. Mart ayı içerisinde Antalya’da genel merkezin düzenleyeceği toplantıda da bir araya geleceklerini hatırlatan Başkan Ergün, “Bu toplantıdan sonra da seçim çalışmalarının startı verilecek. Bizler de büyük şehrin artı ve eksilerini çok iyi anlatmak durumundayız. Olumsuz ve olumlu yanlarını vatandaşımıza en ince ayrıntısına kadar anlatmak bizim en önemli görevimiz. Bununla birlikte Büyükşehir ile doğacak olan artıları da nereye ve nasıl kullanacağımızı da vatandaşımıza anlatacağız” dedi.
Büyükşehir Kaynakları Çok İyi Kullanılmalı
         Manisa Belediyesi’nin şu anda 168 Milyon olan bütçesinin Büyükşehir olmasıyla birlikte 500-600 Milyon civarına ulaşacağını ifade eden Belediye Başkanı Cengiz Ergün, “Bu kaynakların çok iyi kullanılması gerektiğini her zaman dile getiriyoruz. Şu an belediye olarak 330 bin nüfusa hizmet edilirken, Büyükşehir olunca 1milyon 300 bin kişiye hizmet gidecek. İl Özel İdaresinin de kapatılması ile yetki belediye başkanına ve meclise geçecek. Bu noktada Büyükşehir belediyelerinin önemini daha da arttırıyor” diye konuştu. 





Devamını oku...

ARŞI TİTRETEN BİR VAHŞET: HOCALI KIRGINI



26 Şubat 1992...

Günlerden Çarşamba, gece yarısı…
Azerbaycan; Dağlık Karabağ'ın Hocalı kenti... Sözün bittiği yer......
Bağrından nice ünlü ilim adamları ve nice büyük sanatkârları çıkaran, İlisu ve Hocalı çaylarının buluştuğu mukaddes topraklar üzerinde kurulmuş olan bu tarihî kent, çok şiddetli bir kış yaşıyordu.

Her zaman olduğu gibi, o akşam da insanlar erkenden evlerine çekilmiş, doğalgaz hatları çalışmadığı için de kendi çabalarıyla ısınmaya çalışıyorlardı.

Çıplak ayaklı çocukların dondurucu soğuğa aldırmadan kartopu oynadığı sokaklar, son günlerde hava kararmadan terkedilir olmuştu. Caddeler ıssızdı. Ortalıkta sinsice dolaşan ağır bir kan kokusu vardı.

Toprak ve kerpiçten yapılmış olan binalar sanki bu görünmez tehlikeden korunmak için birbirine yaslanarak kuvvet alıyordu. Meçhul bir saldırıyı beklerken damlarındaki kar yığınlarının altında ezilerek küçülen evler bile bu tedirginliğin derin izlerini taşırken, tehlikeyi koklayan hayvanların, hatta sokak köpeklerinin bile sesi çıkmaz olmuştu.

Ortalıkta çıt yoktu…

Yöneticiler ise gaflet içerisinde, ağır bir siyasî sarhoşluğun kucağında, yarı baygındı...

Dolunay olduğundan her taraf aydınlıktı. Kar beyazlığına vuran ayın şavkı, âdeta geceyi gündüze çevirmişti.

Evlerin pencerelerinden görünen solgun ışıklar birer birer kararırken, Hocalı halkı da derin bir uykunun kollarına bırakıyordu kendisini.

Evlerin birinden bir çocuk ağlaması işitildi. Peşinden sönük bir ninni döküldü sokaklara:

Benim yavrum uyuyacak
Uyuyup da büyüyecek
Mekteplere gidecek
Yeke adam olacak...

-Eee... Eeee bebeğim eeee…

Hazangül, kardeşinin ağlaması ve annesinin de küçük yavruyu tekrar uyutmak için ninni söylemesi üzerine uyandı. Zaten zorlukla uyumuştu…

Sekiz yaşındaki Hazangül bu akşam bir başka tedirgindi. Kalın yorganı üzerinden atarak ayağa kalktı. Üşümek pahasına da olsa küçük bedeni, bu ağır yükten kurtulmak isterken, önleyemediği bir duygu yoğunluğu içerisinde, aynı odayı paylaştığı babasının yere serilmiş yatağına doğru yöneldi. Sadece iki metre uzağında olan sevgili babacığını nedense çok özlemişti.

Babası uyanıktı… Yanına sokulduğunda ise baba Tevekkül Emirov, kızını şefkatle kollarına aldı.

Tevekkül, hem yavrusuna hem de küçük kızın kucağında sımsıkı tuttuğu oyuncak bebeğe dikkatle baktı.

Kızının simsiyah sırma saçları neredeyse bütün yastığı kaplamıştı. Yüzü ay gibi parlak, yanakları al aldı… Yaşından daha büyük gösteriyordu. Karanlığın ışığında yetişkin bir genç kız gibi görünüyordu. Uyku mahmuru kara gözleri yarı kapalıydı… Uzun kirpikleri ok gibiydi. Tevekkül, parmaklarını tarak gibi yaparak Hazangül'ün saçlarını düzeltti. Kızını okşadı, okşadı…

-Ata can, bebeğimin ayakları üşümesin. O da bizimle yatsın.

-Beli yavrum, onun da üstünü ört. Haydi menim nazlı kızım, uyuyalım…

Hazangül, babasının yanağına sıcak bir buse kondururken, ona iyice sokuldu.

Annesi küçük kardeşini uyutmak için ninni söylüyor; Hazangül de bu fırsattan istifade ederek babasını kokluyor, kokluyordu…

-Ata, magazinden mene ne alacaksan?..

-Ay menim geşenk gızım!.. Her ne isteyirsen onu alaram…

Biraz sonra Hazangül'ün küçük kardeşi uyumuş ve annesi de ayağa kalkarak perdeyi biraz aralamıştı ki; o anda gözleri kör edecek kadar dehşetli bir ışık doldu içeri. Peşinden müthiş bir ses… Sonra her şey karardı…

Kıyameti andıran bu dehşet anında yerin derinliklerinden yukarı doğru bir sarsıntı başladı. Sanki toprak kaynıyordu… Ağır ve keskin bir barut ve peşinden de derin bir yanık kokusu yayıldı…

Baba-kızın bu uzun kış gecesi yaptıkları bal muhabbet, şiddetli bir patlamayla sona ererken, ışık ve ses terkibine odada bulunan bütün eşya da müdahil olmuştu.

Müthiş bir ses, bir ses daha…

Peş peşe patlayan ağır top mermileri ortalığı cehenneme çevirmişti.

Hazangül'ün kulakları duymuyor, gözleri hiçbir şey görmüyordu. Babası onu göğsüne yapıştırmış, tavandan dökülen taş-toprak parçalarından korumaya çalışıyordu. Bir müddet sonra, kırılan camlardan içeriye dolan soğuk rüzgârın etkisiyle Hazangül ürperdi ve biraz toparlandı. Keşke kendine gelmez olsaydı da bundan sonra göreceklerini, görmeseydi.

Titriyordu...

Diğer çocuklarını iki eliyle kucaklamaya çalışan annesi ise bir yandan feryat ediyor ve acı içerisinde inliyordu. Anlaşılan yaralanmıştı…

Kısa bir süre sonra kendilerini kent mezarlığının duvarının dibinde buldular. Şehre bir akbaba sürüsü gibi giren Ermeniler, ilk saldırı sonrası sağ kalabilen kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan sivilleri, kabristanın yanındaki meydana toplamışlardı.

Hazangül dünyaya gözlerini açtığında babası ona bu ismi verirken acaba ilerde olacakları görmüş müydü?
Elbette bilinmez…
Fakat gerçek bir hazan yaşanan Hocalı Meydanı'nda sekiz yaşındaki Hazangül, Adem Peygamber’le başlayan insanlık tarihinin en olmazlarını görüyordu.

Ermeniler, kent meydanını bir mezbahaya çevirmiş, kan içmeye bir türlü doymazken, şehrin her yanına ölüm yağıyor, sağ kalanlar ise ölümü hasretle aratacak ağır bir zulüm altında inliyordu.

Babası, Hazangül'e öyle sarılmıştı ki; kent meydanına gelene kadar onları ayıramadılar. Annesi ve diğer kardeşlerini onlardan koparmışlardı. Daha sonra kafasına demirle vurarak kollarını gevşettikleri Tevekkül Emirov'un el ve ayaklarını kablo ile bağlayıp üstüne de benzin dökerek, ateşe verdiler. O ise alevler içinde yanarken kızına doğru hamle yapmak istedi:

-Yavruuum…

Sonra alev yumağı içinde kaybolurken son defa yanık ve kesik bir feryat daha yükseldi:

-Ay Allah, yandım…

Babası meşale gibi yanarken Hazangül ona doğru atıldı. Serçe kadar küçük bedeni bu acıya daha fazla dayanamadı ve babasına koşarken düştü, bayıldı. Hazangül saatler sonra kente girenler tarafından yattığı yerde bulunarak hastaneye kaldırıldı. Sımsıkı tuttuğu bebeği ise hâlâ kucağındaydı.

Pirşağı'da Entike ninesinin himayesinde dört yetim çocuk ile beraber büyüyen Hazangül'ün kulaklarında babasının ağzından dökülen o ses hep yankılandı, durdu:

-Ay Allah, yandım…

Aynı meydan ve aynı an…
Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atmaya başladılar.
Atalarından miras kalan bir kumar oynayacaklardı.
Bu dehşet kumarı onlar için bir çeşit ibadetti.
Ermeniler, tarih boyunca birçok yerde olduğu gibi Hocalı’da da bu oyunu sahneye koymak için acele ediyorlardı.

Karnı burnunda olan kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. O ise, feryat bile etmiyor, sadece boş gözlerle yere bakarken, bir hazan yaprağı gibi titriyordu.

Güzel yüzünü süsleyen inci dişlerinin kenarından süzülen kan boynuna doğru ilerledi. Daha önce oldukça hırpalanmış olduğu anlaşılıyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı…

Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:

-Akçik, manç?.. (Kız mı, oğlan mı?)

-Akçik... (Kız)

Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Bu işi daha önce defalarca yaptığı her hâlinden belli oluyordu. Tecrübeliydi...

Genç annenin dizleri oynadı ve başı yana düştü. Sesi çıkmamıştı…

Her iki Ermeni, bebeğin cinsiyetini inceliyordu ki; nihayet uzun boylu olanı kanlı gözlerini üzüntüyle kırparak konuştu:

-Tun şahetsar, ınger... (Sen kazandın, yoldaş)

-Yes şahetsa payts ays bubrikı inç bes bidi gişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)

-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette)

Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:

-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)

Bütün bu olmazların olduğu dakikalarda Hocalı meydanının diğer tarafında tek kale bir futbol maçı hazırlığı vardı. Oyuncular oldukça iddialı ve bir o kadar da istekliydiler. İki kesik kadın başını kale direği yapmışlar ve bu arada bir top arayışına girmişlerdi.

Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:

-Asiga maz çuni yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...)

Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü…

Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vuruyor, vuruyorlardı…

Ve dünya, dönmeye devam ediyordu…

Bu acıya yer ve gök nasıl dayandı!..
Canlı-cansız varlıklar niye hareketlenmedi acaba!..
Yıldızlar birbirine çarpıp dünyanın başına niye yağmadı!..
Hızarla kollar, ayaklar kesilirken, güneş niye parçalanmadı!..
İnsanlar teneke gibi katlanırken, gökkubbe niye dürülmedi!..
Bebek, boyu kadar bıçakla annesinin memesine şişlenmişken, dağlar niye yürümedi!..
Yavrular kazanlara atılırken, denizler niye kaynamadı!..
Hazangül karlar üstünde bebeği ile uzanmışken, ay niye sönmedi!..
Bir kasırga çıkıp da yeryüzündeki bütün binaları niye temelinden söküp de göklere savurmadı!..
Hani özlem ve hasretle beklenen o kutlu gün niye gelmedi!..
Kıyamet!..

Hayır, canlı, cansız eşya ve bütün mahlukat, yerküre tarihinin bu ağır imtihanında sınıfta kalmıştı…

Ermenilerin elinden kurtulanlar, saatler sonra çevre köylere ulaştığında ise kötü haber duyulmuş oluyordu.

Ajanslar, "Katliam Tarihi"nin en kara haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu.

Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi ve Ermeni vahşeti böylece gün yüzüne çıkmış oldu. Ancak batılı devletler her zaman olduğu gibi bu vahşeti de görmezden gelecekti.

26 Şubat'ın ilk dakikalarında harekete geçen ağır zırhlıların palet sesleri ve boğuk motor gürültüleri ile 'yandım, yandım' sesleri birbirine karışmış ve ortalık âdeta cehenneme dönmüştü. O meşum gece yarısı, güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar.

Oldukça önemli bir coğrafik yapıya ve stratejik bir konuma sahip olan Hocalı'yı, "Ermeni Kuldur Desteleri" 10 Eylül 1991 tarihinden 25 Şubat 1992 tarihine kadar geçen 5 aylık süre içinde zaten çok ağır bir kuşatma altında tutmuşlardı.

26 Şubat gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi.

Şehri savunan askerlerin son kurşunlarına kadar vuruşarak kahramanca şehit olmasından sonra savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler.

Sağ kalanların bazıları ara sokaklardan kaçarak kent dışına çıkmış ancak burada da başka bir tehlike ile boğuşarak komşu köylere ulaşmışlardı. Sona Eliyeva isminde bir Hocalı sakini, kız kardeşi ve onun çocukları ile beraber 12 gün boyunca aç-susuz, yalnız kar yiyerek, gündüzleri ormanlık arazide gizlenip, geceleri yürüyerek Ağdam’ın Karahacı Kabristanı civarına gelip çıkmışlardı. Onları bulan Millî Ordu'nun askerleri derhal tıbbi müdahale yaparak donmaktan kurtarmıştı.

Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafataslarını yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını, sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular.

Bir soykırım tarihi daha Rus desteğindeki Ermeniler tarafından kan ve kin kusan namlularla yeniden yazılıyordu.

Bu saldırı, Ermeniler’in Azerbaycan'da Türkler’e karşı yaptıkları ilk katliam değildir. 1905 ve 1920 yılları arasında Azerbaycan'ın Bakü, Şamahı, Kuba, Gence ve Karabağ bölgelerinde yine Rus askerlerinin yoğun desteği ile büyük katliamlar yaparak binlerce insanımızın acılar içinde hayatını kaybetmesine sebep oldular.

Dünya savaşından sonra Doğu Anadolu'da; Erzurum, Kars, Bitlis illerinde oynadıkları kirli oyunu, yıllar sonra bu kez Türk toprağı Karabağ'da sahneye koymuşlardı.

Bugün bile Anadolu'nun dört bir yanında, sömürgeci ülkelerin desteğindeki Ermeniler’in yaptığı soykırıma uğrayan Türkler’in toplu mezarları ortaya çıkmaktadır. Birinci Dünya savaşında Anadolu'da silahlanarak ve Rus birlikleri tarafına geçip bizi arkadan vurarak büyük katliamlar yapan Ermeniler, şimdi de Azerbaycan'da silahbaşı yapmışlardı…

“Neden böyle bir Türk düşmanlığı ve neden böylesine vahşî katliamlar?” sorusu kafalara takılırken, cevap yine o şer ülkesinden geliyordu. Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı’nda "Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün" denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yoktur.
Hesap ortada…

Tarihte sivil Türkler’i arkadan vurarak ün yapan ve bugün hâlâ kin, nefret duyguları saçmaya devam eden ve de "Soykırım" iddialarıyla dünya kamuoyunu bulandırmaya çalışanların marifeti, Hocalı'nın kanlı tarihinin ölüm yapraklarında saklıdır.

Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı Kuvvetleri'ne ait 366. Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı.

Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. Kayıtlı olarak; bu yoğun saldırılar sırasında 613 kişi hayatını kaybetti. Bunların 106'sı kadın, 83'ü de çocuklardan oluşuyordu. Ayrıca 56 kişi de, hamile kadının karnının yarılması ve küçük çocuğun başının kopartılması gibi ve benzeri hususî işkencelerle katledildi...

Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.

Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı. Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar.

Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:

-Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama bebekleri, masum insanları öldüren Ermeniler onlardan da herkesten de çok çok daha beter, diyordu Fransız gazeteci.

Sözde soykırım iddialarıyla ortaya dökülenlerin işlediği bu katliam, tarihe kara bir leke olarak geçti.

Peki 26 Şubat gecesi harekete geçen bu çakal sürüsüne kim emir vermişti?

Bu vahşet emrini veren yavuz-hırsız, bütün dünyayı "Ermeni Soykırımı" yalanıyla boyalamaya çalışan ve şu anda Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildir.

Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu.

Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter-Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna, 'Hocalı Katliamı' başsorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.

Dağlık Karabağ'ın en gözde şehri Hankendi'nde dünyaya gelen Koçaryan hâlen Azerbaycan vatandaşıdır.


Yusuf Ziya ARPACIK
Kan Fırtınası (S. 21-32)

Kaynak:https://www.facebook.com/orhan.karabina?ref=tn_tnmn#!/sevil.sekercioglu
Devamını oku...