10 Mart 2013 Pazar

HABUR OSLO VE İMRALI-Mazhar GÜNDOĞ


 2013-03-03 14:55:40

Sayın Başbakan'ın "Her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alırız" sözünün yankıları hala devam ediyor. İmralı'da PKK terör örgütünün eli kanlı elebaşı ile BDP heyetinin görüşme notları basına sızınca bu son gelişme tabi olarak gündemin baş sırasına oturdu.
Adalet Bakanlığı'nın müsaadesiyle yapılan malum görüşmenin notlarının kim veya kimler tarafından sızdırıldığı birkaç gün daha tartışılacaktır.
Bu görüşme notlarını mühim medyatörler; bulundukları zaviye ve paylaştıkları role göre muhtelif ve malum TV kanallarında yorumlamaya devam edecektir.
Bu programları ilgiyle ve merakla seyredenlerin zaman zaman kafası karışacak, kim haklı kim haksız ikilemi içerisinde bocalayıp duracaktır.
İstenen de budur. Daha baskın olan taraf medya gücüyle kendi tarafı lehine kamuoyu oluştuğunu görünce, yakın geçmişte yaşandığı gibi başka sahifelerin açılması için yeni düğmelere basılması talimatı gelecektir.
Hatırlayalım Habur rezaletini.
Habur'da yaşananlardan mutluluk duymamanın mümkün olmadığını söyleyenleri.
Sevinçlerini erkenden kamuoyuna aktaranları.
Sonra ne olmuştu? PKK üniformalı birkaç seçilmiş figüranın terör örgütü lehine gösterileri ve her Türk'ün bağrını dağlayan o zavallı ve şanssız görüntüler.
Neticede Habur'a, PKK'lıların ayağına gönderilen seyyar mahkemeler ve Habur'da yaşanan rezaletler hükümetin yanına kar kaldı(!)
Bu defa her şey tersinden okunmaya başlandı. Hükümetin iyi niyetli "Açılım" projesinin PKK'nın içinde etkin olan başka unsurlarca provoke edildiği söylendi.
Önceleri AKP iktidarı kamuoyunda hızla gelişen toplumsal tepkiyi ve yüksek tansiyonu düşürmek için gayrete düştü. Hükümet sözcüleri peşi peşine milliyetçi söylemlerle milletin tepkisini absorbe etmeye başladılar. Bu süreçte teröristlere yönelik hava destekli operasyonlar da işe görsel boyut kazandırdı.
Zamanla toplumsal tepkinin azaldığı hissedilince, işe yeniden kaldıkları yerden devam etmeye başladılar.
Hükümet Habur'da yaşananlardan dolayı azmini ve kararlılığını kaybetmediğini açıklayarak kolları yeniden sıvadı.
Bu süreçte MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli hükümetin Öcalan'la müzakere dönemine başladığına işaret etti. Hükümet için PKK ile mücadeleden müzakereye geçiş sürecinin başladığı kamuoyunda konuşulmaya başlandı.
Başbakan Sayın Erdoğan Türk Milliyetçileri için çok özel ve önemli olan Erciyes Dağı'nın eteklerindeki Kayseri'de yaptığı konuşmayla Sayın Bahçeli'yi iftira ve hakaret tarzında suçlayarak iddiayı şiddetle reddetti.
Oslo görüşmeleri basına sızınca durum açığa çıktı. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli'nin iddiasında haklı olduğunu, Sayın Başbakan'ın bir gerçeği daha gizlediği ve PKK'nın eli kanlı elebaşı ile devlet yetkililerini kendi iradesi ile görüştürdüğünü kamuoyu açıkça öğrenmiş oldu.
Yine devreye malum medyatörler girdiler. Her biri rol paylaşımları gereği hızla sahnedeki yerlerini aldılar. Kimi toplumun gazını alma adına, kimi Türk-Kürt ayrıştırmasını hızlandırma adına, kimi birlikte yaşamanın tartışılmasını başlatma adına, rolleri neyse oynamaya başladılar.
Olan yine benim ülkesine, vatanına ve bayrağına aşık milletime oldu. En büyük acıyı Irak, Suriye sınırına yakın bölgemizde ikamet eden Kürt kardeşlerimiz yaşadı. PKK teröristlerinin silahlarından çıkan ölüm ateşlerinden yaşlı, kadın çocuk fark etmeden onlar nasiplendiler. Tıpkı onları ve onlarla birlikte sınırlarımızı korumak için canı bedeline görevlerinin başında şehit düşen güvenlik güçlerimize mensup Mehmetçikler gibi.
Sonra yine Oslo görüşmelerine yönelik toplumsal tepkilerin düşürülmesi faaliyetleri aşağı yukarı aynı taktiklerle devam etti.
Tepkilerin azaldığı, tansiyonun düştüğü anlaşıldıktan sonra Sayın Başbakan bizzat Oslo görüşmelerine sahip çıktı. Devlet adına görüşenleri kendisinin görevlendirdiğini itiraf etti. Başka türlüsü zaten mümkün olamazdı. Toplum bu gerçeği bile bile olup bitenleri anlamaya çalışmaktan vazgeçmedi.
Sayın Başbakan her türlü siyasi riskini alma bedeli karşılığında üçüncü aşamayı, yani İmralı sürecini başlattığını açıkladı.
Önce terörle mücadele, BDP ile müzakere.
Sonra idam cezalarını yeniden gündeme getirip, BDP'ye kapıları kapatma.
Ve en sonra BDP ve İmralı ile müzakereleri birlikte yürütme, hatta Anayasa konusunda da birlikte hareket etme gibi zikzaklı bir metot devreye alınmış oldu.
Yani önce Habur rezaleti, ardından Oslo fiyaskosu derken, şimdi de İmralı batağı…
Yine birlikte hatırlayalım. Yakında iyi şeyler olacak diye "Açılım" düğmesine basıldığında hükümeti Sayın Bahçeli uyarmış, Açılım'ın bir ihanet projesi olduğunu söylemişti. Habur da yaşananlar O'nun haklılığını gösterdi.
Terörle mücadeleden vazgeçip, müzakere metodunun benimsenmesinin tehlikeli bir viraj olduğunu söylemişti. Oslo, hükümetin kamyonu devirdiği virajın adı oldu.
En son yaptığı grup konuşmasında Sayın Bahçeli hükümeti İmralı konusunda yine uyardı. Hatta bu son sürecin "ver başkanlığı, al özerkliği" pazarlığına dönüştüğüne dikkatleri çekti. Malum kesim bu açıklamaları çok keskin ve sert bulduklarını dillendirdiler. Ne zamana kadar? BDP heyeti ile Öcalan'ın görüşme notları basına sızana kadar.
Oysa şimdi o notları okuyanlar Sayın Devlet Bahçeli'nin öngörüsünde yine haklı çıktığını gördü.
Şu anda ülkemizde yaşanan sıcak gelişmeleri takip eden aklı başında herkes gözlerini ve kulaklarını yeniden MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'ye çevirdiler.
Zira görüyorlar ki;
Hükümet her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almakla övünüyor.
Hükümete bu süreçte kredi açan ana muhalefet ise o sözlerin Rize'de de söylenmesine işaret buyuruyor.
Açılım'ı AKP uygulamaya koymaya çalışıyor.
CHP ise ana muhalefet olarak AKP'ye kredi vererek süreci destekliyor.
Açılımın figüranı BDP, malzemesi PKK oluyor, kurbanı ise maalesef masum Kürt kardeşlerimiz.
Yeni Anayasa'nın Açılıma cevaz veren bir muhtevada olması ve Sayın Başbakan'a Başkanlık yolunu açması için İmralı'daki terörist bebek katilinin himmeti ve engin tecrübelerine başvuruluyor.
Ne yazık ki bu süreçte tarihi boyunca Türk'ün kurduğu ve yaşattığı devletlere isyan edenler masum; isyanı bastırıp devletin bekası için şehit ve gazi olanlar suçlu gösterilmek isteniyor.
Ve bütün bu olaylar Suriye'deki iç savaşın devam ettiği esnada, ABD'nin Irak'ı işgalinin 10. yıldönümüne girdiğimiz günlerde ülkemizde yaşanmaya maalesef devam ediyor.
Son on yılda Ortadoğu ve Irak'ta yaşananlardan hiç de ders alamadan.
Türk'ün Anayasasında yer alan "TÜRK" kelimesinden rahatsız olanlarla, Türk'e kefen biçmek için sıraya girenlerin irtibatsız; ülkemizde cereyan eden milliyetçilik düşmanlığını da sadece mental yorgunluğu olarak nitelemek biraz saflık olmaz mı? 
Kaynak:http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=12848